EL Koslo
Hannah
Parker eve gidip bazı işleri halletmesi gerektiğini söylemeden önce bir saat kadar vakit geçirdik.
Web siteleri geliştiren bir tasarım grubu için grafik tasarım işini yapıyordu. Dizüstü bilgisayarı ve internet bağlantısı olduğu sürece, hemen hemen her yerde çalışabilirdi.
Ben ise sabah dokuz akşam beş çalışmak zorundaydım. Ben de bilgisayar grafikleri ile ilgili çalıştım, ama büyük oranda işim şirketimi uluslararası alanda iyi göstermekti.
Parker yaptığım reklamcılık ve temsilcilik işimi Instagram ve Facebook hesaplarım bomboş olduğu için ironik buluyordu.
Bir şekilde, hiçbir gönderi ve profil fotoğrafı koymadan seksen kadar takipçiye ulaşmıştım.
Benim işim ürünün iyi görünmesini sağlamaktı. Ve bu işte iyiydim. Sadece insanların Instagram'daki sahte güzellik algısı perspektifinden bana da bakmalarını istemiyordum. İçten içe kimliğimi saklamayı bu yüzden seviyordum.
E-postamı açtım ve dediği gibi bir e-posta almıştım.
Bu yılki fitness yarışmasına hoş geldiniz. Bu benim beşinci yıl koçluğum ve beşinci galibiyetim olacak. Yeşil Makine Takımı şimdiden bu senenin galibi.
Sesi motive edici geliyordu. Ve biraz ukaladan da öte.
Bu takıma seçilmenizin bir sebebi var bu takımda kişisel rekorlarımızı kırıp hedeflerimize ulaşacağız. En acımasız hedeflerinizi seçip Facebook grubunda yayınlamanızı istiyorum.
Hiçbir hedef imkânsız değildir. Ona ulaşamasanız bile, çıtanızı yukarıda tutup onu denemek bile bir başarı elde etmeniz demektir.
Evet, tamam, Bay Ayaklı Motive. Tekrar 36 beden olmak istiyorum.
En son lisedeyken bu bedeni giymiştim. Eğer tekrar bu bedene düşebilseydim, bunun sahiden acımasız bir hedef olduğunu düşünebilirdim.
Hepimiz çok çalışmak ve odaklanmak için buradayız. Burası takım arkadaşlarınızla ipuçlarını ve püf noktaları paylaşacağımız platform olacak.
Bu bireysel bir yarışma DEĞİL.
Evet, ilk üçe girenler para ödülü alacak... Ancak en iyi takım, antrenörlerin ev sahipliğinde özel bir akşam yemeğine davet edilecek. Bu kaçırmak istemeyeceğiniz tarzda bir davet.
Sayfayı tarifler ve kişisel yemek planlarımla güncelleyeceğim. Sağlıklı beslenme, stüdyoda çok çalışmanız için sizi en iyi motive edecek etken olacak.
Boşa harcanan kaloriler ve sağlıksız atıştırmalıklarla sıkı çalışmanızı heba etmeyin. Arabanıza yanlış yakıt koymazsınız, bu yüzden kendinize de aynı hassasiyette davranın.
Herhangi bir sorunuz varsa, sormaktan çekinmeyin. Düzenli kişisel eğitim ve ders saatlerimde stüdyoda olacağım.
Siz gece kuşları da beni bir iki sınıfta yakalayabilirler. Baş koyduğum yolda hedefimize ulaşmak için elimden geleni yapacağım, sizinle bu yolda ter dökeceğim.
Koç Jordan Mathis
"Peki, bu..." diye düşündüm, onun mesajı hakkında ne hissedeceğimi şaşırmıştım, "Motivasyonel...” dedim kendi kendime.
Jordan denen adam çok odaklanmış görünüyordu. Hemşire Kellie'nin söylediği kadar iyi olduğunu fark ettim. Omzunda çip olan bir süper sporcuyla başa çıkamazdım.
"Bakalım bu Facebook sayfası neye benziyor."
Uygulamayı açtım ve gruba katılma davetlerim çoktan gelmişti. Biri fitness stüdyosunun sayfasına, diğeri de Fitness Koçu Jordan Mathis'in grubuna katılmak için.
Grupta otuz beş üye vardı. Sanırım bu, üç koç varsa yaklaşık yüz kişinin yarışmaya katıldığı anlamına geliyordu. İhtimaller benim yanımda değildi.
Sanırım şimdilik rekabet ateşimi kontrol altında tutmam gerekecekti. Diğerlerine ayak uydurmaya çalışırken kendimi sakatlamak istemiyordum.
Sekiz hafta uzun bir süreydi... Ama göz açıp kapayıncaya kadar da geçebilirdi. Odaklanmam ve orada kalmam gerekiyordu. Bunu yapabilirdim. Kendimi kanıtlayarak başarılı olabilirdim.
Eğer bunu başarabilirsem, belki on bir hafta içinde Doktor Isaacs'in yüzündeki hayal kırıklığından kurtulabilirdim.
Facebook resmine tıkladım ve beni koçluğa adanmış bir profile götürdü. Bazı resimler vardı, ama hiçbirinde yüzünü göremedim.
Profilini görebilmiştim, birinde futbol topuyla zıplıyor, birkaçında amuda kalkıyor, ama hepsinde yüzü bir şekilde görünmüyordu.
Sonuncu fotoğrafa geçtikten sonra ağzımın köşesinden salyalarımı silmek zorunda kaldım. Neredeyse tüm fotoğraflarda üstsüz tamamen kaslı bir gövde vardı.
Lanet olsun, çok güzel bir vücudu vardı.
Sonuncusunu indirdim ve görünce aklını kaybedeceğinden emin olduğum Parker'a mesaj attım.
İsteyip duracağını biliyordum, ben de ona Facebook sayfasının ve kişisel sayfasının linkini gönderdim.
Jordan'ın profil resminin büyütülmüş bir versiyonunu gönderdi.
Güldüm. Elbette, Parker'ın odaklanacağı şey koçun seksiliğiydi.
Yine mi... Parker.
Kahretsin. Neden bu kadar tatlı olmak zorundaydı?
Üstesinden gelebilirdim. Elbette her zaman birlikte çalışamayacağımızı biliyordum. Tek başıma gitmeye alışmak önünde sonunda yapmam gereken bir şeydi.
Yapabilirdim... Değil mi?
***
"Bayrak yakalama gününe hoş geldiniz!" dedi, Mallory ellerini birbirine çarparken ve biraz zıplarken kulaklığından anons yaptı.
Bekle... Ne?
Koşu bandımın ucunda durdum, Mal'a baktım. Bu sefer çok heyecanlı görünüyordu.
"Kısa, on dakikalık bir dayanıklılık turuyla başlayacağız ve sonra eşleştirildiğimiz çiftlerle çalışacağız.”
Çift mi?
Lanet olsun. Başka birinin performansı bana bağlı olacaktı. Buna henüz hazır değildim.
"Herkes istasyonuna dönsün. Hareket edin bakalım!" deyip tekrar alkışladı ve herkes çabucak kendi ekipmanına bindi. "Koşu bantlarındakiler, doğrudan temel hıza geçelim. Diğerleri bendesiniz, hadi işe koyulalım.”
Orta eğimde tempolu bir yürüyüşe başlarken kendimi biraz sakinleştirmeye çalıştım. Biraz korkmama rağmen, bunu yapmam gerektiğini biliyordum. Başka biri bana güvenecekti ve bunun için elimden geleni yapacaktım.
Yerdeki altıncı istasyona bakmaya çalıştım ama tek gördüğüm şapkayla yerde mekik çeken uzun bir erkek vücuduydu.
Umarım bu adam hayal kırıklığına uğramayı çok umursamaz diye düşündüm. Elimden geldiğince çok çabalayacaktım ama en hızlı ya da en güçlü değildim.
"Tamam, banttakiler hızı artıralım, üç... İki... Bir..."
Koşu bandında kalan zamanımı bitirirken bacak kaslarımı çalıştırarak hızlı bir şekilde yürürken zihnim nispeten temizlenmişti. Diğer grupla yer değiştirdik ve ağırlık serisine döndüm.
Mallory bize sıradaki egzersiz hakkında bilgi verdi ve mümkün olduğunca tüm talimatlarına uyarak hareketleri yapmaya çalıştım.
İşte şimdi beklenen an gelmişti.
"Pekâlâ, hanımlar ve beyler. Ağırlık katındaki numaralı istasyonlara gidin," dedi insanlar yaptıklarını durdururken, "Eşinize merhaba deyin ve harekete geçelim."
Grubun koşu bantlarından inmesini beklerken spor havlumu gergin bir şekilde ellerimin arasında sıktım. Cuma günü çarptığım marketteki adam J'yi görünce nefesim kesildi.
"Hey, ortak, buna hazır mısın?" diye dostça bir gülümsemeyle sordu.
"Elbette?” dedim, sesim titrekti.
Gülümsemesi genişledi ve kendimi bana karşı tutumundan tamamen mest olmuş halde buldum. Bir partner olarak benimle eşleşmesine hiç şaşırmışa benzemiyordu.
"Bunu ilk kez mi yapıyorsun?" diye sordu kafasındaki şapkayı ayarlarken, terli kumral saçlarının parladığını görebiliyordum.
"O kadar belli mi oluyor?" diye sorup dudağımı ısırdım.
"Bir şey olmaz. Söz veriyorum, seni küreklerde fazla tutmayacağım," dedi.
Onun yanındaki küreklere bakarken gözlerim genişledi. Kısa mesafeleri kaldırabiliyordum, ama dayanıklılığım harika değildi.
"Tamam, işte her tur için aralık süreleriniz. Bir hatırlatmaya ihtiyacınız varsa video ekranını kontrol edin," diyen Mallory, monte edilmiş televizyonu işaret ederken talimat verdi.
"Bayraklarınız kürek tanklarının üzerinde. Her takımın yeşil bayrakla iki bin metreye ulaşmasını bekliyorum. Bu çok ulaşılabilir bir hedef. Hepinizin yapabileceğini biliyorum."
"Turuncu üç bin, kırmızı dört bin metre," diye devam etti. "Siz elit kürekçiler bu hedeflere kolayca ulaşabilirsiniz.
"Bakalım aranızdan biri elit kürek ustamız büyük J'i yenmenin zorluğuna hazır mı? Bu gece yenmeniz gereken adam o. Son üç yıldır bu stüdyoda erkekler arasında dayanıklılık kürek rekorunu elinde tutuyor."
J'in yanımdaki duvara yaslandığı yere baktım. Benden çok daha uzundu. Onun yanında kendimi küçük hissettim.
"Özür dilerim," dedim, eğilirken özür diledim ve kafasını bana doğru eğdi.
“Ne için?"
"Üzgün olduğumu söyledim,” diye tekrarladım.
Başını yana doğru eğerken "Ne için?" diye sordu.
"Benimle eşleştiğin için.”
Başını salladı ve tamamen bana döndü.
"Özür dilemen için bir neden yok. Bu senin kötü bir alışkanlığın gibi görünüyor,” deyip bana bir kaşını kaldırdı.
Neyse ki loş aydınlatma sayesinde yanaklarımın kızardığını saklayabiliyordum.
"Ben..." diye başladım ama kafasını salladı.
"Hayır, söyleme."
Kafamı salladım ve o ise başıyla bilgisayar ekranını işaret etti.
"Bunun nasıl işlediğini anlıyor musun?" diye sordu, ben de görüş çizgisini takip ettim.
"Pek sayılmaz."
Paniklemiş suratıma bakıp güldü.
"Ben zemin egzersizlerini yaparken sen küreklerde olacaksın, böyle başlatacağız. Kendini tutabileceğin bir tempoya sok. Çok sert gitme, yoksa sakatlanırsın."
Başımı salladım.
"Ne kadar kürek çekip ileri gittiğin önemli değil. Ben zemin egzersizlerini bitirdikten sonra, koşu bandında ilk koşuyu yapacağım," diye açıkladı.
"Benim işim bittiğinde, küreklerden inip zemine sen geçeceksin. Rahat olmak için egzersizlerde yapman gereken değişiklikleri yap. Dizlerinden şınav çekmekte utanılacak bir şey yok."
"Başka türlü şınav mı var?" deyip yüzümü buruşturdum, güldü.
"Küstah... Hoşuma gitti."
Ve yine kızardım.
"Bir sonraki bölümle seni aşağılamaya çalışmıyorum," dedi, bana dikkatle bakarken beni yönlendirdi.
"Tamam..."
"Yürüyüş için belirlenmiş mesafeyi hallet. Yetenek aralığında elinden gelenin en iyisini yaparak takımımıza zarar vermeyeceksin," dedi.
"Hafif bir koşuda kendinizi rahat hissediyorsan, öyle devam et. Eğer rahat değilsen, o lanet koşu bandına mecbur değilsin.”
"Hazır olun, takımlar! O bayrakları ele geçirmeye hazır olun!" Mallory kürekçiler ve koşu bantları arasındaki koridordan tezahürat yaptı.
"İyi misin?" J elini dirseğime götürüp sordu.
"Evet... Önce kürekler, değil mi?"
"Evet. Bu iş sende,” dedi, karşılık vermem için eliyle yumruk yaptı, ben de grubu küreklere doğru takip ettim.
Ayaklarımın pozisyonunu ayarladım ve kürekleri tuttum, dizlerimi bükerek başlangıç pozisyonuna geçtim.
"Başla!" diye bağırdı Mallory.
Çok hızlı değildim, ama ilerlemeye küçük ekrandan gözlerimi ayırmadan devam ettim. Makinenin ritmik sesleri beni transa soktu ve partnerimi beklerken hızımı sabit tutmayı başardım.
Koşu bandına gelen ilk kişiydi ve koşarken omuzlarındaki kasların hareket etmesini izlemek için birkaç kez yukarı bakmış olabilirdim. Şortunun rahat kesimine de hayran kalmış olabilirim ama odaklanmaya çalışıyordum.
"Hazır mısın?" dedi, küreğin karşısında durdu ve ayak kayışlarını gevşetmeme ve elimi kavrayarak ayağa kalkmama yardım etti.
Monitörü inceledi ve kürek çektiğim mesafeye baktı.
"Güzel. Şimdi bir sonraki aşamaya geçebilirsiniz."
Başımı salladım ve hemen zemin egzersizi yapacağım yere doğru yürüdüm. Çömelmeler, şınavlar ve mekiklerin arasından geçerken homurdandım.
J küreklerde adeta fırtına gibi esiyordu, kaslı bacaklarıyla ölüm kalım meselesiymiş gibi kürekleri çekiyordu. Koşu bandına yaklaşırken beni onu izlerken gördü ve başını salladı.
"Bunu yapabilirsin,” diye kendi kendime mırıldandım. Makineyi ayarladım ve ben hızlandıkça sayıların yavaş yavaş artmasını izledim.
Kendime verilen sayıya ulaştığımda makineyi durdurdum ve sakinleşmek için derin nefes aldım.
"İkinci raunt,” dedi ayaklarını kayışlardan kurtarıp yanıma gelince. Beşlik çaktı. "İyi iş çıkardın."
"Teşekkür ederim. Sen de öyle."
Eline çaktım ve ağırlık egzersizine koşmadan önce göz kırptı. Bağlanırken mesafe izleyiciye baktım ve gözlerim genişledi. O… Daha doğrusu biz...Çoktan üç bin metreyi geçmiştik.
Bacaklarım yanıyordu, ama ikinci raundu bitirmesini beklerken sakin bir tempo yakalamıştım. Bir kere daha ellerimizi birbirine çakarak sorunsuzca yer değiştirdik ve zemin egzersizlerinden duyduğum rahatsızlığı bastırmaya çalıştım.
Koşu bandına vardığımda, hemen üzerine atladım ve tempomu geçen turda yaptığım gibi ayarladım. Rakamlara odaklandım ve hemen geçiş yaptım.
"İyi işti,” dedi.
Yorgundum, titreyen ellerimle ayak kayışlarını bağladım, bu işi bitirmeye kararlıydım. İsimlerimizin karşısında küçük bir kırmızı bayrak olduğunu fark etmemiştim bile.
J adeta bir makineydi. Lanet olası.
Koşusu bitene kadar enerjimin yavaş yavaş tükendiğini hissettim.
"Bu iş sende. Çok yaklaştın,” deyip J omzumu sıktı ve ağırlık zeminine doğru başını salladı.
"Bu iş bende," deyip dişlerimi sıkarken kendi kendime mırıldandım, son on şınavı çekerken kollarım zangır zangır titriyordu.
Aşmam gereken mesafe gözümde büyüdü, ama bitmeye çok yaklaşmıştık.
"Sadece birkaç dakika kaldı. İşaretimle," diye seslendi Mallory.
Önceki tempom beni yormuştu ama kendimi zorladım ve elimden gelenin en iyisini yapmaya çalıştım.
"Otuz saniye kaldı... Her şeyinizi verin!" diye bağırdı.
Muhtemelen daha sonra pişman olacağımı bilsem de, eğimimi düşürdüm ve hızı 5,5’e kadar artırdım. Mesafemi tamamlamak için sadece sekiz metrem kalmıştı.
"Son on beş saniye!"
Ciğerlerim yanıyordu, bacaklarım tutmuyordu ve çok yorgundum. Ama devam ettim.
"Beş saniye!"
Bacaklarımı tüm gücümle zorladım ve koşarken kalbim adeta duracak gibi oldu.
"Durun! Bantlardan inin, birazdan puanları toplayacağız!"
Gözlerimdeki teri silerek dur tuşuna bastım ve mesafe izleyiciye baktım. Hedefime ulaşmış ve hatta biraz geçmiştim.
Bitirmiştim.
Ben banttan inerken J koşu bandımın dibinde duruyordu, eli bana uzanmıştı.
"Çok iyiydi," dedi içtenlikle.
"Ben..." Kelimelerimi toparlamaya çalışırken nefes nefese kalmıştım.
"Sakin ol, nefesini kontrol et,” diye beni cesaretlendirirken elimi tuttu.
"Deniyorum," dedim.
Parmaklarımı sıkarken kafasını salladı.
"Etrafına bir bak, yarışı bitiremeyen müdavimler var. Ama sen başardın. Bununla gurur duy," dedi.
"Ah. Çok yakınmış..." Mallory bir elinde bir demet bayrak tutarken sayıları incelemeye başladı. "Ama kürekçi ustası unvanını koruyacak gibi görünüyor. Altı numaralı ekip 6.800 metre ile estirmiş. İki numaralı ekip 6.400, iyi iş."
"Ben..."
Çabucak başını salladı ve parmağını bana doğrulttu. "Bunu aklından bile geçirme.”
"Ah... Güzel iş diyecektim,” dedim, ona bakarken çabucak düzelttim.
"Bu çok daha iyi."
"Muhtemelen başka bir ortakla daha ileri gidebilirdin," dedim.
"Belki... Ama bizi yarışta tutan sensin. Sadece kürek çekmiş olsam bizi yenerlerdi. Sen de harika bir çaba sarf etti."
"Teşekkürler," dedim, utangaç bir şekilde cevap verdim. İltifat kabul etmekte hiç iyi değildim.
"İlk seferin için inanılmaz derecede iyi iş çıkardın,” dedi, dudağımı ısırırken gözleri ağzıma doğru sürüklendi. "Sen Hannah'sın, değil mi?"
Başımı salladım. Belki Ty ona kim olduğumu söylemişti.
"Doğru düzgün tanıştırılmadık," deyip elini uzattı.
"Sana da J diyorlar, değil mi?" diye elimi ona uzatırken sordum. Elim elinin arasında adeta yok oldu.
Başını eğdi ve kaşını kaldırdı.
"Teknik olarak evet... Ama buradaki çoğu insan ban Koç Jordan der.”