CEO'nun Mükemmel Teklifi - Kitap kapağı

CEO'nun Mükemmel Teklifi

Kimi L Davis

Bölüm 7

O gece gözüme uyku girmedi. O güzel, narin kadının görüntüsü gözümün önünden gitmiyordu. Kimdi bu kadın?

Yedinci kat ve üzerindeki katlar neden yasaklıydı? Emin olduğum tek şey resimdeki kadının Maslowlar’la bağlantılı olduğuydu. Ama kimdi?

Vücudum birkaç saat sonra uykuya yenik düştü ancak zihnim çalışmaya devam ediyor ve üst katlardaki gizemle ilgili yeni senaryolar üretiyordu.

Sebebi her ne ise onu bulacaktım. Sadece kimseye fark ettirmemem gerekiyordu.

Sabah oldu ve Gideon beni içime girerek uyandırdı. Şaşırdığımı söylemek hafif kalırdı. Böyle bir uyandırılma şeklini hiç beklemiyordum.

Neyse ki uyanmış ve beni uykumda beceren kişiye yumruğumu geçirmeden önce Gideon olduğunu görerek rahatlamıştım.

Aksi olması ihtimalinde ben Gideon’ın gazabına uğrarken o da yüzünde güzel ve büyük bir çürük sahibi olurdu.

“Neden sabah ilk iş benimle seks yaptın?” diye sordum kahvaltıda.

“Seni hamile bırakmaya çalışıyorum. Ne kadar çabuk hamile kalırsan o kadar iyi olur” dedi açık açık. Sandviçini çatal bıçakla yediğini görünce, Maslowlar’ın kraliyet ailesine mensup olup olmadığını sorgulamaya başladım.

Kesinlikle öyle davranıyorlardı. Hizmetçiler Gideon’a “efendim”, bana da “leydim” diye hitap ediyordu, ki yanılmıyorsam bunlar kraliyet üyeleri için kullanılan kelimelerdi. Gideon’ın lanet olası sandviçi çatal bıçakla yeme konusuna ise hiç girmiyorum bile!

Ancak cevabı beni biraz incitmişti. Tamamen acı gerçeklere dayandığı için değil ama kendimi bir bebek yapma makinesi gibi hissettirdiği için incinmiştim.

Gerçi Gideon’la ona bir varis vermem gerektiği için evlenmiştim ama adam bana bir makine gibi davranmak zorunda değildi. Sonuçta ben de bir insandım ve duygularım vardı.

“Benimle rastgele seks yapman beni daha çabuk hamile bırakmanı sağlamaz,” dedim ama adamın konuşmaya niyeti yoktu.

Yüzüme bakıp “Benimle daha fazla tartışma,” dedi.

Evet, çok bile konuşmuştuk. Belli ki sabah seksi ona pek iyi gelmiyordu.

Kahvaltı bitince Gideon hemen işe gitti ama öncesinde sabit telefonu kullanarak Kieran’ı arayabileceğimi ve kardeşimin nasıl olduğu hakkında bilgi alabileceğimi söyledi. Sadece dörde basacak ve otomatik olarak Kieran’a bağlanacaktım.

Bunu duyunca gülümsedim. Gideon çoğu zaman soğuk ve acımasız olsa da insanlara karşı hala yumuşak bir karnı vardı. Belki de sadece bana karşı öyleydi.

Emin değildim ama ara sıra böyle küçük jestler yaparak o yumuşak tarafını ortaya çıkarıyordu.

Gideon şatodan çıkar çıkmaz gözüm hemen merdivenlere kaydı. Yasak bölgede keşfe çıkmak için mükemmel bir zamandı.

Tek istediğim yakalanmamaktı. Ama öncesinde kardeşimle konuşmalıydım.

Yakınlardaki kablosuz telefonu kaptım ve dörde bastım. Telefon dört kez çalıp açılmayınca, Kieran’dan umudu kesmeye başladım ama birkaç defa daha çaldıktan sonra sonunda cevap geldi.

“Alo?”

“Merhaba, Kieran. Benim Alice,” dedim.

“Oo, küçük mantar, nasılsın?” diye sordu Kieran.

“Bana öyle dememeni daha kaç kere söylemem gerekiyor?” dedim sinirle.

“Binlerce kez söyleyebilirsin, sana yine de küçük mantar diyeceğim,” diye cevap verdi. Sırıttığı sesinden bile anlaşılıyordu.

Ona küfretmemek için kendimi zor tutuyordum. Derin bir nefes aldım ve küfretmek yerine “Nico nerede?” diye sordum.

“Televizyon izliyor,” dedi.

“Bu kadar çok televizyon izlemesine izin vermemelisin. Onun için iyi değil,” diye azarladım.

“Ya televizyon izleyecek ya da dışarı çıkıp oynayacak. Seçimini yap,” dedi soğuk bir sesle.

“Hiç kutu oyununuz yok mu?” diye sordum. Tanrım bu insanlar çok sıkıcıydı.

“Neyim ben, yedi yaşında mı? Hayır, hiç kutu oyunum yok,” diye homurdandı.

“İyi, git al o zaman. Bu kadar para ne işe yarar, sadece striptizcilerin önüne atmaya mı?!” Gideon’ın Kieranla Nico’nun önümüzdeki iki hafta boyunca beraber kalması fikrinden nefret etmeye başlamıştım.

“Tanrım, çok sinir bozucusun,” diye sızlandı.

“Git ve Nico için kutu oyunu al,” diye emrettim. “En çok Risk ve Monopoly oynamayı sever. Kızmabirader de fena değil.”

“Peki kiminle oynayacak, hayali arkadaşlarıyla mı?” diye sorunca kafamı duvarlara vurmak istedim.

“Hayır, ahmak. Seninle oynayacak,” dedim.

“Dikkat et, küçük mantar, bana hakaret etmeye devam edersen bu kadar nazik olmayabilirim,” diye uyardı.

“O zaman bana seni aşağılamam için fırsat verip durma. Git, Nico için oyun satın al ve telefonu ona ver. Onunla konuşmak istiyorum,” dedim.

Nico telefona gelmeden önce bir tür hışırtı sesi duydum. “Alo?” dedi Nico.

“Merhaba, Nico. Benim Alice,” dedim. Kardeşimin sesini duyunca rahatlamıştım.

“Merhaba Alice, nasılsın? Gideon nasıl?” diye sordu Nico.

“Ben iyiyim, dostum. Gideon da iyi. Asıl sen nasılsın?” Nico’yu son görüşümün üzerinden sadece yirmi dört saat geçmişti ama bana aylar gibi gelmişti.

“İyiyim, Kieran’ın gerçekten büyük bir evi var,” dedi.

“Bu harika, Nic. Neler yapıyorsun?” Ne yaptığını zaten biliyordum ama yine de sohbet olsun diye sormuştum.

“Televizyon izliyorum. Kieran ve ben atıştırmalık bir şeyler yaptık. Gerçekten iyi bir aşçı,” diye mutlu bir şekilde cevap verdi.

“Sağlıklı atıştırmalıklar, değil mi?” diye sordum. Kardeşime abur cubur yediriyorsa Kieran’ın canına okurdum.

“Evet, sebzeli sandviçler. Çok lezzetli,” dedi.

“Güzel, bu iyi,” dedim.

“Alice biliyor musun, Kieran bana Gideon’ın ameliyatım için iyi bir doktor aradığını söyledi,” dedi.

Nico’nun söylediklerine inanamıyordum. Gideon Nico’nun ameliyatı için kardiyolog mu arıyordu? Kendi sorunu olmasa da kardeşim için iyi bir doktor arıyordu.

O an Gideon hakkında düşündüğüm tüm olumsuz şeyler buhar olup uçtu ve geriye sadece olumlu özellikleri kaldı. Gideon’ın soğuk, mesafeli, dobra ve kibirli olması önemini yitirmişti.

Önemli olan tek şey, onu ilgilendirmiyor olmasına rağmen, iyi bir kardiyolog arıyor olmasıydı ve bu da ona olan saygımı yüz kat arttırdı.

“Emin misin, Nic?” diye sordum. Kieran’ın Nico’yu kandırmadığından emin olmak istiyordum.

“Evet, Kieran söyledi. Ona sorabilirsin,” diye cevap verdi Nico.

“Onu telefona verebilir misin?” diye sordum.

“Tabii ki.” Ufak bir hışırtı sesinden sonra Kieran yine hattaydı.

“Ne oldu, küçük mantar?” diye sordu.

“Gideon’ın Nico için bir kardiyolog aradığı doğru mu?” diye sordum.

“Evet,” dedi.

“Emin misin? Bana yalan söylemiyorsun, değil mi?” diye sordum. Tanrım, eğer şaka yaptığını söylerse onu dövebilirdim.

“Küçük mantar, sence biz o kadar zalim miyiz? Kardeşimin teklifini reddettiğin gün sana karşı birlik olmuş olabiliriz ama kardeşinin ameliyatı ile ilgili yalan söylemek gibi iğrenç şakalar yapacak insanlar değiliz. Bizi böyle görmen çok aşağılayıcı,” dedi.

Bu sözleri duyunca içime bir suçluluk hissi geldi. Kieran haklıydı. Onları bu kadar çabuk yargılamamalıydım. Gideon bana zaten çok şey vermişti. Kocam hakkında böyle düşündüğüm için kendime kızdım.

“Özür dilerim Kieran. Bunları söylememeliydim,” diyerek özür diledim.

“Bağımsız olmaya ve insanlardan yardım almamaya alışık olduğunu biliyorum ama artık rahatla. Gideon’ın yükünün bir kısmını omuzundan almasına izin ver. Bırak sana yardım etsin,” dedi Kieran.

Keşke başkalarından yardım kabul etmek bu kadar kolay olsaydı. Ama gerçek şu ki bunu yapamıyordum. Başkalarının bana yardım etmesini istemiyordum çünkü buna alışırım diye korkuyordum.

Gideon ve ben sadece bir yıl birlikte olacaktık. Yükümü onunla paylaşmaya alışamazdım çünkü bir gün her şey bitecek ve garsonluğa geri dönecektim.

Her şeyi tek başıma göğüslemek zor olacaktı.

Ancak, Kieran’ın tüm bunları bilmesine gerek yoktu. Bu benim sorunumdu ve onu kendi başıma halledecektim.

“Denerim,” dedim.

“İyi. İnan bana bu zor olmayacak. Şu an dünyanın en zengin adamlarından biriyle evlisin. Tüm dileklerin gerçekleşebilir. Tek yapman gereken onları söylemek,” dedi.

Peki ya gezegendeki en zengin adamlardan biriyle evli olmadığım zaman? O zaman ne olacaktı? Bir gün biteceğini bile bile bu lüks hayattan zevk almanın ne anlamı vardı?

Sırf, Tanrı kardeşimin ameliyatını yaptırabilmem için para bahşetti diye maddi durumumu göz ardı edecek kadar aptal değildim.

Nico ameliyat olduktan sonra paranın diğer yarısını eğitimi için kullanabilirdim. Parasal sorunlar içinde yüzmesine izin vermektense, ona hak ettiği geleceği verebilirdim.

“Teşekkür ederim, Kieran ve senden şüphe ettiğim için özür dilerim,” dedim.

“Sorun değil, küçük mantar. Şimdi gidip Nico’ya kutu oyunları almalıyım,” dedi.

“Tamam ve ilacını zamanında içirdiğinden emin ol. Kendine iyi bak, hoşça kal.”

“Güle güle.”

Telefonu yerine geri koydum, kardeşimin iyi olmasına ve güzel zaman geçirmesine sevinmiştim. Şimdi sırada diğer görevim vardı: yedinci kata çıkmak.

***

Kieran ve Nico ile konuştuktan sonra birkaç saat bekledim. Ortalık hizmetçi kaynıyordu. Gizlice yukarı çıkarken yakalanırsam başım büyük derde girebilirdi.

Bu yüzden bekledim.

Biraz daha bekledim.

Beklemek dayanılmazdı. Zaman geçmek bilmiyordu. Ne zaman saate baksam sadece bir dakika ilerlemiş olduğunu görüyordum, sanki hiçbir sayıyı atlamıyordu.

Dört saat sonra hizmetçiler öğle tatili için odalarına çekildiler. Saat tam on ikiyi gösteriyordu.

Suzy aşçıların öğle yemeği molası biter bitmez gelip öğle yemeği hazırlayacaklarını söylemişti, yani saat birde. Bu da yedinci katı keşfetmek için sadece bir saatim olduğu anlamına geliyordu.

Derin bir nefes alıp hızlı bir şekilde merdivenlerin başına koştum ve dördüncü kata çıkana kadar hiç durmadım. Sonra biraz durup soluklandım.

Yemin ederim, eğer zamanla yarışıyor olmasaydım böyle nefes nefese kalmazdım.

Hemen saate baktım, yelkovan birin üstündeydi. Bu şatonun en güzel tarafı her katta saatlerin olmasıydı, öyle sıradan saatler de değil çok uzaklardan bile görülebilecek büyük saatler.

Çoktan beş dakika geçmişti, bu da geriye elli beş dakikam kaldığını gösteriyordu. Elli beş dakika içinde fazla keşif yapamazdım. Aslında ona elli dakika diyelim çünkü beş dakikayı da aşağı inmek için kullanacaktım.

Merdivenlerdeki yolculuğuma iki dakika daha devam edip beşinci kata ulaştım ve sonra altıya. Bir yandan da arkama bakıp takip edilip edilmediğimi kontrol ediyordum.

Kimseye ne yaptığımı açıklayacak havada değildim, hele o adını bile hatırlayamadığım büyük hizmetçiye asla.

Altıncı kata ulaştığımda tekrar soluklandım. Büyük saate bakınca kalbim küt küt atmaya başladı, yelkovan onun üstündeydi. Kahretsin sadece kırk beş dakikam kalmıştı.

Yedinci kata çıkmaya hazırlanırken heyecanım iyice arttı. Burası içinde pek çok sır barındıran kattı.

Tüm personele ve aile üyelerine yasak olan kat. Bu şatoyu gizemli yapan kat.

Keşfetmek için bu anı seçtiğime memnundum. Kimse beni takip etmemişti ve sonraki kırk beş dakika boyunca bu katın ve üstündeki katların neden yasaklandığını huzur içinde araştırabilecektim. Tek yapmam gereken bir ipucu bulmaktı.

Ancak merdivenden yukarı bakınca hem şok oldum hem de çok sinirlendim.

Bütün emeklerim boşa gitmiş, kahvaltı boyunca biriktirdiğim heyecanım kaybolmuştu. Karşımda duran şeyi görünce içimi öfke kapladı.

Bir kapı vardı. Yedinci kata çıkan merdivenlerin girişinde duran büyük, çelik bir kapı. Kafesliydi ve bütün çelik çubukları iki santimetre kalınlığındaydı.

Anahtar sokulabilecek bir kilidi ya da anahtar deliği yoktu. Sadece sol tarafının ortasına yerleştirilmiş elektronik bir tuş takımı vardı.

Kapıyı görünce şatoda yaşayan herkese lanet ettim. Önümde duran apaçık gerçeğin hayal kırıklığıyla bağırıp çağırdım.

Yedinci katın girişi kilitliydi.

Sonraki bölüm
App Store'da 5 üzerinden 4.4 puan aldı.
82.5K Ratings
Galatea logo

Sınırsız kitap, sürükleyici deneyimler.

Galatea FacebookGalatea InstagramGalatea TikTok