M.H. Nox
HAZEL
Kasım ortasında, mevsimin ilk karıyla uyandım. Beyaz bir battaniye kasabayı kapladı ve her şeyi sessiz hale getirdi.
İşe yürürken botlarım, kara bastığında gıcırdıyordu.
Okula giderken çocukların yanından geçtim, kar için gerçekten de heyecanlandım.
On ya da on bir yaşlarında görünen çete üyesi gibi bir çocuk, kendinden biraz daha yaşlı olan başka bir çocuğu, kafasının arkasına bir kartopu ile pusuya düşürdü.
Kendi kendime gülümsedim. İlk kar yağdığı zaman sanki dünyada büyülü bir şeyler vardı.
Biri arkadan adımı seslendiğinde yaklaşık beş dakikalık mesafelik yürümüştüm. İçgüdüsel olarak sese doğru döndüm.
Onu görmeden önce kim olduğunu zaten biliyordum ve onu tekrar görme beklentisiyle tenim karıncalandı.
“Seni işe bırakmama izin verir misin?” diye sordu.
“Burada ne işin var?” diye sordum, kaşları çatıldı.
“Az önce de söylediğim gibi, seninle işe kadar yürümek istiyorum.”
“O kısmı anladım. Aslında demek istediğim tam olarak bu değildi,” diye açıkladım.
“Ah.” Yüzünde anlayamadığım bir ifade vardı.
“Biraz garip olduğumun farkındayım,” dedi.
“Sadece biraz,” mırıldandım.
“Kendime engel olamıyorum,” dedi, sanki bu her şeyi açıklığa kavuşturmuş gibi.
“Tamam, benimle işe kadar yürüyebilirsin,” dedim.
Önümde yürümemek için adımlarını benimkilerle eşleştirirken gülümsedi, o uzun bacaklarıyla normal hızında yürüseydi kesinlikle önümden yürüyor olurdu.
“İlk tanıştığımız geceden beri işlerin biraz garip olduğunu biliyorum. Yapmamam gereken davranışlarda bulundum ve bunun için özür diliyorum,” dedi.
“Oldukça kafa karıştırıcı şeyler yaptın ve söyledin,” diye kabul ettim.
“Seninle tanışmak bende bir şeyi tetikledi ve bunu sana delirmene sebep olmadan nasıl açıklayacağımı bilmiyorum.” Sesi yumuşaktı, savunmasızdı.
“İşte bundan bahsediyorum. Bu bana hiç mantıklı gelmiyor,” dedim.
“Biliyorum.” O çarpık gülümsemeyi tekrar ortaya çıkardı ve kalbim yavaş yavaş biraz fazla tanıdık gelen bir şekilde çarpmaya başladı.
Yine sessizce yürüyorduk biraz sonra kitapçıya vardık.
Bir parçam rahatladı çünkü Seth'te beni içine çeken bir şeyi vardı ve bu beni biraz korkutuyordu.
Başka bir parçam onunla kalmak, yürümeye devam etmek istedi, bu şekilde belki bir şekilde gizemini çözebilirdim.
Birbirimizi çok az tanıyorduk ama yine de her şeye rağmen onun yanında çok sakin, çok rahat hissediyordum. Ve onunla daha çok vakit geçirmek istiyordum.
“Karı beğendin mi?” Seth aniden sordu, ton değişikliği neredeyse komikti.
“Evet,” diye cevap verdim, kıkırdamamı bastırarak, uygun bir tepki olduğun dan emin değilim.
“Sanırım bir süre daha yağacak,” dedi.
“Yani hava durumu uzmanı falan mısın?”
“Hayır” dedi.
“Ama bunları tahmin etmekte oldukça iyiyimdir,” diye gülümsedi, sanki komik bulmuş gibi.
Kaşlarımı sorgulayarak kaldırdım.
“Altıncı his tarzı bir şey diyelim,” diye kıkırdadı.
“Yine yapıyorsun” diye şikayet ettim.
“Ne yapıyorum?”
“Kafamı karıştırıyorsun,” diye açıkladım.
“Ah, ne kadar güzel. Kusura bakma.” Sırıttı. Hiç üzgün değildi ve daha fazlasını açıklamaya da niyeti yoktu.
Şimdi kitapçının kapısındaydık, istediğimden daha hızlı. Tekrar hafif kar yağmaya başlamıştı.
Seth benimle yüzleşti ve yeşil gözleri benimkilere sabitlendi. Her zaman endişe verici derecede yoğun ve hala doğal olmayan derecede parlaktılar.
“Senden uzak durmayı imkansız buluyorum,” dedi.
Eli boynumda kaldı ve derim parmaklarının altında ürperdi.
Nasıl cevap vereceğimi bilmiyordum ve ben farkına varmadan o uzaklaşıyordu.
“Sonra görüşürüz,” diye seslendi omzundan.
Yavaş yavaş hayatımın demirbaşı haline gelen bu garip adam için inançsızlık içinde kafamı salladım, sonra dükkana girdim.
Seth'le geçirdiğim zamandan sonra her şeyin normalliği neredeyse tuhaf geliyordu. Çünkü ne zaman onunla birlikte olsam, kendi küçük balonumuzda gibiydik.
Crystal ben içeri girerken bana şüpheli bir şekilde baktı ama hiçbir şey söylemedi.
İşten sonra beni tekrar bekliyor olur mu diye merak ediyordum. Onunla bağlantı kurmanın bir yolu yoktu. Ne zaman onu düşünsem birden ortaya çıkıyordu.
Bu konuda bir şeyler yapmak zorundaydım. Eğer hayatımın bir parçası olacaksa - şu anki noktada bu, kaçınılmaz bir şey gibi hissettirmeye başlayan bir şeydi - daha az anlaşılmaz olmasına ihtiyacım vardı.
O gün eve yalnız yürüdüm. Hissettiğim hayal kırıklığı, beni utandırdı.
Seth King'in kim olduğunu ve etrafımda olma konusunda neden kararlı olduğunu ve tüm bunların ne anlama geldiğini öğrenmem gerekiyordu. Ve bu konuda kendi duygularımı yine kendim çözmem gerekiyordu.
Ona ne kadar yaklaşmaya istekli olduğumu anlamaya.
Sözleri çok garipti, ama önemliydi de ve bana kabul etmek istemediğim şeyleri hissettirdiler. Ona yoğun bir şeyler hissetmek için çok erkendi, ama elimde değildi.
Ondan nasıl korkmadığımı merak ediyordum. Görünüşünden, derinliğine kadar tamamen korkutucuydu. Yine de kendimi farklı hissettiremedim. Onun yanında korkmak için fazla güvende hissediyordum.
Ne kadar mantıksız olursa olsun, ona çekiliyordum ve kendimi, onu bir dahaki sefere görmeye özlerken buldum.
***
Fazla beklememe gerek yoktu, çünkü ertesi sabah yine oradaydı. Toprak hala karla kaplıydı, bana garantisini verdiği gibi.
Apartmanımın dışındaki bir elektrik direğine kayıtsızca yaslanmıştı. Soğuğa rağmen ceketi açıktı ama normal bir insanla aynı sıcaklıkta olmadığını düşünmeye başlamıştım.
Her zaman olduğundan çok daha sıcak bir hava için giyinmiş gibi görünüyordu ve cildi uzun bir süre soğukta olmasına rağmen benimkine oranla sıcaktı.
“Günaydın” dedi, beni neşeli bir şekilde karşıladı.
“Bugün keyfin yerinde,” dedim.
Yürümeye başladığımda Seth omuz silkti ve bana katıldı.
“Her zaman işe yürür müsün?” diye merakla sordu.
“Arabam yok, o yüzden evet. Ayrıca, yürümeyi seviyorum.”
“Hmm.”
“Ne?”
“Hiçbir şey, sadece senin hakkında yeni şeyler öğrenmeyi seviyorum,” dedi, gülümsedi.
“Tamam o zaman.” Ben de gülümsemeden edemedim. Pozitif ruh hali bulaşıcıydı.
Sadece onun da aynı şeyi yaptığını fark ettiğimde ona baktım. Gözlerimiz buluştuğunda ikimiz de utangaç bir şekilde gülümsedik. Sessiz, karla dolu sabahta yürürken rahat bir sakinlik içindeydik.
Sanki orada olduğundan emin olmak zorundaymışım gibi gizlice ona baktım.
Nedenini tam olarak bilmiyordum, ama onunla ilgili bir şey çok farklıydı ve hayatımdan aniden kaybolacağından korkuyordum.
Kitapçının yolunu yarılarken sokağın karşısından bize bakan biri vardı, Seth'ten biraz daha yaşlı görünen bir adam.
Yürümeye devam ettikçe iki kişi daha fark ettim: kadınlar, kırklı yaşlarının sonlarında gibiydi. Gözlerini üzerimizde gezdirirken birbirleriyle konuşuyorlardı.
Seth'e tekrar baktım. Önceki neşesinin hiçbir izi artık belirgin değildi. Onun yerine bariz gerginlik ve kızgınlık vardı.
Yumrukları yanlarına sıkılmıştı. İki kadın mırıldandı ve Seth'in göğsünün derinliklerinde alçak, hayvani bir ses gürledi.
Bu beni ürküttü ve iki kadın da bunu duymuş gibiydi - bunun mümkün olması için çok uzakta olmalarına rağmen - çünkü rahatsız edici bir şekilde bizim olduğumuz yere bakıyorlardı, sonra gitmeden önce başlarını hafifçe eğdiler.
Birden durdum ve onun yanında yürümediğimin farkında olmadan yürümeye devam eden Seth'e baktım.
Birkaç saniye sonra fark edince bana döndü, kaşları kalkmıştı.
“Az önce ne oldu?” diye sordum.
Seth gözlerini kapadı ve burnunun köprüsünü çimdikledi, gözle görülür bir şekilde kendini sakinleştirmeye çalıştı. Gözlerini açtığında birkaç adım geriye yürüdü.
“Fark etmediğini umuyordum,” dedi iç çekerek.
“O kadınlar bize bakıyordu, ondan önce de bir erkek, ve sen hırladın, kelimenin tam anlamıyla hırladın. Gürültülü değildi, ama bir şekilde seni duydular, sese tepki gösterdiler, çünkü devamında kaçtılar.”
Bana cevap vermek gibi bir niyeti yok gibiydi.
“Tam olarak nesin sen Seth King?” Ona sordum, çünkü birden insan bile olmayabileceği aklıma gelmişti.
Bir hayvan gibi hırlıyordu, üşümüş gibi görünmüyordu ve birden ortaya çıkıp, beni iki yetişkin dev adamdan kurtarıyordu. Bu normal değildi.
“Keşke bunu bana sormasaydın,” dedi, sesi alçaktı.
“Neden?” Kollarımı göğsüme katladım ve ona hafif bir çatık kaşla baktım.
“Karışık bir durum ve zaten bana inanmazdın.”
“Bunu bilemezsin,” dedim.
Bir an yüzümü kontrol etti, sonra yaklaşıp başparmağıyla yanağımı okşadı ve dokunuşu yumuşaktı.
“Hadi, işe geç kalacaksın.” Bana hiçbir şey açıklamaya niyeti olmadığı açıktı.
Hayal kırıklığı içinde iç çektim, ama yürümeye devam ettim. Gerçekten geç kalmak istemedim.
Dükkana gelen insanlar bana meraklı bakışlar atıp durdukça bütün gün paranoyak gibi hissettim.
Bu beni endişelendirdi ve o gün için işten çıkışımda Seth, yaslandığı duvardan kendini iterken neredeyse tenim yanıyordu. Kalbim, göğsümde öfkeyle atıyordu.
“Sen iyi misin?” Seth sordu, sesindeki endişe açıktı.
“Evet, az önce beni hazırlıksız yakaladın. Biraz endişeli hissediyorum. Bu sabaha kadar insanların beni izlediği hissinden kurtulamadım. Aptalca geldiğini biliyorum...”
Ne kadar kızgın göründüğünü fark ettim.
“Sorun ne?” Tereddütle sordum.
“İnsanların kendi lanet işlerine bakmaları gerekiyor,” diye yanıtladı, sesinde kızgın bir titremeyle.
“Bu da ne demek oluyor?”
“Lanet olsun, lanet olsun,” diye tersledi Seth, elini saçlarının arasından geçirirken, saçlarını tuhaf yerlere savuruyordu.
“Bunu farklı yapmayı, sana daha fazla zaman vermeyi umuyordum, ama bana başka seçenek bırakmadılar. Eğer şu anda seni takip ediyorlarsa, o zaman bunu ertelemeye nasıl devam edeceğimi bilmiyorum.”
Daha fazla açıklamasını bekledim.
“Konuşmamız gereken bir şey var. Seni bana götürsem sorun olur mu?”
Sonunda Seth'in benden ne sakladığını öğrenmeye hevesliydim, çabucak kabul ettim.
“Arabam hemen köşede, hadi” dedi, dirseğimi tuttu. O kadar hızlı yürüyordu ki yetişmek için neredeyse koşmak zorunda kaldım.
Köşeyi döndüğümüzde koyu renkli pencerelere ve dev tekerleklere sahip, parlak siyah bir Jeep orada bizi bekliyordu.
Seth cebindeki anahtarları çıkardı ve benim için yolcu tarafının kapısını açmadan önce kapıları açmak için bir düğmeye bastı.
Çabucak arabaya oturdum ve farkına bile varmadan, Seth'in evine giderken kasabadan hızla geçiyorduk.