Luci Fer
Trinity
Telefon alarmımla uyandım ve umutsuzca telefonumu aramaya başladım. Gözlerim yarı uykulu halde hala birbirine yapışmış gibiydi.
Birkaç başarısız denemeden sonra sonunda telefonumu buldum ve alarmı kapatmayı başardım. Saat üç buçuktu. Uzun zamandır bu kadar iyi uyumamıştım. Sonra olan biten aklıma geldi.
Stephen'ın kulağımda inlerken sesi, birlikte yaşadığımız zevk... Çok ateşliydi!
Ama sabah yaptığımız utanç verici şeyi düşünmeden bu geceyi nasıl atlatacaktım ben?
Daha önce hiç böyle bir şey yapmamıştım. Ama bana hissettirdiklerini göz önünde bulundurunca, yine isterse yine yapacağımı biliyorum.
Yataktan sürüklenerek çıkıp duş almak için banyoma gittim. Geceye hazırlanmak için saçımı yıkayıp her yerimi tıraş ettim.
Rahatlatıcı ve sıcak suyun içinde yarım saat kadar kalarak iyice ayıldım. Çıkıp bornozumu giydim ve saçlarımı havluya sardım.
Saçımı havluyla kuruttuktan sonra gece için hazırlanmaya başlayacaktım. Ama önce bir fincan kahveye ihtiyacım vardı.
Luke ve Matt'in salonda Netflix'e daldığını fark ettim ve mutfağa doğru yol aldım. Tabii ki Luke ne kadar geç olduğunu vurgulamak için atıldı ve onları varlığımla şereflendirdiğim için teşekkür etti.
"Ha! Aslında daha önce kalkmıştım ama biraz daha uyuyayım dedim. Biraz daha uyurum diye düşünmüştüm ama bu kadar uyuyacağım da aklıma gelmemişti..."
Matt, bütün gün kanepede pineklemek haricinde bir şey yapmadıklarını, Luke ise koltuktan sadece pizzayı siparişini almak için kalktıklarını söyledi. “Buzdolabında birkaç dilim daha var.” diye ekledi Luke.
"Teşekkürler bebeğim, ama hazırlanmam gereken yemek davetimi mahvetmek istemiyorum."
"Aa! Nereye gidiyorsun? Ayrıca benim davetiyem nerede?" diye sordu Luke. Olayın dışında kaldığı için gücenmiş görünüyordu.
"Aman Tanrım! Çocuklar çok üzgünüm. Dün gecenin etkisiyle ikinize de söylemeyi unuttum." Çabucak kahvemi aldım, salona girdim ve kendimi kanepeye bıraktım.
Luke ve Matt'e bu akşam Stephen'la olan randevumun detaylarını, dün gece ofisinde yaşananları ve son olarak da Capulet’in sahibi olduğunu anlattım.
“Yemin ederim ki eğer en yakın arkadaşım olmasaydın ve seni bu kadar sevmiyor olsaydım acayip kıskanırdım! Bu adam her şeyiyle muhteşem." İkimiz de gülerken başka bir şey söylemedim.
"Doğru aşkım. Ben kalkıp hazırlansam iyi olur. Tekrar ediyorum buralarda ol, kıyafet konusunda görüşlerinize ihtiyacım olacak."
Onlara öpücük atıp yukarı çıkarken ikisi de onayladı.
Stephen'ın beni bu gece götürmeyi planladığı yer hakkında hiçbir fikrim olmadığı için, çoğu mekana uygun olan minimal ama klas bir görünüm seçmeye karar verdim.
Saçımı kurutarak hafif kabarttım ve doğal dalgalarımın katlamasını sağladım.
Bej bir göz farı ve nüde tonlarda ruja karar kıldım. Ancak gözlerimi vurgulamak için biraz ekstra maskara uyguladım. Son olarak da güvenilir liman olan klasik küçük siyah elbisemi giydim.
Dantel işlemeli ve ince askılı en sevdiğim vücuduma yapışan elbiseyi seçtim. Kombinimi en sevdiğim siyah bantlı topuklu ayakkabılarla tamamladım.
Saate baktım. altıyı on geçiyordu. Son bir defa kendime bakıp portföy çantamı kaptım Matt ve Luke'un fikrini almak için aşağı indim.
Salona girdiğimde ne düşündüklerini sordum.
Luke ve Matt aynı anda döndü. İkisi de bayram sevinci yaşayan heyecanlı küçük çocuklar gibi alkışlamaya başladılar. Matt mükemmel olduğumu ve Stephen’ı çıldırtacağımı söyledi.
Luke "Bebeğim büyüyor! Seninle gurur duyuyorum." diye ekledi.
Hepimiz gülerken Luke'un göğsüne şakacıktan vurdum. "Bazen gerçekten çok fazla oluyorsun."
"Bebeğim muhteşem görünüyorsun. Ellerini üstünden çekemeyecek. Ha bu arada, bu koca adamı bir daha ne zaman görebileceğiz?"
"Bu sabah bana mesaj attı ve saat yedi için rezervasyon yaptığını, beni altı buçukta alacağını söyledi. Bu da demek oluyor ki bir kadeh şarap için yeterli zamanım var!"
Luke mutfağa gitti ve hepimize birer kadeh şarap doldurdu. Ben de her şeyin yanımda olduğundan emin olmak için bir kez daha kendimi kontrol ettim.
Oturduk, içip içip kıkırdadık. Şarap umduğum gibi beni biraz gevşetmişti. Ama kapı zilinin sesini duyunca yine heyecanlandım. Midemdeki kelebekler kontrol edilemez hale geldi.
Luke kapıyı açmasını isteyip istemediğimi sorunca kafamı salladım. "Şimdi garibine gitmesin. Ben açayım."
Kalktım, ve kapıya doğru yöneldim. Koridorda portföy çantamı masaya koydum ve çabucak parfüm sıktım.
Saçlarımı şöyle bir kabartıp derin bir nefes aldım. Ardından Stephen'ı karşılamak için kapıya yöneldim. Kapıyı açarken nefesim kesildi. Bu adamın ne kadar seksi olduğunu neredeyse unutmuştum!
Güzel yeşil gözleri vücudumun her santimini içer gibi inceledi.
Adem elmasının çıkıntısını görebiliyordum. Belirgin kasları hatlarını belli eden tişörtünün içinde esniyordu. Hoş dövmeleri takımının altından hafifçe görünüyordu. Boğazını temizleyen Stephen, konuşan ilk isim oldu...
"Sen bir tanrıçasın." Ben cevap veremeden öne çıkarak inledi.
Kolunu belime dolayarak vücudumu kendine doğru çekti., Diğer eliyle uzandı, başparmağı alt dudağım boyunca geziniyordu. Gözleri dudaklarım ve gözlerim arasında gidip gelirken parlıyordu.
Eğildi ve ağzı dudaklarımı sardı, muhtaç ve umutsuz bir öpücükle dudaklarımı emdi.
Dilini hızlı ve usta şekilde ağzımda hissedince, aramızdaki sıcaklık yükseldi.
Stephen iki elini de bana doladı, ellerini kıçıma kadar kaydırarak iki yanağımı da yakaladı ve beni iyice kendine çekti, beni o güçlü kollarıyla kaldırıp kucakladı. Bacaklarım sarkıyordu.
Ellerim saçında, boynunda ve omuz başlarında dolaşırken dillerimiz birbirine girdi ve daha fazlasını istediğimi göstermek için tırnaklarımı sırtına geçirmeye başladım.
Çok geçmeden Stephen geri çekildi ve merhaba diyerek beni yere indirdi. Ona hayranlıkla gülümserken yüzüm kızardı. "Sana da merhaba yakışıklı."
Stephen bana tekrar iltifat edip gitmeye hazır olup olmadığımı sordu. "Çantamı alıp çocuklara çabucak veda edeyim, sonra tamamen seninim."
“Evet öylesin” diye hafifçe mırıldanıp yaklaştığında çıkan hafif hırıltıyı kaçırmadım., Dudaklarımı tekrar sıkıştırması bana tam olarak ne demek istediğini anlatıyordu. Nefesim kesilerek uzaklaştım, çantamı masadan aldım ve Luke ve Matt'e bağırdım. “Çıktım çocuklar, iyi geceler.”
Karşılık verdiklerini duyduk. Luke’un "Güle güle bebekler, güle güle Stephen. İyi eğlenceler, bize sonra tüm detayları anlatırsın." diye eklediğini duyunca Stephen da ben de güldük.
"İyi geceler Luke." diye seslendi Stephen. Yüzüne gülümseme yayılırken hayır anlamında başını sallayarak karşılık verdi. Ben dışarı çıktıktan sonra kapıya uzandı, arkamdan çekerek kapattı.
Stephen'ın arabasına doğru yürürken yavaşça elimi tuttu ve başparmağını benimki boyunca okşamaya başladı. Ona baktım ve bana baktığını gördüm. Gözleri parlıyordu, muhteşem gülümsemesi ağzına yayılmıştı.
Arabasına vardık. Kilidi açtı ve kapımı açmak için uzandı. Teşekkür ettim ve binip emniyet kemerimi taktım.
Stephen arabanın etrafından dolaştı ve sürücü koltuğuna bindi. Trafiğe çıktık.
Trafiğe henüz çıkmıştık ki Stephen'ın elinin uzanıp kalçamdan yukarı kaydığını fark ettim. Trafikte ustalıkla ilerlerken bacağımı okşuyordu.
Şehrin yanıp sönen ışıklarını izlerken uzandım ve elimi birbirine kenetlenmiş parmaklarının üstüne koydum.
Yirmi dakika sonra West Loop Mahallesi'nde samimi bir restoran olan Elske'ye yanaştık. Stephen park edip kapımı açtı ve elini uzattı.
"Teşekkür ederim." Elini tuttum, arabayı kilitledi. Bir eliyle elimi tutup diğeriyle belimi sardı.
Elske'ye doğru yol aldık. Stephen orada hemen karşılanıp arkadaki özel bir kabine buyur edildi. Kendi sandalyesine oturmadan önce oturmam için sandalyemi çekti.
Oturalı çok olmamıştı, garson elinde peçete ve menülerle geldi.
"Bay Gotti ve misafiri, Elske'ye hoş geldiniz. Buyurun, menümüz. Size getirebileceğim herhangi bir içecek var mı?"
Stephen ne istediğimi sordu. Cabernet Sauvignon istedim. "En iyi şişenden olsun." diye ekledi.
Garson uzaklaştı. Ben menüyü incelemeye başlayınca Stephen'ın masanın üzerinden uzanıp elimi tuttuğunu hissettim. Ona baktım ve onun da önündeki menüye göz attığını gördüm.
Onunla bir arada olmanın ne kadar doğal bir his olduğunu düşünerek kendi kendime gülümsedim. Eline geçen her fırsatta bana yakın olmanın, beni istediğini hissettirmenin yollarını bulmasına bayılıyordum. "Ne istediğini biliyor musun?"
"Her şey çok güzel görünüyor. Daha önce burada yemiş miydin? Herhangi bir önerin var mı?"
"İş arkadaşlarımla burada birkaç kez yemiştik. Tavsiye vermekten memnuniyet duyarım. Ne tarz bir şey istersin?"
Beni şaşırt dediğimde Stephen'ın sıcak bir şekilde gülümsediğini gördüm. Gözleri restoranın loş aydınlatmasının altında parladı.
Garson kısa bir süre sonra kırmızı şarap şişemizle döndü ve Stephen'ın incelemesi için ona tuttu. Stephen başını salladı. Garson da herhangi bir başlangıç veya ana yemek sipariş etmeye hazır olup olmadığımızı sormadan şişeyi açtı.
"Başlangıç için mantarlı taze soğanlı lahana,, ana yemek olarak da iki ördek ciğeri tartı, karabuğday ve maitake mantarı alabilir miyiz?" Şaşırmış şekilde Stephen'a baktım. "İnan bana, bayılacaksın. Bu onların imza yemeği."
"Denemek için sabırsızlanıyorum." Menülerimizi geri verdik ve garson siparişlerimizi alıp ayrıldı.
Stephen kadehini kaldırdı ve bu akşam kendisine katıldığım için teşekkür etti.
"Davetin için teşekkür ederim Stephen." Kadehlerimizi tokuşturup birer yudum aldık, gözlerimiz birbirinden bir an olsun ayrılmadı. "Çok lezzetliymiş."
Stephen boğazını temizledi ve oturduğu yerde dikleşti. Ona sorgulayıcı bir şekilde baktım, tek kaşımı kaldırdım. Kıkırdadı.
"O inlemelerine dikkat et bebeğim. Üzerimdeki etkisinin farkında olduğunu sanmıyorum." Yanaklarımın kızardığını hissediyordum. Kızarmaktan ziyade kıpkırmızı olmuştum sanırım.
Bardağımı dikkatlice masaya koyup bakışlarıyla karşılaşmak için başımı kaldırdım. Masanın üstünden uzandı. Başparmağıyla yanağımı hafifçe okşadı.
"Yüzündeki o masum ifade... Seni fethetmek isteyen bir canavar gibi hissetmemi sağlıyor."
"Sanırım bu hoşuma giderdi." Kendi sözlerimden utanarak başımı eğdim. Stephen yanımdaki koltuğa doğru geçerken derin bir iç çektiğini duydum.
Geçtiği gibi elini uyluğumun arasından aşağı doğru kaydırdı. Dizlerimin hemen üstünde durdu ve fısıldadı: "Sabır bebeğim. Sana sahip olmaya epey hevesliyim."