Değişim - Kitap kapağı

Değişim

Rebecca Robertson

Suçüstü Yakalandı

JESSICA

Kapıyı itip Sam’in evine girdim. Boş oturma odasına, “Sam! Geç kaldın!” diye bağırdım. Cevap yoktu.

“SAM!” Böğürüyordum. Bir dakika sonra bir hareket duydum ve sonra kardeşim yatak odasından çıktı, üzerine bir gömlek geçiriyordu. Her hâlinden yirmi yedi yaşında bir serbest çalışan olduğu belli oluyordu.

“Ne yapıyors...?”

“Babam yarım saattir bekliyor! Tanrım, ayakkabılarını giy, gitmemiz lazım!”

“Nereye gidiyoruz? Ne diyorsun sen?”

“Hatırlamıyor musun?”

Sam içtenlikle bana bakıyordu, başını hayır anlamında salladı. İşte o zaman gülümsedim.

Kahkaha içinde, “Çok adisin!” diyerek bana ayakkabı fırlattı.

“Seni haklayacağımı söylemiştim!”

Elini saçına atıp, “Tanrım, saat kaç ki?” diye sordu.

“Neredeyse yedi.”

“Sam?” Yatak odasından bir kadın sesi gelmişti. Ona baktım, kaşları kalkmıştı. “Sam?” diye tekrar bir ses geldi.

Merakıma yenilip oturma odasına girdim ve yatak odasına göz ucuyla baktım.

İşte o zaman kapı açıldı ve bir kadın dışarı çıktı... Tamamen çıplak.

Her şeyi gördüm.

“Ay!” diye bağırdı ve odaya geri koştu.

Kekeleyip “Ay! Özür dilerim!” dedim ve arkamı döndüm. Ağzımı sıkarak kardeşime, “O kim?” diye sordum ama Sam kahve makinesiyle meşguldü.

Bir dakika sonra kadın giyinmişti ve dışarı çıktı.

“Merhaba!” dedi neşeyle, utançtan eser kalmadan. “Ben Bethany. Sen de?”

Gözüm kardeşimin üzerinde, “Jessica. Sam'in kız kardeşi,” dedim. “Tanıştığımıza memnun oldum Bethany.”

“Ben de memnun oldum! Kim aç?” diye sordu, Sam'i öpmek için duraksadı ve sonra buzdolabına yöneldi. Omlet malzemelerini çıkarırken izledim. Mutfakta adeta orada yaşıyormuş gibi hareket ediyordu.

Sam neden bana biriyle görüştüğünü söylemedi?

“İkiniz ne kadar zamandır... yani... görü...?”

“Görüşüyoruz? Birkaç hafta,” diye cevapladı Bethany ocağın önünden.

Sam'e bir bakış daha attım ama bana bir fincan kahve uzattı ve televizyonu açtı.

Televizyonda haberler vardı ama dikkat edemeyecek kadar meşguldüm. “Nasıl tanıştınız?”

“Bir arkadaşımın doğum günü partisinde. Sam çok kibardı, barın vestiyerindeki pis eleman montumu kaybettiğimi söylediğinde montumu bulmam için Sam yardımcı oldu,” dedi Bethany. Kesinlikle Sam’in önceki kız arkadaşlarından daha enerjikti.

“Ne kadar tatlı...”

“Jessica, baksana!” Sam televizyonun önünden çağırdı. En yeni hanımını sorguya çektiğim için ceza alacağımı düşünerek yanına gittim. Ama onun yerine televizyon ekranını işaret etti.

Ve kalbim durdu.

Çünkü sabah haberlerindeydim. Ritz çay salonundaki masada Spencer Michaels ile derin bir sohbet hâlindeyken çekilmiş bir fotoğrafımdı. Fotoğrafın kendisi sorun olmazdı. Sorun, Spencer'ın elinin çok açık bir şekilde baldırımda olmasıydı.

Sam ekrandaki yazıyı okudu: “Spencer Michaels, velayet duruşmasından önce yeni bir kadınla vakit geçiriyor.” Evet. Diğer sorun da buydu.

“Sam, açıklayayım.”

Yüzüme bakıp, “İşi böyle mi aldın? Patronunu mu beceriyorsun?” diye sordu.

“Sen deli misin? Hayır, işi bu şekilde almadım!

“Ben de burada senin çok çalıştığını düşünüyorum ama aslında sen Ritz’de milyarder CEO ile takılıyorsun.”

“SAM!”

“Yani, cidden Jessica, böyle bir şey için fazla akıllısın! Zengin bir patronun genç oyuncağı olmak için.”

Kafam patlamak üzereydi. “SAMUEL TURNER. KAPA ÇENENİ!” diye parladım. Göz ucuyla mutfaktaki Bethany'e hızlıca baktım. Gözleri daha geniş olamazdı. “Affedersin,” dedim. Sonra Sam'e döndüm. “Beni dinle. Spencer Michaels ile bir ilişkim yok. O benim patronum.”

“Eli bacağındaydı.”

“Evet, dikkatimi çekmeye çalışıyordu. Bazı iş şeylerini tartışıyorduk.”

“Çok ikna edici.”

“Ciddiyim. Sana söylerdim, tamam mı? Hiçbir şey olduğu yok.” Sam'in ifadesi bir an yumuşadı ama sonra çürük bir şeyin kokusunu alıyormuş gibi kaşlarını çattı.

“Belki de orada çalışmamalısın.”

“Sen neden bahsediyorsun?”

“Sen çok zekisin Jessica, istediğin yerde çalışabilirsin. Ama böyle bir üne sahip olmak...”

“Sen ün sahibi olmak hakkında ne biliyorsun?”

“Ya babam bunu gördüyse? Ya da annem?”

“Onları karıştırma.”

“Annem pek fark etmeyebilir ama seni hâlâ tanıyabilir. Eğer seni böyle görürse...”

“Nasıl öyle? Başarılı bir iş adamı ile konuşurken mi?”

“Öylesine söylüyorum, Jessica.”

Öylesine söylemiyorsun. Annemin alzaymırını işimin aleyhine kullanmaya çalışıyorsun! Ve benim işim sayesinde ihtiyacı olan bakımı görebiliyor, Sam!” diye bağırdım. Ağzımdan çıkanı kulağım duymamıştı.

Bethany oturma odasına girdi ve ikimize de birer tabak yumurta verdi.

Sam, “Bir saniye. Ne?” diye sordu.

İç çektim. “Hiçbir şey.”

“Bakımevinin maliyetini paylaşıyoruz...”

Sam'in yanında duran Bethany'ye bir kez daha baktım. Kafasını Sam’in omzuna koymuştu. “Bunu şimdi konuşmayalım,” dedim.

“Hayır, ne demek istediğini söyle.”

Bir nefes aldım. “Biz maliyeti paylaşıyorduk. Aylık ücreti arttırdılar, farkı ben ödüyorum.”

“Ne kadar?” diye bastırdı.

“Önemi yok.”

“Önemi var. Ne kadar?”

“1.500 dolar,” dedim, gözlerim yerdeydi.

“Ayda fazladan 1.500 dolar mı ödüyorsun?!” diye patladı. “Kesinlikle hayır. Sana bölüşeceğimizi söylemiştim...”

“Bunu karşılayabilirim, Sam. Benim maaşım daha fazla...”

“Bu lanet olası evdeki her şeyi satmak zorunda kalsam da umurumda değil! Küçük kız kardeşimin annemin sağlığı için daha fazla para ödemesine izin veremem.”

Bethany Sam’in kulağına, “Hşş, sakin ol, bebeğim,” diyerek onun sırtını ovuşturdu. Kafamı salladım. Bu benim için çok fazlaydı, hem de sabahın erken saatlerinde.

O zaman arka cebimdeki telefonumun titrediğini hissettim.

Bilinmeyen numaraJess. 10 dakikaya senin evindeyim.
Bilinmeyen numaraBekletme beni.
Jessicakimsin?
Bilinmeyen numaraSpencer Michaels.
Bilinmeyen numaraPatronun.

Kalp atışlarımı duyabiliyordum. Aniden, Sam'in dairesi dönmeye başlamıştı. On dakika. Arabayla otuz dakikalık mesafede olan evime dönmek için on dakikam vardı.

Elimdeki tabağı önümdeki masaya zar zor koyarak Sam ve Bethany'ye, “Gitmeliyim” dedim ve ön kapıya yöneldim.

“Bu konuyu daha bitirmedik!” Sam bana seslendi ama bir cevap veremedim. Yapabildiğim tek şey aldığım mesajları düşünmekti. Spencer Michaels'tan, gördüğüm en seksi yeşil gözlere sahip olan adam.

Patronum olan adam.

Bulduğum ilk taksiye atladım. “Gidebildiğin kadar hızlı git!” diye yalvardım ve şoför Londra'nın içinden geçti. Eve vardığımızda, katıma çıkana kadar beş kat merdiveni koşarak çıktım.

Köşeyi döndüm ve oradaydı.

Sanki hiç umurunda değilmiş gibi kapıya yaslanıyordu. Yanında hem koruma hem rehber olduğunu tahmin ettiğim siyah giyinmiş kısa, kaslı bir adam vardı.

Nefesimi toplayarak, “Merhaba,” dedim.

Spencer, “Geç kaldın,” diye cevap verdi.

“Şehrin öbür ucundaydım. Nerede yaşadığımı nereden biliyorsun ki sen?”

“Senin hakkında bilmediğim çok şeyin olmadığını göreceksin Jess.”

Dişlerimi sıkıp, “Jessica.” dedim. Bu kibirli adamı daha kaç kez düzeltmem gerekecek...

“Bizi içeri alacak mısın yoksa berbat bir ev sahibi olmaya devam etmek mi istiyorsun?”

Gözlerimi devirdim ama yine de anahtarı yuvasına soktum ve iki adamın da girmesi için kapıyı açık tuttum. “Şimdi, bana neden burada olduğunu söyleyecek misin?” diye sordum.

“Önce biraz kahveye ne dersin?”

“Kahve.” tekrarladım.

“Evet, kahve. Sabahları ilk iş insanlara hayat veren koyu kahverengi sıvı.”

Koruması sırıttı ama Spencer'ın esprisinden aynı zevki alamamıştım. İç çektim ve mutfağa yürüdüm, kahve telvesini makineye döktüm ve makineyi açtım.

“Tamam, kahve pişiyor. Neden buradasın?” diye tekrar sordum; bu sefer daha doğrudan. Arkamı döndüm, mutfağa geldiğini görünce şaşırdım.

“Kendine bir bardak su koy.”

“Su istemiyorum Spencer.”

“Beş kat merdiveni koşarak çıktın, değil mi? Susuz kalırsan olmaz.”

“Ben iyiyim.”

“İyi değilsin. Suya ihtiyacın var.”

Keskin bir şekilde iç çektim, bir bardağa su koyup bir dikişte içtim. “İşte. Susuz değilim artık.”

“Haberleri gördüğünü varsayıyorum.”

“Evet. Gördüm.”

“Bu yüzden buradayım. Eski karım kızımızın tam velayetini almak için her şeyi yapacak. Buna bu sabah televizyona çıkan fotoğraf gibi fotoğraflar çektirmek de dahil.”

“Bunu o mu yaptı?” diye sordum, gözlerim genişlemişti.

Spencer güldü. “İnan bana, en kötüsü bu olmayacak.”

“Tanrım. Özür dilerim,” dedim, kendimi tutamadım.

Elimi tutup, “Özür dileme,” dedi. Temas kurması nefesimin boğazımda kilitlenmesine neden oldu. Eli çok sıcaktı... Çok güçlüydü. “Senin hatan olmayan bir şey için özür dilemene asla izin vermem, anladın mı?”

“Evet,” dedim.

“Güzel, çok güzel. Eski karımın ekibi senin adını kirletmek için ellerinden geleni yapacak. Senin hakkında bulabilecekleri her şey bana kötü yansıyacak ve kızıma bakma hakkımı kötü etkileyecektir.”

“Tamam...”

“Hayır, tamam değil. Biz konuşurken avukatım basına Ritz'deki toplantının ne hakkında olduğunu anlatan bir açıklama yaptı. Ayrıca senin için mahkemeden bir emir çıkarttıracak; böylece basın sana doğrudan ulaşamayacak. Dinliyor musun?” diye sordu.

“Evet,” dedim ama dikkat ettiğim tek şey elimin üzerindeki eliydi. Tenimden sızıp nabzımın hızlanmasına neden olan sıcaklık.

“Şirketteki rolün veya benimle olan ilişkin hakkında sana bir şey soran olursa, sadece 'Yorum yok.' de. Tamam mı?”

Şaşkınlığımdan sıyrılarak, “Tamam, bir saniye. Scott'a ne söyledin?” diye sordum. Gerçek patronumun neler olduğu hakkında hiçbir fikri olmayabilirdi. Kardeşiyle yattığımı düşünebilirdi.

“Scott için endişelenme.”

“Scott için endişelenme de ne demek?! Scott benim patronum. Beni işe alan patronum! Seninle yattığımı düşünmesine izin vermem. Hem de bariz bir şekilde ~birbirimizden hiç hoşlanmıyorken~!”

Spencer kıkırdadı. “Bu çok bariz, değil mi?”

Sıcaklık yine yanaklarıma yükseliyordu ve bu adamın vücudumun üzerindeki etkisini küfrediyordum. “Bak, teknik olarak patronum olduğunu biliyorum.”

“Bu konunun teknik bir yönü yok, Jess.”

“...Ve Scott'ın beni neden işe aldığını anlamadığını da. Tamam, sorun değil. Neler yapabileceğimi göremiyorsun. Ama senden sadece bana bir şans vermeni ve işimi olduğundan daha da zor hâle getirmemeni rica ediyorum.”

Ama sonra Spencer Michaels parmağını yüzüme yaklaştırıyordu, aynı rüyamda yaptığı gibi. Yanağımdan çeneme ilerlerken, “Ne yapıyorsun?” diye fısıldadım.

“Göremediğimi söylemiştin.”

“Ne?”

“Neler yapabileceğini göremediğimi söylemiştin.”

“Körlüğünle alakalı söylemedim, Spencer.” Ama parmağı hâlâ çenemde süzülüyor, burnuma doğru geri dönüyordu. Dokunuşu o kadar nazikti ki, tüm vücudumu karıncalandırdı; vücudum daha fazlasını istiyordu.

“Göremiyor olabilirim,” dedi yumuşakça ve eğilerek doğrudan kulağıma konuşmaya başladı. “Ama koku alabiliyorum. Koku alabiliyor ve hissedebiliyorum.”

Parmağı dudaklarıma bastırılana kadar alçaldı ve ağzımdan yumuşak bir inilti kaçtı. İniltiyi duyduğu anda Spencer sırıtarak elini çekti.

“Geç olmadan gitsen iyi olur. Scott'ın senin nerede olduğunu merak etmesin,” dedi ve mutfaktan çıktı.

Sonra Spencer Michaels ve koruması gitmişti. Ben de bir demlik kahve ve yaramaz düşüncelerle dolu bir zihin ile yalnız kalmıştım.

Sonraki bölüm
App Store'da 5 üzerinden 4.4 puan aldı.
82.5K Ratings
Galatea logo

Sınırsız kitap, sürükleyici deneyimler.

Galatea FacebookGalatea InstagramGalatea TikTok