Annie Whipple
ACE
“Evet.” Kollarını göğsünde kavuşturdu. “Annemle babamı odadan çıkaracak kadar önemli mesele ne? Dinliyorum.”
Bana sinirlenince ayrı bir tatlı oluyor.
~ Derin bir nefes aldım. “Kilidi kaldırmak için neden bu kadar beklediğimi sordun. Sonunda bunun ne kadar yanlış olduğuna aklımın ereceği yaşa anca geldim diyelim.”
“Kimsenin sana yardım etmeye çalışmamasına çok öfkeliydim. OKS’nin kilidin kaldırıldığını bilmesine gerek yoktu. Eğer işler yolunda giderse zarar görmeyecektin. Buna dikkat edecektim.”
“Ama tek sebep bu değil.” Ağzımdan çıkacak kelimeleri özenle seçtim. “Birbirimize karşı duygular beslemeye başlamıştık. Gerçek, güçlü duygular. Âşık oluyorduk.”
“Ve ben…” İç geçirdim. “Birlikte olacaksak sana daha fazla yalan söyleyemeyeceğimi anladım. Hakkımda her şeyi bilmeye hakkın vardı. Her şeyi bilmeni istedim.”
Doe’nun gözlerinin yeniden dolmaya başladığını görünce içim burkuldu. “Biz daha önce ilişki yaşadık mı?” diye sordu kısık sesle. “Ve bunu da unuttum mu?”
Bana beni hiç tanımıyormuş gibi baktığını görünce ona kim olduğumu ve benim için ne kadar değerli olduğunu hatırlatana kadar sarılmak istedim.
“Evet,” dedim usulca. “Ama sadece birkaç gün sürdü. Aramızda büyük bir şey olmadı.”
“Öpüştük mü?”
“Öpüşmek mi?”
“İlk öpücüğümüz on beş yaşındayken mi oldu?”
“Evet. Öpüştük.” Aslında birden çok kez öpüşmüştük. Başlayınca kendimizi tutamamıştık. “Ama bundan fazlası olmadı. İnan bana.”
Doe kesik nefesler alırken alt dudağı titremeye başladı.
Duyduklarının onu ne kadar sarstığını elleriyle yüzünü kapatarak gizlemeye çalıştı. Ama en güçlü duyguları eş bağından hissedebildiğimi unutmuştu.
“İlk öpüşmemizi hatırlayamayacak mıyım?” diye mırıldandı üzüntüyle ellerinin arasından.
Kendimi daha fazla tutamayıp ayağa kalktım. Onu teselli etmek ve ona dokunmak için daha fazla bekleyemedim. O benim eşimdi ve bana ihtiyacı vardı.
Bileklerinden nazikçe tutup ellerini geri çekince kızarmış ve gözyaşlarıyla ıslanmış güzel yüzünü gördüm.
Ona dokunmama tepki vermemesine sevindim. Benim onu teselli etmeyi istediğim kadar o da bunu istiyor gibiydi.
Yüzündeki eziklere dikkat ederek alnımı onun alnıma dayadığımda ve onu sakinleştirmek için yavaş nefesler aldığımda geri çekilmeye çalışmadı. Kurdum ona mırlayınca Doe’nun yelkenleri biraz olsun indirdiğini hissettim.
“Doe…” dedim. Bana bakmıyordu. Akıttığı her gözyaşı yüreğimi dağlıyordu. “Üzgünüm. Çok üzgünüm bebeğim.”
Dudaklarından dökülen hıçkırıkların tek sebebi geçmişteki ilişkimiz değildi. Kaybettiği anılar ve öz babasının kaybı da bunlara sebepti. Hepsine ağlıyordu.
O ağlarken onunla teması kesmeyip eş bağımızın onu sakinleştirmesini bekledim.
Birkaç dakika sonra, ona bilmesi gerekenleri anlatmaya devam ettim.
“On beşinci doğum gününden bir gün önce kilidi kırmak ve seni kurtarmak için kara büyü ritüelini yaptım.”
“Sana kurdumu gösterdim. Sana sürümüz, kurt adamların tarihi ve senin bir Omega oluşunla ilgili her şeyi anlattım. Günlerce odandan çıkmadan konuştuk, birbirimizi yeniden tanıdık.”
Kurdum bunu hatırlayınca sevgiyle mırladı. Hayatımızın en güzel zamanlarındandı.
“Ve mutluyduk, Doe. Gerçekten. Üzgündün ve kafan karışıktı ama gerçeği öğrendiğin için mutluydun.”
Doe hiçbir şey söylemeyip ona anlattıklarımı öylece dinledi. Her kelimenin onu duygusal olarak nasıl etkilediğini hissedebiliyordum.
Bunu yapmaktan ne kadar hoşlanmasam da bunun çok uzun sürmeyeceğini düşünerek kendimi avutmaya çalıştım. Korkunç hikâyenin sonuna yaklaşıyorduk.
“Kilidin kalktığını kimseye söylemedik. Söyleyemezdik. OKS’nin öğrenip seni almaya çalışması riskini göze alamazdık. Ailen bile bilmiyordu.”
Durup düşününce bunun aptalca olduğunu anladım. “Ama sonra Mitchell ortaya çıktı.”
Doe üzüntüyle başını salladı. “Konunun tekrar ona geleceğini biliyordum.”
Geriye çekilip yatağının kenarına oturdum. Gitmemden korkuyormuş gibi elimi tuttuğunda mutluluğumu göstermemeye çalıştım. Bunu yaptığının farkında olduğunu sanmıyordum.
“Mitchell tüm doğum günlerine gelirdi. Hatırladığına eminim. Sana yaptıklarından sonra ailen sadece o günlerde seni görmesine müsaade ederdi. Yılda bir kez, doğum gününde.”
“Erken geldi ve bizi gördü. Evinizin arkasındaki ormandaydık ve ben kurt formundaydım. Seninle kovalamaca oynarken gülüyordun.”
“Mitchell deliye döndü. Kurt formunda olmama rağmen bana saldırdı ve sen aramıza girmeye çalıştığında…”
“Bu yüzden beyin sarsıntısı geçirdim, değil mi?” diye sordu nefesini tutarak.
Bandajla sarılı alnındaki yara izine baktım. İkinci bir yara izi daha olacaktı, her biri onu yüzüstü bıraktığım zamanlar için.
Ama onu bir daha asla hayal kırıklığına uğratmayacaktım.
“Evet. Sana araba kazası olduğunu söyledik ama bunu baban yaptı. Seni öldürecekti. Hem de umursamadan. Benim eşim olmandansa ölmenin daha iyi olacağını söyledi.”
Doe o anda üzüntü, korku, ihanet ve inkâr duygularını bir arada yaşıyordu. Nasıl hissedeceğini ve neye inanacağını bilmiyordu.
Başını iki yana salladı. “Bu doğru olamaz. Mitchell’ın iyi bir baba olmadığını biliyorum ama onu deli gibi gösteriyorsun. Beni sırf senden uzaklaştırmak için öldürmeye kalkmış olamaz.”
“Mitchell seni avcılara teslim etti,” dedim öfkeyle. Ama öfkemi gösterdiğim için hemen pişman oldum.
Derin bir nefes aldım. “O adamın seni benden ve ailenden uzaklaştırmak için ne kadar ileri gidebileceğini öngöremedik.”
“O avcılar seni bayıltıp bir bodruma zincirlediğinde kılını kıpırdatmadı.”
“Uzun süre benden uzak kalmanın seni öldürebileceğini ya da eş bezinle oynayıp seni bir daha kimseyle çiftleşemez hâle getirebileceklerini umursamadı.”
“Umursadığı tek şey ikinize ne olursa olsun annenle seni geri almaktı.”
Doe sızlanarak elimi bırakıp söylediklerim canını fiziksel olarak yakmış gibi göğsünü tuttu.
Doe ağladığı için konuşmakta zorlanarak, “Mitchell’dan bir canavar gibi bahsetmeyi bırakabilir miyiz?” dedi. “O… Öldü.”
Zorlukla yutkundu. “Evet, hatalar yaptı ama yine de babamdı. Hâlâ beni sevdiğine ve benim iyiliğim için bunları yaptığına inanıyorum.”
Tanrı aşkına. Benim sorunum ne? Doe babasının gözlerinin önünde öldürüldüğüne şahit olduktan sonra yanında oturmuş onu kötülüyor, kızını umursamadığından bahsediyordum.
En iyi eş ödülünü yakın zamanda kazanabileceğimi sanmıyordum.
Doe elini ağzına götürüp başını yana çevirdi. Ağladığını bana göstermek istemiyordu.
Duygularını benden saklamak zorunda hissetmesinden nefret ediyordum. Ben onun eşiydim. Birinin yanında ağlayacaksa o kişi ben olmalıydım.
Ayağa kalkıp yatağın etrafından dolaşarak yaralı olmayan bacağının tarafına oturdum. Ona alan tanımaya özen göstererek eşimi kendime çektim.
Kollarımı ona sarmama izin verip başını göğsüme yasladı. Gözyaşları tişörtümü ıslattı. O anda beni uzaklaştırmak için takati olmadığı belliydi.
O hıçkırıklarla ağlarken kolunu okşayarak, “Şş, geçti, Doe,” diye teselli ettim.
“Mitchell elbette seni seviyordu. Elbette senin için en iyisini istiyordu. Özür dilerim. Ondan bahsederken daha dikkatli olmalıydım.”
Bunu duyduğundan emin değildim. O kadar hızlı nefes alıyordu ki paniklediğini anladım.
Tek sebebi babası değildi. Her şeyi ona bir anda anlatmıştım.
“Dur. Nefes al. Nefes almaya odaklanmanı istiyorum,” dedim.
Hızla nefes almaya devam edince içgüdülerim devreye girdi.
Yüzünü boynuma doğru çektim. “Kokumu içine çek. Hadi, seni sakinleştirecek.”
Doe lafımı dinleyip yüzünün morluk içinde olduğunu ve burnunun kırıldığını unutarak yüzünü tamamen boynuma gömdü.
Onu hafifçe geri çekerek, “Burnuna dikkat et bebeğim,” dedim. “Hâlâ iyileşmedi.”
Doe’nun tüm bedeni iyileşme sürecindeydi. Canını yakmadan ona nasıl dokunabileceğimi bilmiyordum. Kırılgan bir bebeği tutuyormuş gibi hissediyordum.
Doe yanağını göğsüme koyup ağlamasını durdurmaya çalıştı. Ama birkaç dakika içinde dokunuşum ve kokum ona iyi gelmiş gibi sakinleşti.
“Daha iyi.” Şakağının yan tarafından başını öpüp müthiş kokusunu içime çektim.
Durum kötü olsa da ona yeniden sarılabilmek harikaydı.
“Benim nefesimi takip etmeye çalış.” Hissedebilmesi için göğsümü daha geniş kabarttım.
Kalbi hâlâ hızla atıyor olsa da Doe gözlerini kapatıp nefesini yavaşlatmaya çalıştı.
“Aynen böyle,” dedim. “Bir anlığına sakinleşmeyi dene.”
Odanın kapısının biraz açıldığını duyunca gerildim. Joe küçük aralıktan endişeyle içeri baktı. Susan arkasındaydı.
Joe, Doe’nun paniklediğini duymuş ve her şey yolunda mı diye kontrol etmek için gelmiş olmalıydı. Doe onun geldiğini fark etmemiş gibiydi.
“O iyi,” ~dedim zihin bağlantısından.~ “İlgileniyorum.”~
Joe ikna olmuşa benzemese de içeri girmeye çalışmadı. Bunun Doe için ne kadar zor olduğunu bilmesi gerekiyordu. Bu gözyaşlarını dökmesi lazımdı.
“Kapıda bekliyoruz,” diye hatırlattı sert bir sesle.
Başımı salladığımda geri çekilip kapıyı kapatarak bizi yine baş başa bıraktı.
Joe iyi bir babaydı. Her zaman öyle olmuştu. Doe’yu kendi çocuklarından ayrı tutmuyordu. Öz babası onu kontrol edemediği sebeplerden terk ettikten sonra tam da ihtiyacı olan kişiydi.
Doe kaçırılmadan önce onunla konuşma şeklinden dolayı kurdum onu öldürmek istese de ben Joe’nun eşimin hayatındaki varlığına minnettardım.
Doe yüzünü göğsümden çekmeden, “Rüyam,” dedi. Gözleri hâlâ kapalıydı, yanakları ağlamaktan kızarmıştı ama gözyaşları nihayet durmuştu ve normal nefes alıyordu.
“Evet?”
“Kaçırılmadan önceki gece gördüğüm rüya gibiydi,” dedi. “Birlikteyiz, yatakta yatıyoruz. Hatta aynı kötü baş ağrısı var. Kafam karışık ve korkuyorum.”
Haklı olmasından nefret ettim.
Derin kahverengi gözleriyle bana baktığında merakını ve üzüntüsünü gördüm.
“Ne?” diye sordum. “Ne oldu?”
“Zihnime kilidi geri koydun,” dedi kısık bir sesle. “Değil mi?”
Suçluluk duygusu göğsüme çöreklendi. “Evet. Koydum.”