Hanna, büyük bir trajedinin ardından hayatını yeniden kurmaya karar verir ve ablası ile eniştesinin yanına taşınır. Geçmişi ve suçluluk duygusuyla boğuşan genç kız, lisesindeki futbol kaptanının dikkatini çekmek istemez. Bir zamanlar benzer statüde olan ikili, şimdi farklı bir dünyada karşılaşır. Yolları kesiştikçe Hanna bu etkileşimin onu iyileştirip iyileştirmeyeceğini merak eder. Bu yeni bir başlangıç olabilir, ancak farklılıkları bazen Hanna'yı şüpheye düşürür. Aşkın aralarındaki uçurumu kapatıp kapatamayacağını ise zaman gösterecektir.
Kitap 2: Çok Farklı Ama Çok Doğru
HANNA
“Bana neden burada olduğunu söylemeye hazır mısın?” diye sordu nazik bir sesle. “Ablan seni buraya gönderdiyse mutlaka senin iyiliğini düşünmüştür. Sessiz kalman iyileşmene yardımcı olmaz. Burası güvenli liman. Burada söylediklerin aramızda kalır. Hiçbir şey bu odanın dışına çıkmaz.”
Dalga mı geçiyordu bu adam? Benimle konuşma tarzı hiç hoşuma gitmiyordu. Susmak bilmiyordu. Sürekli üstelerse her şeyi anlatacağımı falan mı sanıyordu? Ablamın bu adamın bana yardımcı olacağını düşünmesi şaka gibiydi.
Altı ay önce yaşananlar hakkında konuşmak istemiyordum. Bu özel bir meseleydi. Sadece beni ilgilendirirdi. Bunu düşünmek bile o günü hatırlamama neden oluyordu. Sanki hatırlatılmaya ihtiyacım varmış gibi. Harika!
ALTI AY ÖNCE
“Bay ve Bayan Parker, bu kadar çabuk geldiğiniz için teşekkür ederim,” dedi okul müdiresi Bayan Miles. Annemle babamı okula çağırmıştı.
“Bu sefer ne yaptı?” diye sorarken annemin sesindeki hayal kırıklığını duyabiliyordum.
Akşam annemle babamdan yine bir sürü nutuk dinleyecektim. Ne kadar da muhteşem, değil mi? İç geçirerek kollarımı göğsümde kavuşturdum ve sandalyemde arkama yaslandım.
“Yine Bayan Hallway’e zorbalık yaparken yakalandı. Üzgünüm ama bu ilk kez olmadığı için onu bir hafta okuldan uzaklaştırmak zorundayım.”
Annem Bayan Miles ile konuşmaya devam ederken babam sessizdi. Yüzünde mimik oynamıyordu. Bu benim için hiç de iyiye işaret değildi.
Yaptığımın doğru olmadığını biliyordum ama bu cehennem çukurunda hayatta kalmak için elimden geleni yapmak zorundaydım. Burada zirvedeydim. Vixen’in amigo takımının kaptanıydım. Okulun en popüler kızıydım.
Tacımı benden kimse alamazdı. Bu ormanda hayatta kalmak için ne gerekiyorsa yapacaktım.
Bayan Miles ile görüşmemizden sonra arabaya bindik. Ortam gergindi. Hashtag, başım büyük belada!
“Siz burada işlerin nasıl yürüdüğünü anlamıyorsunuz. Nasıl olduğunu bilmiyorsunuz,” dedim ortamı yumuşatmaya çalışarak.
Tüh be! Keşke ağzımı açmasaydım. Babamın bana bakış şekli hiç de hayra alamet değildi.
“Ne yani, bunun yaptığın şeyi haklı çıkardığını mı düşünüyorsun?” Bu soru falan değildi elbette.
“Of. Her neyse, hiçbir şey bildiğiniz yok!” dedim ama söyler söylemez buna pişman oldum.
“Konuşmalarına dikkat et küçük hanım,” diye uyardı annem.
“Hanna, doğru konuş. Biz senin arkadaşın değiliz. Saygılı olmayı öğrenmen gerek. Cezalısın. Bir hafta boyunca cep telefonu yok. Telefonunu annene ver. Hemen!” diye emretti babam.
“Vermeyeceğim,” dedim kararlı bir şekilde.
“Böyle devam edersen bir ay boyunca telefonunu göremeyeceksin,” dedi aynadan ters ters bana bakarken.
“Sizden nefret ediyorum… BABA, DİKKAT ET!” diye bağırdım. Bir kamyon hızla bize doğru geliyordu.
Ondan sonra her şey karardı...
Gözlerimi açtığımda hastane yatağındaydım. Ablam Tess yanımda oturuyor, elimi tutuyordu. Koyu mavi gözleri hüzünlüydü, dalgalı kahverengi saçları yüzünün etrafını çevreliyordu.
“Tess? Neredeyim? Neden buradasın?” Neler olduğunu anlamaya çalışırken başım zonkluyordu.
Tess sesimi duyunca yerinden fırlayarak bana sıkıca sarıldı, ki bu onun için alışılmadık bir şeydi. Onunla hiç yakın olmamıştık.
“Tanrı’ya şükür uyandın,” derken beni asla bırakmıyordu.
“Ay! Canımı yakıyorsun,” dedim acıyla.
“Ah, özür dilerim,” deyip beni bırakırken tekrar yerine oturdu.
“Annemle babam nerede? Neden burada değiller?” Odaya bakınırken içeriye girmelerini bekliyordum.
İşte her şeyi değiştiren soru bu olmuştu. Neden Tess buradaydı da annemle babam burada değildi?
Tess ağlamaya başlarken gözyaşlarını sildi. Sakinleşmek için derin nefesler alıp verdi.
“Sana söylemem gereken bir şey var,” derken sesi titriyordu. “Bir kaza geçirdiniz...”
“Hayır! Hayır! Olamaz! Lütfen söyleme! Lütfen söyleyeceğin şeyi söyleme!” Kulaklarımı kapattım. Söyleyeceği şeyi duymak istemiyordum.
“Annemle babam öldü,” derken hıçkırıklara boğuldu ve tekrar bana sarıldı.
Her yerim sızlıyordu ama acıyı memnuniyetle karşıladım.
Hiçbir şey hissetmemektense acı çekmeyi tercih ederdim.
Kazadan sonra sol bacağımda büyük bir yara izi kalmıştı. Yaprakları olmayan bir ağaca benziyordu. Artık attığım her adımda aksayarak yürüyordum.
Eskiden olduğum kişi artık yoktu. Popüler olmak, amigo olmak, makyaj yapmak… Hepsi geride kalmıştı. Eskiden yaptığım şeylerin hiçbiri umurumda değildi.
Sadece annemle babamın gurur duyacağı biri olmak istiyordum. Yasal velim artık ablamdı. Garip, değil mi?
Saint-Rock adında bir kasabaya taşınmak zorundaydım.
Buradan ayrılmadan önce yapmam gereken son bir şey vardı. Tess’le hiçbir zaman iyi anlaşamamış olsak da, zor zamanlarımda yanımda olduğu için mutluydum.
Annemle babamı gururlandırmak istiyordum.
Kapı zilini çalarken avuçlarım terliyor, parmaklarım titriyordu. Geçen her saniye bir asır gibi geliyordu.
“Buraya gelmeye nasıl cüret edersin.” Kapıyı açan Tracy Hallway’in annesi bana öfkeyle bakıyordu.
“Bayan Hallway,” diye araya girdi ablam. “Onu görmek istemediğinizi biliyorum ama kızınızdan özür dilemek için geldi.”
“Anne, sorun değil.” Tracy’in ortaya çıkıp beni savunmasına şaşırmıştım.
Annesi başka bir şey söyleyemeden, Tracy annesinin kulağına bir şeyler fısıldadı. “Bu o” dediğini duyduğumda Bayan Hallway bana acıyarak baktı.
İnsanların bunu yapmasından nefret ediyordum.
“Elbette, içeriye gelin,” derken Tracy’in annesi içeriye girmemiz için kenara çekildi.
Buraya gelme amacımı yerine getirerek, Tracy’den ona yaptığım her şey için, özellikle de okulda herkesin önünde ona kötü davrandığım için ondan özür diledim.
Tracy’nin evinden ayrılırken kendimi biraz daha iyi hissediyordum.
Oradan ayrıldıktan sonra annemle babamızı birlikte yuva kurdukları kasabada ebediyete uğurladık.
BUGÜN
Durumlar böyleydi işte. Şu anda bir koltukta oturmuştum, ablamın ısrarla ihtiyacım olduğunu söylediği bir terapistle karşı karşıyaydım. Adama asla tahammül edemiyordum.
Kapının üzerinde asılı olan saate bakarak akreple yelkovanı izlemeye başladım. Ona tek bir kelime bile söylemeyecektim.
Neden söyleyeyim ki?