Galatea logo
Galatea logobyInkitt logo
Sınırsız Erişim Edin
Kategoriler
Oturum aç
  • Home
  • Kategoriler
  • Listeler
  • Oturum aç
  • Sınırsız Erişim Edin
  • Destek
Galatea Logo
ListelerDestek
Kurtadamlar
Mafya
Milyarderler
Toksik Aşk
Slow Burn
Düşmandan Sevgiliye
Paranormal ve Fantezi
Ateşli
Spor
Kolej
İkinci Şans
Tüm Kategorileri Gör
App Store'da 4,6 puanlı
Hizmet ŞartlarıGizlilikBaskı
/images/icons/facebook.svg/images/icons/instagram.svg/images/icons/tiktok.svg
Cover image for Ölüm Koşusu

Ölüm Koşusu

Ağacın Tepesi

BLYTHE

Bir sonraki hatırladığım şey, Killian’ın beni omzuna attıktan sonra dört ayak üzerinde dönüşmesiydi. Altımda bir şeylerin koptuğunu ve çekildiğini, kemiklerinin kırıldığını ve yeniden şekillendiğini hissediyordum.

Killian’ın yerinde bir kez daha bir kaplan belirdi ve beni sırtına attı. Turuncuya çalan şimşek gibi bir hızla koşarak ormanın içinden geçerken ağaçların arasından ustalıkla geçiyordu.

Çığlık atıp boynundaki kürklere sımsıkı tutundum.

Beni götürdüğü yere gitmek istiyor muydum? Kesinlikle hayır. Ama bu benim isteğime kalmamıştı. O kadar hızlı koşuyordu ki âdeta yer gök inliyordu.

“Dur! Beni yere bırak!” Sonunda kelimeler her zamanki konuşma sesimin üçte birinden daha yüksek bir tonda boğazımdan çıktı. Evet, Blythe. Çok ikna edicisin, helyum çekmiş gibi konuşuyorsun.

Kaplan tepki olarak hırladı, adımları bir kez bile teklememişti.

“En azından yavaşla!” diye yalvardım. “Midem bulanıyor!” Bu tam olarak doğru değildi ama belki biraz merhamet gösterirdi.

Öyle bir şey olmadı.

Bunun yerine, kaplan daha da hızlandı.

Sık sık, bir ağaçtan veya çalıdan gelen başıboş bir dalın yüzüme çarpmaması için eğilmek zorunda kalıyordum. Ellerim ağrımaya ve güçlerini kaybetmeye başlamıştı. Kürkünü tutarken gevşiyorlardı, her an bırakabilirdim.

Obsidiyen rengindeki jilet gibi keskin pençelerin toz içinde tekrar tekrar yere saplanmasını kocaman gözlerle izliyordum. Sertçe yutkundum, gideceğimiz yere vardığımızda aynı pençelerin göğsümü delip geçmeyeceğini merak ediyordum.

Kaplan dalların üzerinden ve altından geçerken ustaca manevralar yapıyordu. Kürkünü tutan ellerim gerçekten gevşemişti ama her sıçramanın mahareti, düşme korkumu azaltıyordu.

Ağaçlarla çevrili bir açıklığa geldiğimizde, Killian son derece hızlı bir şekilde aniden durdu ve vücudunu salladı. İnme zamanı.

İtaatsizlik edemeyecek kadar korkmuştum, burkulmuş bileğimin üzerine basarken yüzümü buruşturarak yere indim.

Önümdeki kaplan yeniden dönüşürken hayret ve dehşet içinde onu izliyordum. Ancak çıplak olduğunu fark ettiğimde, vücuduna bakmak yerine kendimi başka tarafa bakmaya zorladım.

Açık alan küçücüktü ve klostrofobik hissettiriyordu.

Bu kadarmış. Beni burada öldürecek.

Killian bana doğru bir adım attığında tüm mantıklı düşünceler beynimi terk etti. Çığlık atıp geriye doğru sıçradım.

Ayak bileğim büküldüğünde başımı ve omzumu uzun bir ağacın gövdesine çarpınca…

Her şey karardı.

KİLLİAN

Tanrım!

Aptal budala kendini yere serdi.

Onu en sevdiğim alanlardan birine getirmiştim. Burada iki tane kamera olduğunu biliyordum ve sanırım bir veya iki tane daha vardı. Onunla boğuşmak ve onu sürüklemek için büyük bir gösteri yapmaya hazırdım. Kız tamamen özgür kalacaktı. Ama olanlara bakın.

Gösterimi şu anda yapamazdım, kız arenadan kaçacak durumda değildi. Duvarın ötesinde ne olduğundan emin değildim ama sarsıntı geçirmişken duvarın üzerinden atlayamazdı.

Yapılacak tek bir şey vardı ve bunun kötü bir fikir olduğunu biliyordum. İnsan yanım bundan nefret ediyordu ama başka bir seçeneğim yok gibi görünüyordu.

En kötüsü de kaplanım bundan memnuniyet duyarak mırıldanıyordu.

Sakın yanlış bir fikre kapılma. Sadece orijinal plana geri dönmek için kızın iyileşmesini bekleyeceğiz. Bir gösteri ve sonra gidecek, bu yüzden bağlanmaya başlama.

Ama kaplanın başka fikirleri vardı.

BLYTHE

Gözüne giren ışığın acısıyla yüzümü buruşturarak gözlerimi açtığımda gördüğüm şey nefesimi kesti. Hayır korkmamıştım.

İlk başta kafam karışmıştı. En son küçük açıklıkta gölgede duruyordum ama şimdi bir ağacın tepesindeydim.

Etrafımdaki karmaşık, uçsuz bucaksız yaprak ve dallar beni koruma görevi görüyordu. Buradan, kuşların -küçük, zararsız olanların- cıvıltılarını duyabiliyordum.

Kendime gelmeye çalışırken Killian’ın bir kenarda durmuş, beni izlediğini fark ettim.

Yerimde doğrulurken altımdaki tahtaların üzerindeki pençe izlerini gördüm. Döşeme oluşturmak için yapboz parçaları gibi bir araya getirilmişlerdi.

Sarmaşıklar birbirine dikilerek yukarıdaki gölgeliklere bağlanmış, odaları ayırmak için duvar görevi görüyordu.

Killian, “Ayağa kalkmaya çalışma,” dedi. “Beyin sarsıntısı geçiriyor olabilirsin.”

Derin bir nefes aldım, gözlerimin arkasında zonklayan acıya rağmen düşünmeye çalışıyordum ama tüm vücudumu kaplayan acıyla düşünmek çok zordu.

Hissettiğim kadar kötü yaralanmamışım gibi görünmeye çalışarak biraz daha etrafa bakındım.

Neyse ki, oturduğum yer o kadar da aydınlık değildi. Işık, yamalar arasından süzülerek zemin boyunca karmaşık desenler yaratıyordu ve bundan başka herhangi bir ışık kaynağı göremiyordum.

Lamba yoktu. Tüm bunları düşünürken bir elimle kafamdaki yumruyu dikkatli bir şekilde ovuşturdum. Burada yaşayan şekil değiştirenlerin çoğunun gelişmiş gece görüşü olmalıydı. Bir kurt ağzında bir el feneriyle arazide sinsice dolaşıyor olamazdı.

Tabii ki, kurtlar genellikle ağaç evlerde de yaşamıyordu.

Tam ortada oturuyordum. Gözlerim asma perdelerin üzerinde gezindi.

Elle oyulmuş ve bir araya getirilmiş tüm bu düzenlemeler, dört ila beş ağacı kaplayacak kadar geniş görünüyordu.

Yukarılarda başka bir kat gibi asılı olan saçakları sayarken oturduğum yerde bir kez daha sersemlediğimi hissettim.

Çoğu karanlıkta çok iyi görebilen ve hepsi bir arada yaşayan bu kadar çok şekil değiştiren, çocuklara anlatılan korkunç bir hikâyeden fırlamış gibiydi.

Ama tüm bu yaratıcılık beni hayrete düşürmüştü. Şekil değiştirenlerin bu kadar becerikli olabileceği hakkında hiçbir fikrim yoktu.

Yine de hiç kimse şekil değiştirenlerin vahşi, acımasız ve hayvandan başka bir şey olabileceğini bilmiyordu. Koşu’nun halka gösterdiği tek şey buydu.
Vahşi katliamlar.
Arenaya çöp gibi saçılmış kanlı cesetler.
Kim bilir nereye, acımasızca sürüklenip tekmelenirken çığlık atan kızlar.

Ve şimdi ben de onlardan biriydim.

Panik yeniden içimde yükselmeye başlamıştı, ancak başka bir pervasızca harekette bulunamadan, kısa koyu saçlı, yırtık kot pantolon giyen bir adam ortaya çıktı. Elinde bir çantayla, büyük ağacın etrafında kıvrılan asma ve tahta merdivenlerden aşağıya iniyordu.

Şimdi iki tane oldular. Harika. Etrafıma bakındım. Buradan nasıl ineceğim?

“Sonunda,” dedi Killian adama. “Seth nerede?”

“Dışarıda,” dedi adam. Asyalı’ya benziyordu ve teni Killian’ınkinden daha koyuydu.

Killian, “Yaralı bir Koşucum var,” deyince ona baktım. O... Benim için endişeli miydi?

“Bir bakayım.”

“Ben...”

“İlk tercihin olmadığımı biliyorum Killian ama Seth muhtemelen bütün gece dışarıda olacak.”

Sonra konuşmadan bir süre birbirlerine baktılar.

Buna bir anlam veremiyordum. Ne yapıyorlardı?

Hiçbir şey mantıklı gelmiyordu.

Bunlar nasıl mümkün olabilirdi? Yanlış mı anladım yoksa? Bir şekil değiştiren bana… Tıbbi bakım mı uygulayacak? Hâlâ baygın ve rüya görüyor olabilir miydim?

Ben denen adam Killian’la garip göz temasını kesti ve çömelerek yanıma eğildi.

“Killian paniklediğini ve bir lupuna ağacına çarptığını söyledi,” dedi.

Killian bunu ne zaman söyledi? Düşündüğümden de daha kötü durum olmalıyım.

“Ah,” dedim yüzümü buruştururken. Kafamdaki yarayı bulmuştu. Parmaklarını geri çektiğinde üzerlerinde kan görünce neredeyse kalbim yerinden fırlayacaktı. Televizyonda kan görünce çıldıran şekil değiştirenler gibi çılgına dönecek miydi?

Ama Ben az önce getirdiği sırt çantasını açıp içinden gazlı bez ve bir şişe alkol çıkardı. Yaramı temizlemeye başladığında tısladım. Canım yanıyordu.

“Killian omzunu ve ayak bileğini de kontrol etmemi söyledi?”

“Evet, lütfen.” Derin bir nefes aldım, her şey oldukça gerçeküstüydü.

Gözlerim Ben’den biraz uzakta duran Killian’a kaydı. Kollarını göğsünde kavuşturmuş bizi izliyordu.

Titreyen ellerimi birbirine kenetledim.

“Şey... Burası sizin eviniz mi?” diye sordum ikisine de. Sesimdeki kekelemenin o kadar da acıklı çıkmadığını umuyordum.

Killian başını salladı. Tekrar fark edene kadar çıplak olduğunu neredeyse unutmuştum. Bakışlarımı çevirerek Ben’in inmiş olduğu merdivenleri incelemeye başladım. Killian üzerine bir şeyler giymeyi düşünüyor muydu?

Yaralı ayak bileğime bir acı saplanırken irkildim. Ben, hasarı değerlendirmek için farklı noktalara bastırıyordu.

Killian kaşlarını çattı ama hareketsiz kaldı.

“Buranın inşasına yardım ettin mi?” diye sordum, aklımı her şeyin acısından ve tuhaflığından uzak tutmaya çalışıyordum.

Killian tekrar sadece başını salladı. Ona sessiz biri demek yetersiz bir ifade olurdu.

“Burası… Çok güzel,” dedim.

Etrafı incelemeye devam ederken gözlerim ezilmiş büyük bir karton kutuya takıldı. Yan tarafında bir şirketin logosu vardı ama tam seçemiyordum.

“Şimdi hatırladım. Siz erzakları alıyorsunuz. Geldiklerinde bunları size gösteriyorlar ve her şey o kadar şiddetleniyor ki...” Kollarımı göğsümde kavuşturup kaşlarımı çattım. Keskin küçümseyici sesim, dişlerimi gıcırdatmama neden olmuştu.

Derin bir nefesten sonra, Killian gümbürdeyerek cevap verdi.

“Çok konuşuyorsun kızım.”

Hem sözlerinin hem de bana bakmaya devam eden gözlerinin yoğunluğu beni şaşırtmıştı.

Özellikle kızım deme şekli pek hoşuma gitmemişti. Bunu sanki bir küfür gibi söylemişti.

“Ben... Ben...” Boğazımı temizledim ve kulağa sürekli uysal gelen sesim için kendimi azarladım. “Bana kızım deme. Bu çok küçük düşürücü. Bana bir şey diyeceksen...” Sanki bu beni hiç korkutmuyormuş gibi duruşumu düzelttim.

“Benim adım Blythe.”

KİLLİAN

Blythe, ha?

Bu kızı, Blythe’I sessizce izlerken eğleniyordum, hem vücudu hem de sözleriyle kıpır kıpırdı.

Belki de itaatkâr bir tiptir, diye mırıldandı kaplanım. En eğlencelileri bunlar olurdu.
Dişlerimi sıktım. Bu kız fazla arzuluydu. Herhangi bir bağlanma riskini göze alamazdım. Normal şartlar altında, bazen kapıya kadar götürdüğüm Koşucuların bana minnet duymalarından zevk alırdım.

Kaçmalarına yardım ettiğini anlayınca, kızların bazıları çok arkadaş canlısı olurdu ve kör noktalardaki kapıları ararken keyifli zaman geçirirdik. Görünüşe göre yapımcılar kaçan kızların hiçbirini ifşa etmek istemiyorlardı.

Ama Blythe böyle bir ödül olmayacaktı. Sadece onu dışarıya çıkarmam gerekiyordu, hepsi o kadar.

İçimdeki kaplan hırladı. Bu fikir hiç hoşuna gitmemişti.

İç çekerek pozisyonumu düzelttim. Blythe hâlâ bana bakmıyordu, onun yerine sorularını ya da yorumlarını daha çok yere yöneltiyordu. Ve neden bu kadar utangaç olduğunu anlamam bir dakikamı almıştı.

Ah, küçük kız. Daha önce hiç çıplak penis görmedin, değil mi?

Evet, kokusunu alabiliyordum, korkuyla karışık hayranlık ve sessiz uyarılma. Onu arzulamak kaplanımın hırlamasına neden olmuştu.

Kendini kontrol altına al.

Ardından arkamı dönüp odama doğru yürümeye başladım. Oradan ayrılırken Blythe’ın gözlerini sırtımda hissedebiliyordum.

BLYTHE

“Ona ne oldu?” diye sordum ayak bileğimi sarmayı bitiren Ben’e.

Ben homurdanarak başını salladı. “Tipik Killian. Sözlükte ‘karanlık’ kelimesinin yanında bir resmi var, ya da en azından bana öyle söylendi.”

Gülümsedim. “Sen söyleyince fark ettim, etrafta çok fazla kitap göremiyorum.”

“Kampı sık sık taşıyoruz. Kitaplar da taşınmayı zorlaştırıyor.”

“Kampı taşıyor musunuz?” diye sordum, tüm inşaata bakarak.

“Evet çoğunu,” dedi Ben, etrafına bakarken. “Her şeyi yanımıza alabiliyoruz. Burayı bilerek taşınabilir hâle getirdik.”

Hayran kalmıştım.

“Taşımanın çok eğlenceli olduğunu söylemiyorum,” dedi Ben. “Ama bir şekilde halloluyor.”

Merdiven gıcırdarken Killian’ın döndüğünü haber veriyordu. Altına gri bir şort giymişti.

“Daha iyi misin?” diye sordu bana yaklaşırken. Hareket şekli hipnotize ediciydi, kaplan formu kadar pürüzsüzdü.

Yutkunup omuz silkerek gözlerimi ondan kaçırdım.

Sesindeki alaycı tonu duymuştum. “Burada seni tatmin edecek bir şey yok, değil mi?” diye sordu.

Ve nedense bu, bacaklarımı birbirine bastırmak istememe neden olmuştu. Yaralı ayak bileğim ve omzum üzerinde çalışan Ben’in arasında öylece kalakalmıştım.

En azından şu anda başım eskisi kadar acımıyordu.

“Beklediğim bu değildi,” diye itiraf ettim.

“Ah?” dedi Ben. “Ne bekliyordun ki?”

Açıklanamaz bir şekilde, bu Killian’ın hırlamasına neden olmuştu.

KİLLİAN

Killian
Aklından bile geçirme Ben. Onu bir kapıya kadar ulaştırır ulaştırmaz dışarıya çıkacak.
Ben
Sakinleş, dostum. Sadece onunla konuşuyorum.
Killian
Ah tabii. Onunla hiç ilgilenmiyorsun yani.
Ben
Killian, sen bir eş istemiyorsun diye, bu geri kalanımızın da istemediği anlamına gelmiyor.
Killian
Bu yıl kısa çöpü sen çektin, bunu biliyorsun.
Ben
Bu sadece dışarıya çıkamayacağım demek. Onları bana getirdiğinde, Koşucuları görmezden gelemem.
Killian
Beni zorlama leopar.

Ben, bağlantıyı koparıp bana bir bakış fırlattı. Blythe bizi izliyordu, yüzünde bir şaşkınlık ifadesi vardı.

“Sanırım... Öldürülmeyi bekliyordum?” dedi yavaşça, kimsenin onu hâlâ dinlediğinden emin değilmiş gibi. “Yani, şekil değiştirenlerin Koşuculara yaptığını düşündüğüm şey buydu.”

Kaşlarımı kaldırdım. “Çoğumuz öyle yaparız, evet.” Blythe’ın korku feromonlarında bir yükseliş vardı. “Ama ben değil.”

Yüzündeki ifade, kafa karışıklığı, şaşkınlık, gülmek istememe neden olmuştu. Kafasında dönen çarkları görebiliyordum.

“Ben de değilim,” diye mırıldandıktan sonra Ben, Blythe’ın omzuna astığı askıyı ayarlamayı bitirdi ve eşyalarını toplamaya başladı.

“Koşu’da gösterdikleri şeyler...” derken Blythe’ın sesi kısıldı.

“Görmenizi istedikleri şeyler mi?” diye bitirdim cümlesini.

Kimse bir şey söylemedi, tek ses Ben’in çantasının fermuarından çıkan sesti.

Bir süre sonra Ben sessizliği bozdu.

“Kolunu bir süre o askıda tut. İyileşmesi için omzunu dinlendir. Ayak bileğine çok fazla ağırlık vermemeye çalış. Diğer bacağını kullanmaya çalış. Ve beyin sarsıntısı ve diğer şeyler yüzünden sana göz kulak olacak biri yoksa uyumaktan kaçınmanı tavsiye ederim.”

Ben’in sesindeki hüzünlü ses tonu ve göğsünde oluşan alçak hırlama dikkatimden kaçmamıştı.

Bir bakış daha attıktan sonra Ben, ayağa kalkıp gitti.

Belki de bu sana haksızlıktır. Ama onun benim için çok tehlikeli olduğunu anlamalısın. Onu yanımda tutamam.
Onu bu yüzden kovalamadın bunu biliyorsun, diye gürledi kaplanım. Onu istiyorum, sen de istiyorsun.
Evet. Sorun da bu. Bağlanma yok, kedi. O zamandan beri...
Bunu belirtmene gerek yok.

Anıların acısı dalga hâlinde içimden geçti ama bu, Blythe’a bakmayı bırakmamı daha da zorlaştırıyordu. O muhteşemdi. İsli kirpiklerin arasından bana bakan zümrüt gözleri, büyüleyici bir şekilde atkuyruğu şeklinde toplanmış gür siyah saçları…

Seni bu kadar farklı kılan ne böyle? Neden bana bu kadar çekici geliyorsun?

Sadece güzelliği değildi. Her zaman güzel kızlar olurdu.

Korkusu mu?

Her zaman korkmuş kızlar olurdu.

Masumiyeti mi?

Masum kızlar daha nadirdi ama duyulmamış değildi.

Hayır, başka bir şey vardı.

Yürekliydi…

Ona baktım. Evet, bunu ifade etmenin tek yolu buydu. Ona baktığımda çenesini kaldırma şekli. Korkudan titrediğini görsem bile, sırtını düzeltme şekli. Boyunu aşıyordu ama yürekliydi.

Ve böylece, ona dokunmak zorunda kaldım.

“Benden ne istiyorsun?” diye sordu Blythe sesi titreyerek.

Gözlerimi kırpıştırdım, sorusuyla öylece kalmıştım. İçimde gömülü olan dürüst cevapla yüzleşemedim. Cevabı ararken, kendi şaşkınlığımı ve huzursuzluğumu yatıştıran bir şey fark ettim.

“Seni işaretlememe izin ver.”

Continue to the next chapter of Ölüm Koşusu

Discover Galatea

Serserilerle Tehlikeli SulardaMarcello Mafyası SerüvenleriMilyarder Bebek BabasıAnlaşmalı EvlilikHavuz Partisi

En Yeni Yayınlar

Noel Ruhuİyilik Meleği AŞ: Bonus İçerikSeroje: Gören GözViking Kralı'na Aşık Olmak ve Diğer Kötü KararlarHarley’nin Ateşi