
Şişman Keily
Keily her zaman büyük bedendi ve kendine karşı güvensizlikleri olsa da, bunun ayağına dolanmasına asla izin vermedi. Ta ki dünyanın en büyük denyosu James Heynes’le tanışacağı yeni okula geçene kadar. James, Keily’nin kilosuyla dalga geçip kusurlarına dikkat çekmek için hiçbir fırsatı kaçırmadı. Ama durum şu ki... en kötü şeyleri söyleyen insanlar genellikle kendi sorunlarını gizlerler ve James de büyük bir sır saklıyordu. Keily hakkında bir sır.
Yaş sınırlaması: 18+
Tehlikeli Yakışıklılık
Gerginliğimin üç sebebi vardı.
Birincisi, hayatımda ilk kez bir ev partisine gelmiştim. İçeri adımımı atar atmaz gürültülü müziğin sesiyle kalbim hızlandı. Evde dans eden, içen ve öpüşen insanlara şöyle bir baktım.
O kişisel işkencecimin ta kendisiydi.
O uzun boylu, yakışıklı ve zalim serseri kilolu olduğum için benimle sürekli dalga geçerdi. Ne zaman görse bana “domuzcuk” derdi. Vücudumu gizlemek için giydiğim kıyafetlerle alay eder, rahibe gibi giyindiğimi söylerdi.
Onunla göz göze geldiğimde alkolün de verdiği cesaretle sırıttım. Paltomun altında sadece iç çamaşırı vardı. Kıvrımlarımı gizleyen bol tişörtlerimden ya da bacaklarımdaki selülitleri kapatmak için giydiğim uzun eteklerden giymemiştim.
İçimde dantel ve ipek karışımı iç çamaşırdan başka hiçbir şey yoktu.
Paltomun düğmelerini heyecanla açarken kimse bana bakmıyordu. Kimse okuldaki yeni şişman kıza dikkat etmiyordu. O hariç.
Paltomun en üstteki düğmesini açtığımda gözleri fal taşı gibi açıldı. Dantelli üst kısmın V yakasından göğüs dekoltem görünüyordu.
Dikkatini çekmeye çabalayan kızları görmezden gelerek ve dans eden sarhoş kalabalığın arasından geçerek bana doğru yürüdü.
Heyecan ve cesaret aklıselim duygularımı gölgede bıraktığı için ikinci düğmeyi de açtım. Vücudumu saran ipek iç çamaşırının daha fazlasını sundum.
Üçüncü düğmeyi açamadan o güçlü elleriyle ellerimi yakaladı. Başımı kaldırıp onunla bir kez daha göz göze geldiğimde nefret ettiğim o yakışıklı yüzündeki ve güçlü çenesindeki öfkeyi gördüm.
Hem kaçamak bakışı hem de kanımdaki alkol beni cesaretlendirdi.
“Sana yanıldığını gösteriyorum.”
BİRKAÇ GÜN ÖNCE
Kuzenim Addison arabada beni bekliyordu. Esmer teni güneşte ışıldıyordu ve kıvırcık kahverengi saçlarını tepeden atkuyruğu toplamıştı.
Göbeğimi kamufle etmek için üstümü biraz aşağı çekiştirdim. Bugün her zamankinden bol bir tişört giymiştim ama yine de kapatması gereken her yeri kapattığından emin olmak istiyordum.
“Selam,” dedi Addison, yolcu koltuğuna oturduğumda.
“Selam.”
“Ee, heyecanlı mısın? Bugün ilk günün!” dedi neşeyle, hemen ardından arabayı çalıştırarak. “Okuldaki yeni kız olacaksın, Keily.”
Onun neşesinin etkisiyle ben de kıkırdadım. “Yakışıklı çocukların üzerime atlayacağı ve amigo kızların beni tırmalayacağı bir gençlik dizisindeymişiz gibi konuşuyorsun.”
“Hey! Benimkiler tırmalamaz, yumruk atar,” dedi Addison sırıtarak.
“O zaman tırnaklarımı kesip boks dersleri almaya başlasam iyi olacak,” diye takıldım.
Şakalaşmak gerginliğimi bir nebze olsa da azalttı. Bugün Jenkins Lisesi’ndeki ilk günümdü.
On sekiz yıllık hayatımı Remington’da geçirmiştim, bu yüzden buraya taşınmak ve lise son sınıfa yabancı olduğum bir kasabada başlamak tüylerimi ürpertiyordu.
Taşınmak planlarımızda yoktu ama annemin şirketi yeni şubeyi buraya açmaya karar verdiğinde ona proje müdürlüğü teklif etmişti. Bu da annemin reddedebileceği bir teklif değildi.
Annem burada, Bradford’da doğmuştu. Yirmi bir yaşına kadar burada yaşadığı için onun uyum sağlaması son derece kolay olmuştu.
Zaten taşınmak babamı hiç ama hiç etkilemiyordu. Evden çalışan bir yazılımcı ve web sitesi tasarımcısıydı.
Yazın, Jenkins’te okula başlamadan önce hazırlanmak ve bu kasabayı keşfetmek için yaklaşık iki ayım olmuştu. Dayımın kızı Addison, harika bir rehber ve gerçekten iyi bir arkadaştı.
Evi bizim evimize yakın olduğu için beni okula götüreceğini bile söylemişti. Bunları muhtemelen kuzenim olduğu için yapmak zorunda hissediyordu.
Yine de kuzenimle okula gitmek, her sabah küçük bir otobüs koltuğuna sıkışıp diğer gençlerden kötü bakışlara maruz kalarak gitmekten çok daha iyiydi.
Remington’da buna benzer yeterince kötü anı biriktirmiştim.
“Geldik.” Addison kornaya basarak park yerindeki kalabalığı dağıttı.
Önümüzdeki binaya baktığımda göğsüme bir ağırlık çöktü. Gerginliğim kendini bir kez daha gösterdi.
“Yeni cehennemine hoş geldin küçük hanım,” diye takıldı kuzenim. O arabadan inince ben de onu çaresiz bir köpek yavrusu misali takip ettim.
Addison’ın dibinde yürürken yine huzursuz olarak tişörtümü aşağı çekiştirdim.
Kuzenim hem amigo kızlardandı hem de atletizm takımındaydı. Arkadaşlarının söylediğine göre takımdaki en iyi koşuculardan biriydi. Rüya bir gibi fiziğe sahip olması şaşırtıcı değildi.
Zayıf olmasına rağmen uzun, kıvrımlı ve kaslıydı. Yaklaşık bir seksen boylarındaydı. Üzerinde dar bir kot pantolonla, kaslı karnının birazını gösteren kısa bir bluz vardı. Herhangi bir moda dergisinin kapağından fırlamış gibiydi.
Bense onun yanında kısacıktım. Koca bir göbeğim, yumuşak kollarım ve kalın bacaklarım vardı.
Vücudumda sadece göğüslerim ve kalçalarım dikkat çekici güzellikteydi. Ama bazen onlar bile kıyafet alışverişi yaparken başımı ağrıtıyordu.
Hatlarımı gizlemek için olabildiğince salaş bir tişört ver siyah bir tayt giymiştim.
Üzerimdekilerin günlük en iyi kombinim olduğunu düşünsem de Addison’ın yanında yetersiz ve eksik hissediyordum.
“Evet, cumartesi günü aldım. Annem sana ne dedi bilmiyorum ama bana bakıcılık yapmak zorunda değilsin.” Koridora adım attığımız anda kendimi lisenin tanıdık telaşının içinde buluverdim.
Addison kaşlarını çattı. “Keily, seninle annen ya da babam istediği için ilgilenmiyorum. Seninle vakit geçirmeyi gerçekten seviyorum. Seni bir kuzenden çok bir arkadaş olarak görüyorum.”
Verdiği cevap biraz önceki çıkışımla ilgili kendimi kötü hissettirdi.
“Özür dilerim. Sadece sana yük olmak istemiyorum. Zaten beni alıp okula getiriyorsun.”
“Arkadaşlar yük olmayacaksa ne içindir?” diye şaka yaptığında gülümsedim.
“Aslında haklı olabilirsin,” diye cevap verdim.
“Yüklerden bahsetmişken, gel de seni bazı yüklerimle tanıştırayım.” Uzun, ince ve güzel kızlardan oluşan bir gruba doğru yöneldi. İlk bakışta bile onlara ait olmadığım anlaşılıyordu.
Yine de karamsar duygularımı görmezden gelmeye çalıştım. Heyecanlı bir gülümseme takınarak Addison’ın peşinden gitmeye karar verdim.
“Herkesin ilk günü nasıl gidiyor?” diye sordu öğretmenimiz. Günün üçüncü dersindeydik.
Sınıftan toplu bir homurdanma yükseldi. Belli ki bu öğrenciler öğretmenin heyecanını paylaşmıyordu.
“Yeni öğrenciler için, Ben Josep Crones. Bana Bay Crones diyebilirsiniz,” dedi bana diğerlerinden daha uzun bakarak.
“Bugün ilk İngilizce dersimiz olduğuna göre neden…” Sınıfın kapısı açılınca cümlesi yarım kaldı.
Bir çocuk içeri girip Bay Crones’a bir kâğıt uzattı. Onu incelememek elde değildi. Bir seksenden uzun, kaslı ve şekilli bir vücudu vardı.
Büyük pazıları vücudunun güçlü ve sağlam olduğunu gösteriyordu.
Gözleri bana takılınca onu apaçık kestiğimin farkına vardım. Bu yüzden yanaklarım kızarırken hemen bakışlarımı kaçırdım. Yüzümün utancımı her zaman bu kadar ele vermesinden nefret ediyordum.
“Bay Haynes, koçuna söyle ya seni erken bıraksın ya da seni sahada tutsun,” dedi Bay Crones.
“Ona kendin söyle,” dedi Haynes yürürken sessizce. Öğretmenimiz onu duymadı ya da duyduysa da aldırış etmemeyi seçti.
Başım hâlâ öne eğikti, bu yüzden yanımdaki Nike ayakkabıları görünce şaşırıp başımı kaldırdım. Sınıfta bir sürü boş yer olmasına rağmen Haynes yanımdaki sıraya oturmuştu.
Abartılı tepki verdiğimin farkında olsam da biraz önce beni onu süzerken yakalamıştı. Utanıyordum. Dış görünüşüm Addison gibi olsaydı bu kadar endişelenmezdim.
Ama ben şişman bir kızdım ve biz şişman kızların onun gibi yakışıklı erkeklerden hoşlanma hakkı yoktu.
“Dediğim gibi,” diye devam etti Bay Crones. “İlk dersimiz, bu yüzden hepinize dönem sonunda teslim edilecek bir ödev vereceğim. Olur mu?” diye sordu tatlı bir gülümsemeyle.
Sınıftakiler yine tüm memnuniyetsizliğiyle inledi.
“Harika.” Ödevimiz Shakespeare’in herhangi bir eseri üzerine beş bin kelimelik bir deneme yazmaktı.
Derste de Elizabeth dönemi siyaset ve kültürünün Shakespeare eserlerini nasıl etkilediğini işledik.
Açıkçası ödev için heyecanlanmıştım. Edebiyatı seviyor, keyifli buluyordum.
Ama Bay Crones’a odaklanmaya çalışsam da yan sıramdaki muhteşem çocuğu düşünmeden edemiyordum. Yakınlığımızdan parfümünün kokusunu rahatlıkla alabiliyordum.
Ders boyunca, fark etmeyeceğimi düşündüğü anlarda bana baktı. Sürekli kötü bir şey fısıldayacağını ya da önüme kaba bir not bırakacağını düşündüm ama yapmadı.
Bu yüzden ben de zil çalana kadar onu görmezden gelmek için elimden geleni yaptım. Ders bitince kalemlerimin kapaklarını takıp defterimi kapattım.
Ama tam defterimi çantama koyacakken birisini elini defterimin üzerine koydu. Şaşkınlıkla başımı kaldırdığımda yan sıradan uzanan kaslı kolla karşılaştım.
Haynes alnına düşen koyu kahverengi saçlarıyla tehlikeli derecede yakışıklı görünüyordu. Simsiyah gözlerinde düşünceli ama aynı zamanda alaycı bir ifade vardı.
“Hey,” dedi.










































