Melez Kanı - Kitap kapağı

Melez Kanı

Laura B.L.

Lycanın Diyarı

KRAL ALARIC

Dudakları vücudumdaydı, göğsüme sıcak öpücükler konduruyordu. Öpücükleri sertleşmiş aletime kadar takip etti. Her hareketi beni heyecanlandırıyordu. Elleriyle aletimi okşamaya, onunla oynamaya başladı.

Koyu renk saçları derimi fırçalıyordu. Kahverengi gözleri bana gülümseyerek bakıyordu. Sıcak ağzını hissederken bana verdiği his nefesimi kesiyordu.

Onunla çıkmaya başladığımızdan beri beni her yönden memnun etmeye çalışıyordu. Bu bazen biraz bunaltıcı da oluyordu.

Dilinin yalayıp emdiği hissiyle doruğa yaklaştığımı hissediyordum. Ağzına boşalmadan önce kendimi durdurdum. Onu belinden tutarak altımdaki yatağa yatırdım.

Ben onu sertçe öperken elleriyle saçlarımı çekiyordu. Dudağını ısırdım. Ağzına karşı büyük bir açlık çekiyordum sanki. O mavi gözler benim çöküşüm oluyordu. Dudakları öyle yumuşak, öyle talepkârdı ki…

Bekle… Mavi gözler mi? Gözlerimi açtığımda Salla'yı bana bakarken buldum. Devam etmemi bekliyordu.

Tekrar dudaklarının tadını çıkarmaya başladım. Odaklanmaya çalışsam da gözlerimi her kapattığımda, endişeli bir şekilde bana bakan kahverengi gözler yerine sadece mavi gözler görüyordum.

“Neler oluyor? İyi misin aşkım?” diye sordu Salla.

Ona baktım.

“Evet, evet. Bilmiyorum. Sanırım yoruldum.”

Yüzünde küçük bir hayal kırıklığıyla, “Ah,” dedi.

“Canını sıkan bir şey mi var?” diye tekrar sordu Salla.

“Hayır, sanırım son zamanlarda işlerin yoğunluğu beni yordu,” diye cevap verdim.

Ona yalan söylüyordum. Oysa, bir şey ya da biri aklımdan çıkmıyor, demek istedim. Bana ne olduğunu bilmiyordum.

O mavi gözlü kadını hayatım boyunca sadece iki kez rüyamda görmüştüm. O gizemli kadının mavi gözleriyle bana hissettirdikleri…

Onun için her şeyi yapardım. O gözler için canımı verirdim. Derin derin nefes aldım.

Bu çılgınlık.

Onu tanımıyordum. Yüzünü bile hatırlayamıyordum. Sadece gözleri vardı aklımda. Onu dün gece tekrar görmüştüm. Bu sefer farklıydı.

Beyaz elbisesini dizlerinin üstüne çekmiş bir şekilde ateşin etrafında dans ediyordu. Saçları etrafında uçuşuyordu. Saç renginin kızıl mı sarı mı olduğunu anlayamamıştım. Hipnotize olmuştum.

Varlığımı fark ettiğinde dans etmeyi bıraktığını hatırladım. Ateşin ışığı yüzünü net olarak görmemi engelliyordu.

O kimdi? Gerçek miydi?

Belki de hayal görüyorum.

Bir zamanlar eşimi bulmayı hayal ederdim. Saatlerce, kaderimdeki eşimin nasıl göründüğünü, saç rengini, gözlerini düşünür, onun hakkında hayaller kurardım.

Sonra o ortaya çıktı. Bunca yıldır onu hâlâ unutamamıştım. Gecelerce onun dönüşünü hayal etmiştim.

İki yüzyıl önce olduğu gibi onunla sevişmeyi hayal etmiştim. Onun lezzetli dudaklarını tattığım ilk andan itibaren her şeyi, herkesi nasıl da unuttuğumu düşündüm.

Gerçek eşim mi? Kim olduğu umurumda değildi çünkü dünyanın en güzel kadını olsa bile onu seçmezdim.

Hado'nun benim kararımla nasıl dalga geçtiğini hatırladım sonra.

Gözleri kapalı Salla'ya omzumun üzerinden baktım. Göz kamaştırıcıydı. Her erkeğin bir kadında dileyebileceği tüm güzelliğe sahipti.

***

NALA

Sonunda, Danimarka'da bulunan Alaric'in krallığına vardık. Krallık tamamen sıradan ölümlülerin gözlerinden uzakta konumlandırılmıştı.

Aslında cadılar, periler, kurt adamlar, vampirler ile cinler insanların arasında da yaşayabilirdi.

Bununla birlikte, bu yaratıkların çoğu, bu tür güçleri asla anlamayacak insanlardan gizlenmek için sürekli baskı altında olmaktansa kendi diyarlarında yaşamayı tercih ediyorlardı.

Diyarlar insanların dünyasına paralel gibiydi. Sadece insan olmayanlar onları geçebilirdi.

Benim türüm insan dünyasına dağılmış sürüler halinde ve tabii ki burada, krallıkta yaşamayı tercih etmişti.

Her sürünün bir alfası, bir betası, bir omegası vardı. Her biri, en azından teoride, güç ve hakimiyet ihtiyacıyla, toprak uğruna savaşmamaları için diğer bölgelerin sınırlarına saygı göstermeliydi.

Şehrin yakınındaki küçük otellerden birinde kalıyorduk. Annem bu geceki balo için şehirdeki kuaföre gitmeye karar verdi. Kız kardeşim de onunla gitti. Babam odasındaydı.

Ben de kaldığımız yerden sadece birkaç blok ötede, şehir merkezinde yürüyüş yapmaya karar verdim.

Hava mükemmeldi. Güneşli olmasına rağmen esen havanın biraz soğuk olduğunu hissedebiliyordum.

Yan yana sıralanmış dükkanlar tuğladan yapılmıştı. Birçoğunun canlı renklerde olması, onları bir hikâye kitabından fırlamış gibi gösteriyordu.

Bazı bar ile restoranların, güneş ışığında yemeyi seçenler için dışarıda küçük masaları vardı.

Kaldırımda yürürken, girişinde viking başlığı asılı bir taverna gördüm.

Mekanın ismi, Einar'ın Viking Barı’ydı. İyi görünüyordu. Bu gece Maeve ile gidebiliriz diye düşündüm. Şehir gürültülü değildi. İnsanlar etrafta dolaşıyordu. Bu haliyle sessiz ve büyüleyici bir kasaba olduğunu düşünüyordum.

Kavrulmuş kahve çekirdeklerinin kokusuna kapıldım. Koyu mavi ile beyaz pencere çerçeveleri olan küçük bir kafeterya gördüğümde bir fincan kahve içmeye karar verdim.

Olgun görünümlü bir kadın beni oturacağım masaya yönlendirdi.

“Merhaba. Café Rosilde'ye hoş geldiniz. Başlangıç için biraz su ister misiniz?” diye soran garson benim yaşımda görünen genç bir adamdı. Zayıftı, yeşil gözleriyle sarı saçları vardı. Saçları geride bağlanmıştı.

Bölgedeki diğer kurtlardan biraz farklıydı. Hepsi genellikle sağlam, iri gövdeliydi. Ne var ki garson bu tanıma hiç uymuyordu.

“Hayır, teşekkürler. Buzlu, soğuk bir kahve alacağım,” diye gülümseyerek cevap verdim.

“Soğuk kahve mi? Sıcakları sevmez misiniz?” diyerek bana göz kırptı. “Hemen döneceğim.”

Saat 15:00'i geçmişti. Kafeteryada fazla müşteri yoktu. Belki de en yoğun saat olmadığı içindi.

Birkaç dakika sonra, garson kahvemi getirdi.

“Buyrun,” diyerek uzattı.

“Teşekkür ederim,” dedim.

“Bu civarlardan değilsin, değil mi?”

“Hayır, değilim.” Sadece huzur içinde kahve içmek istiyor olmama rağmen bir konuşma başlatmam gerekiyor.

“Sormamın sakıncası yoksa neden ziyarete geldin?” Genç adam şimdi rahat bir şekilde masama yaslandı. Biraz şımarık görünüyordu.

“Krallığı ziyarete geldim,” dedim tarafsız bir tonla. Kabalık etmek istemiyordum ama aynı zamanda ona şu an hissettiğinden daha fazla özgürlük vermek de istemiyordum.

“Vay canına, Alaric'in krallığını bilmeyen biriyle hiç tanışmamıştım.”

Alfa’sından söz ederken takındığı gayri resmi ses tonu beni şaşırtmıştı. “Alaric mi? İnsanlar ona burada ismiyle mi hitap ediyor, yoksa sadece sen mi?” diye sordum aptalı oynayarak.

Güldü. “Ben ona öyle diyorum.”

“Aferin sana,” dedim. Konuşmayı kısa kesip gitmesini sağlamaya çalışıyor olmama rağmen ya fark etmiyordu ya da görmezden gelmeye karar vermişti.

“Birkaç gün içinde bir etkinlik var. Gitmelisin, harika olacak,” dedi.

“Tamam, gidecek zamanım olursa aklımda bulunsun.”

“Tamam, kahvenin tadını çıkar. Orada görüşürüz.”

Yüzümü ekşiterek gülümser gibi yaptım.

Kahvemi bitirdiğimde saat 16:00 olmuştu. Hızlı bir şekilde otele gitmek zorundaydım çünkü vardığımda annemle Maeve kesinlikle geri dönmüş olurlardı.

Otel odasına girdikten sonra annemin elbisesini giymesine ve mücevherlerini takmasına yardım ettim. Harika görünüyordu, gerçek bir kraliçe gibi.

“Tamam kızlar. Umarım kendi başınıza biraz eğlenirsiniz,” dedikten sonra öpücükler üfleyerek taksiye bindi.

Gittiklerinde Maeve'e bakarak, “Bir şeyler içmemiz lazım. Güzel bir şeyler giydikten sonra çıkalım,” dedim.

”Nala? Koşuya çıkmama ne zaman izin vereceksin?” Kurdum zihnimden soruyordu. Huzursuz hissediyordu.

”Yarın akşam yapalım, olur mu?” ~diye söz verdikten sonra zihnimde saklandığını hissettim.

Maeve banyodan gri bir kot pantolon ile V yakalı, beyaz, ipek bir bluzla çıktı. Biraz makyaj yapmıştı. Gevşek bukleleri göğsüne ulaşıyordu.

Kız kardeşim iri, yeşil gözleri, uzun dalgalı sarı saçlarıyla bir perinin yüzüne sahipti. Annemiz kadar da bilgili ve eğitimliydi.

Yeşil gözleriyle bana baktığında bir şey söylememi beklediğini anladım.

“Erkek olsaydım, seni ısırarak hemen işaretlerdim,” dediğimde gözlerini devirdi. “Harika görünüyorsun!”

“Böyle mi gidiyorsun?” diye sordu bana.

“Kıyafetimin nesi var?”

“Kara dul gibi görünüyorsun.”

Aynada kendime baktım. Siyah kot pantolon, siyah ipek bir atlet, siyah deri ceket ile siyah topuklu ayakkabılar giyiyordum. Kara dul mu?

“Gerçekten umurumda değil,” dedim iç çekerek. “Sadece rahatlamak istiyorum,” dedikten sonra çantamla anahtarımı aldım.

Bu öğleden sonra gördüğüm meyhanede içiyorduk. Ortam kalabalıktı. Buralı oldukları anlaşılan bir grup adam, boynuz biçimli bardaklarla bira içiyordu.

Hepsi gerçek vikinglere benziyordu. Hepsi oldukça yapılıydı. İçlerinden birinin gözlerini kız kardeşime diktiğini fark ettim.

“Şu adam sana bakıyor, kardeşim.”

Maeve ona bakar bakmaz ağzındaki birayı yüzüme tükürmemek için kafasını çevirdi. O kadar çok gülüyordu ki gözlerinin köşelerinde küçük yaşların biriktiğini görebiliyordum.

Onu böyle görünce ben de gülmekten kendimi alamadım. Bana bir şey söylemeye çalışıyordu.

“Aman tanrım! Nala... Sen... Adamı gördün mü?”

“Evet, evet. Çenesinde küçük bir örgü var. Eksik olan tek şey, baltası.”

Viking güldüğümüzü fark ettiğinde yüzünde öfkeli bir ifadeyle masamıza gelerek, “İyi akşamlar,” dedi.

Poker suratı yapmaya çalışıyordum ama kız kardeşimin hali bana yardımcı olmuyordu.

“İyi akşamlar,” dedim.

Viking, “Bu civarlardan olmadığınızı fark etmeden edemedim,” dedi.

“Buralardan olmadığımız için olmalı,” dedim.

“Neye gülüyorsun cadı?” diye sordu sert bir tavırla.

Bunun üzerine Maeve bir an durduktan sonra ona ciddi bir şekilde baktı.

Evet, bunu unutmuştum. Kurt adamlar cadıların kokusunu alabiliyorlardı çünkü diğerlerinden farklı bir kokuya sahiptiler.

Kokusunu alamadığım için o kokunun ne olduğunu hiç bilmiyordum. Buna rağmen ben de bir cadıyı tanıyabiliyordum. Nedenini bilmesem de ayırt edebiliyordum.

Maeve sert bir sesle, “Bu seni ilgilendirmez,” diye cevap verdi. Ne var ki gözleri ifadesinin tam tersiydi.

“Ne yapacaksın? Bana baltanı mı göstereceksin? Bu arada, patates kızartmasının kırıntıları örgünde kalmış,” diyerek çenesini işaret etti.

Üçümüz birbirimize baktıktan sonra birden Maeve’le ben tekrar gülmeye başladık.

“Senin türünün bir daha bu krallığa girmemesi için elimden geleni yapacağım.”

Kulaklarından duman çıktığını görebiliyordum. Pantolonu düştüğünde bardaki herkes yüksek sesle güldü. Kıllı bir popo çıkmıştı ortaya çünkü adam iç çamaşırı giymiyordu!

Viking, bunun kız kardeşimin işi olduğunu anlayarak Maeve'e baktığında pişman olmadığını görebiliyordu.

Maeve'in telefonu çaldığında saat 23:00 olmuştu. Arayan kişiyle konuşmak için dışarı çıktı. İçkimi içmeye devam ederken vücudumu müziğin ritmine göre hareket ettiriyordum.

“Nala! Önce otele sonra da saraya gitmeliyiz.”

Geri geldiğinde, birinin annemin üzerine içki döktüğü için elbisesinin ısladığını açıkladı. Çantalarımızı alarak hesabı ödedik.

Anneme yedek bir elbise almak için otele iki blok yürüyerek gittikten sonra saraya gittik.

Saray arazisine vardığımızda, her yerde güvenliklerin olduğunu fark ettim. Tüm koruyucu savaşçılar lycandı. Bir kontrol noktasına ulaştık.

Gardiyanlardan biri, “Ziyaretinizin amacı nedir?” diye sordu.

“Annemiz elbisesiyle ilgili sorun yaşadığı için ona yenisini getirmemizi istedi,” diye açıkladım.

Gardiyan, yüzünde şüpheli bir ifadeyle bana baktıktan sonra Maeve'i fark etti.

“Adın ne?”

“Nala ile Maeve Dawler. Ailemiz Darious ile Elenor Dawler,” dedim.

Bir an için, gardiyan düşüncelerinde kaybolmuş gibi göründü. Patronuyla zihin bağlantısı kurduğunu tahmin ediyordum.

Transtan çıktığında, “Devam edebilirsiniz. Girip çıkmak için sadece otuz dakikanız var,” dedi.

“Teşekkür ederim,” diye cevap verdim kibarca.

Sarayın girişine ulaşmanın sadece beş dakika süreceğini düşünürsek, otuz dakika fazlasıyla yeterli olacaktı.

Sonraki bölüm
App Store'da 5 üzerinden 4.4 puan aldı.
82.5K Ratings
Galatea logo

Sınırsız kitap, sürükleyici deneyimler.

Galatea FacebookGalatea InstagramGalatea TikTok