
Geceye Teslim
"Uslu dur, yoksa ne olacağını biliyorsun," diye tehdit etti. Kapıyı açıp beni içeri ittiğinde dizlerimin üzerine düşerek yere kapaklandım. Sonra da kapıyı üzerime kilitledi.
Gerçekten kapıyı kilitlediğini fark ettiğimde yutkundum. Tam o sırada Calle’nin sesi yankılandı: "Sonunda elime düştün.
"Serenity’nin hayatı, annesini kaybettikten ve alkolik, şiddet eğilimli babası tarafından yeni bir şehre sürüklendikten sonra karanlığa gömülür. Acı dolu bu hayattan kaçmanın hayalini kurarken ufukta beklenmedik bir ışık belirir. Özgürlüğe giden yolda biriyle tanıştığında umut dolu bir dünyanın kapısı aralanır. Ancak geçmişin zincirlerinden kurtulabilecek midir yoksa karanlık her şeyi yutup onu da mı içine çekecektir?
Bölüm 1
SERENITY
Neredeyse her sabah olduğu gibi acı içinde uyandım ve inleyerek doğruldum. Her hareketimle vücudum ortadan ikiye ayrılacak gibi geliyordu.
Sırtım gerilmiş ve şişmişti, zonkladığı için defalarca irkildim. Dün babam kemeriyle beni öyle bir dövmüştü ki yatağa zor gelmiştim. Boyu benden sadece biraz uzun olsa da benden daha güçlüydü. Bunu bana sürekli hatırlatmayı ihmal etmezdi.
Beni sürekli böyle dövmeye devam edemezdi.
Yatağın kenarında otururken gözüm çift kapılı beyaz gardırobumun önündeki aynaya takıldı. Üzerimde gecelik olmasına rağmen neredeyse bir deri bir kemik olduğum fark ediliyordu. Ayağa kalkıp bir altmış sekizlik ufak tefek vücudumu yakından inceledim ve dayaktan kalan izlere baktım.
Yanaklarım çökmüş, gözlerimin altı morarmıştı. Resmen yaşayan bir ölü gibi görünüyordum. Vücudumda farklı renklerde morluklar vardı. Dünden kalanlar koyu mavi ve mordu, birkaç günlük olanlar ise sararmaya başlamıştı.
Her yerimin yara bere içinde olduğunu görünce gözlerim doldu. Neyse ki annemden miras kalan bal rengi gözlerim ve omuzlarıma dökülen düz, koyu kahverengi saçlarım sağlamdı.
Parmaklarımı morlukların üzerinde gezdirirken her zaman olduğu gibi bunu hak etmek için ne yaptığımı düşündüm. Öz babam neden bana böyle işkence ediyordu?
Suçum neydi ki?
Her şey annemin ölümüyle başlamıştı. Birkaç ay önce ben okuldayken ölüm haberi gelmişti, güya kanserden ölmüştü. Babam öyle söylemişti.
Ama ben ona inanmıyordum. Annem gayet sağlıklı, hayat dolu bir kadındı. Nasıl bir gecede meme kanserinden ölmüş olabilirdi ki?
Hayır, kesinlikle olamazdı.
Üstelik onu son kez görmeme bile izin vermemişti. Bana hep “küçük prensesim” diyen babam, anneme düzgün bir cenaze yapmamıştı. Ona veda bile edememiştim.
Sadece, “Annen meme kanserinden öldü. Cenaze için paramız yok. Arkadaşım Calle her şeyle ilgilenecek. Artık kirayı da karşılayamadığımız için taşınıyoruz, eşyalarını topla,” demişti.
O an nasıl şok olduğumu, hayatımda ilk kez ona bağırdığımı hatırlıyordum. İşte o zaman kemerini çıkarıp beni fena hâlde dövmüştü.
Bir ara bilincimi kaybetmiştim ve uyandığımda kendimi, yeni evim olacak küçük bir odada bulmuştum.
Bebek odasına benziyordu ama çok az eşya vardı. Aynalı küçük beyaz bir gardırobum, beşiğe benzeyen gri metal bir yatağım ve ahşap sandalyeli küçük kare kahverengi bir masam vardı.
Dolapta kıyafetler vardı ama benimkiler değildi, ikinci el gibi duruyorlardı.
Eski odamdan geriye hiçbir şey kalmamıştı.
Annemin bir fotoğrafı bile yoktu.
Ağlamaya başlayınca babam odaya dalmıştı. Öfkesi yüzünden okunuyor, leş gibi içki kokuyordu. Kırklı yaşlarının ortasında, göbekli ve dolgun suratlı bir adamdı. Muhtemelen çok içtiği için burnu kıpkırmızı olmuştu. Mavi gözleriyle beni öldürecek gibi bakıyordu.
Saçımdan tutup kuralları sıralamaya başladı. “Bundan böyle bana ‘efendim’ diyeceksin. Sadece sorduğumda konuşacaksın. Bağırmak yok. Dayak yerken karşı koymak yok, kimseye söylemek yok. Çağırdığımda hemen geleceksin. Her dediğimi itiraz etmeden yapacaksın. İzinsiz odandan çıkarsan uzun süre çıkmama cezası alırsın.”
Ben şaşkınlıktan tepki veremeyince devam etti. “Okul dışındaki zamanlarda evle ilgileneceksin. Gelecek hafta da restoranda bulduğum işe başlayacaksın. Kazandığın her kuruşu da bana vereceksin.”
Sonra saçımı çekip şeytani bir gülümsemeyle, “Kaytardığını ya da burada olanlarla ilgili tek kelime ettiğini duyarsam seni bodruma kilitler, bir daha da çıkarmam. Anladın mı Serenity?” diye sormuştu.
Babam bana daha önce hiç şiddet göstermemişti ama o günden beri dayak ve içki bizim evde sıradanlaşmıştı.
Artık aynada kendime bakamıyordum. Eskiden güçlü ve cazibeli bir insandım ama artık korkak, güçsüz ve ürkek birine dönüşmüştüm.
Annemin gizemli ölümünü sindirememiştim. Etrafımda konuşacak ya da yardım isteyecek biri de yoktu.
Okulda insanlar, dış görünüşüm ve eski püskü kıyafetlerim yüzünden beni dışlıyor ve zorbalıyordu. Yapayalnızdım, âdeta bir robot gibi yaşayıp gidiyordum.
Artık hissizleşmiştim ve güçsüz hissediyordum ama derinlerde bir şey beni ayakta tutuyordu.
Kaçış planı bile yapmıştım.
Babamın programını ve ne zaman agresifleştiğini bildiğimden bazen evden gizlice çıkıp restoranda fazladan çalışabiliyordum. Esasen el altından çalıştığım için babama, daha doğrusu gardiyanıma gösterebileceğim resmi bir maaş çeki yoktu. Böylece, planım şimdilik işliyordu ancak onu hayata geçirmek için paraya ihtiyacım vardı. Bu yüzden bu evde kalmak artık bir seçenek değildi.
Zorlanıyordum, vücudum her gün dayak yemekten ve fazla çalışmaktan zayıf düşmüştü ama yavaş yavaş hedefime yaklaşıyordum.
Yaşadığım bütün acılar, tampon kutusunda sakladığım küçük bir para birikimine dönüşmüştü.
O parayla uzak bir şehre taşınmak, iş ve kalacak yer bulmak, sonra da annemin ani ölümünü araştırmak istiyordum.
Başka akrabam olup olmadığını da öğrenmeyi umuyordum. Şimdiye kadar kimse bizi ziyaret etmemiş olsa da bir yerlerde beni bekleyen büyük, sevgi dolu bir ailem olduğunu hissediyordum.
Kulağa çılgınca geldiğini biliyordum ve neden bu kadar emin olduğumu kendime bile açıklayamıyordum. Ama bu hayal bana güç veriyor, daha iyi bir hayat için umut aşılıyordu. Kalbimi ve ruhumu besliyordu.
Şimdi bu düşünceleri bir kenara bırakıp beni bekleyen güne hazırlanmam gerekiyordu.
Odamın tek iyi yanı kendi banyosu olmasıydı. Sırtımdaki acıyı görmezden gelmeye çalışarak yıkandım.
Düdük gibi duran çirkin kahverengi bir pantolon ve düz siyah bir kazak giydikten sonra sessizce mutfağa gittim.
Mutfak küçük ve konforsuzdu. Sadece ufak gri bir mutfak tezgâhı, üç ahşap sandalyeli kahverengi bir masa ve bir buzdolabı vardı.
Babamın her yere dağılmış boş bira ve likör şişeleri çok kötü kokuyordu. Kendimi bildim bileli burnum keskin, kötü kokulara karşı çok hassastı. Midem boş olmasaydı muhtemelen kusardım.
Bu da yetmezmiş gibi çok sessiz olmam gerekiyordu çünkü şişelerin şıngırtısıyla babamı uyandırırsam beni doğduğum güne pişman ederdi. Düşününce bile dehşete kapıldım ve hafifçe inledim. Dün vurduğu yerler bunu bekliyormuş gibi sızlamaya başladı.
Şişeleri olabildiğince sessizce bir poşete koyarken tuhaf bir şey oldu.
Alkol ve ter kokusu iyice yoğunlaştı.
Sırtımdan aşağı bir ürperti geçti ve ensemdeki tüyler diken diken oldu.
Mutfağı taradım ama olağandışı bir şey görmeyince iyice tedirgin oldum.
Midem boğucu bir hisle kasıldı. Tam o sırada zil çalınca korkudan sıçradım.
Babam yatak odasından, “Aptal velet! Sakın bana o serseri arkadaşlarımdan biri beni almaya geldi deme. Seni doğduğuna pişman ederim,” diye bağırdı.
Kalbim hızla çarpmaya başladığında kaçma içgüdüm devreye girdi. Ondan birçok kez kaçmaya çalışmıştım ve her seferinde fazla uzağa gidemeden yakalanmıştım.
Ama şimdi bir şeyler farklıydı. Beynimdeki her hücre bana kaçmamı söylüyordu.
Odama koştum, okul çantamı kaptım ve kendimden beklemediğim bir çeviklikle pencereden atladım.
Sabah ayazı anında yüzüme çarptığında dişlerim takırdamaya başladı. Güçsüz bacaklarım titrese de ayağa kalkıp koşmaya başladım. Babamın gür sesi arkamda yankılandı, ardından cam kırılma sesi duyuldu.







































