Constance Marounta
Asher
Göt herif! Kendi bildiğini okumasa olmazdı, değil mi?
Ash özellikle tüm departman müdürleriyle küçük bir toplantı istemişti ama işgüzar ağabeyi tüm çalışanları onu karşılaması için bir araya toplamıştı. Ash onun bu götlüğüne aslında şaşırmamalıydı.
Eğer bir şey Ash’i kızdıracaksa, Noah bunu öyle ya da böyle yapardı. Belki de en başında bir karşılama partisi istemeliydi. Belki o zaman ağabeyi de sırf ona inat olsun diye gösterişten uzak dururdu.
Tüm çalışanların bir araya gelmesindeki sorun, Maggie’nin de bu toplantıya katılacak olmasıydı. Ash onu kalabalığın içinde fark etmeyebilirdi ama aynısı Maggie için geçerli değildi.
Maggie, Ash’in sesini duyunca onun kim olduğunu anlayabilirdi. İşte o zaman işler garipleşirdi.
Ash öfkesini dizginlemeye çalışarak ağabeyine, “Noah,” diye seslendi. “Bu ne?”
Noah salağa yatarak, “Ne demek istiyorsun kardeşim?” diye sordu.
“Bunu demek istiyorum!" Gittikçe kalabalıklaşan konferans salonunu işaret etti. “Buna gerek yoktu, ayrıca istemediğimi özellikle söylemiştim!”
Noah, “Birdenbire bu konularda fikir sahibi mi oldun?” diye alay etti. “İş dünyasıyla ilgili çok az şey biliyorsun kardeşim.”
“Bir işin nasıl yürütüleceğini öğrenme zahmetine girseydin, önceki pozisyonunda her şeyi eline yüzüne bulaştırmazdın.”
“O zaman beni bu pozisyona sürüklemeyecektiniz. Sorumlulukların iki katına çıktığı bir yere.” Ağabeyinin aşağılamaları bir kulağından girip öteki kulağından çıkan Ash, omuz silkti.
“Gidip Avrupa birimlerinin başına geçmemi istediği için bunu babam emretti. Bütün emeklerimi mahvettiğini izlemekten zevk alacağımı zannetmiyorsun herhâlde?”
“Hoş, bu işte de çuvallaman en fazla iki ayını alır ve sonra bil bakalım senin pisliğini yine kim temizlemek zorunda kalır, Ash?”
Ash soğukkanlılıkla, “Sen en büyüğümüzsün. Belki benim pisliğimi temizlemek zorunda kalıyorsun ama aynı zamanda benim sevdiğim şeyleri elimden alarak kendini ödüllendiriyorsun. Böylelikle ödeşiyoruz,” diye karşılık verdi.
Noah gözle görülür şekilde kasılsa da ona karşı çıkmaya cesaret edemedi.
İkisi de onun birkaç yıl önce ne yaptığını biliyordu ve Asher bunu dile getirmekten kaçınsa da, arada sırada olayla ilgili imada bulunarak ağabeyinin davranışlarına ket vurabiliyordu.
Birkaç dakikalık sessizlikten sonra, "Öyleyse şu işi aradan çıkaralım,” diyerek konferans salonuna doğru yürürken ağabeyi de arkasından onu takip etti.
Ash, içeri adımını atar atmaz insan kalabalığının bunaltıcılığını hissetti. Kalabalıktan zerre hoşlanmayan biri için epey zor bir durumdaydı.
Yine de bu noktadan geri dönüşü yoktu ve çalışanları selamlamak için uygun bir konuşma hazırlamadığı düşünülürse, doğaçlama yapmak zorunda kalacaktı. Hoşlanmadığı bir şey daha.
Biraz geride durup Noah’nın onu çalışanlara takdim etmesini beklerken kulaklarını ağabeyine kapattı.
Nasıl takdim edileceği umurunda bile değildi. Tek isteği buradan bir an önce kurtulabilmekti.
Ağabeyi kızgınlığını zar zor bastırarak onun adını seslendiğinde, tahmin ettiğinden daha uzun süre dalıp gittiğini fark etti.
Boğazını temizleyerek sahnenin ortasına yürüdü. Çaresizce kalabalığı taradı.
Avuç içlerinin şimdiden terlemeye başladığını hissedince kravat takmadığına şükretti.
“Büyük çoğunluğunuzun fark ettiği üzre, ağabeyimin konuşmasında dalıp giderek kendimi utandırdım,” diye lafa girince birkaç kıkırdama duyuldu.
“Ve sizin için özel bir konuşma hazırlamadığımı itiraf ederek kendimi utandırmaya devam edeceğim."
Daha fazla kıkırdama duyuldu.
“Açıkçası herkesin burada olacağını bilmiyordum, ayrıca saçmalıklarımı dinlemek için uykusuz kalmak zorunda olanlardan çok özür dilerim.”
Kalabalıktan biri, “Çok tatlısınız, o yüzden sorun etmiyoruz,” diye bağırınca Ash sesin kaynağına doğru döndü.
Evet. Bunu bilmeliydi.
“Çok teşekkür ederim Bay…” diyerek karşısındaki kişinin onu tamamlamasını bekledi.
Adam, “Rutherford,” diye tamamladı. “Dilerseniz Brad de diyebilirsiniz.”
Brad’in yanındaki simsiyah saçlı kadın kıs kıs gülerek, “Ya da Brenda,” deyince Asher gülmemek için kendini zor tuttu.
Brad’in diğer tarafındaki kız iş arkadaşlarına kınıyormuş gibi bakarak, “Size inanamıyorum,” diye fısıldadı.
Ash’in arkasındaki Noah, “Hepiniz kesin şunu,” diye gürledi. Ash zaten ağabeyinin tüm eğlenceyi bozacağından emindi. “Bay Rutherford, Bayan Stone ve Bayan Hart, sizin adınıza utanıyorum.”
“Yeni CEO’nuza böyle bir imaj mı çizmek istiyorsunuz?”
Brad müdanasız bir ifadeyle Noah’ya sırıtarak, “Yanlış anlamayın Bay Ryder ama kardeşiniz mizahı sizden daha iyi karşılıyor gibi görünüyor, o yüzden biraz fazla ileri gitmiş olabilirim,” dedi.
Ağabeyi eski çalışanına hakaret etme niyetiyle ağzını açtığı anda Asher müdahale etmenin tam zamanı olduğunu düşündü.
Asher, "İşinizde verimli olduğunuz sürece benim için hiçbir sorun yok Bay Rutherford," dedi.
“Yine de iş arkadaşlarınızı sizi azarlamak gibi garip bir duruma düşürmemenizi tercih ederdim.”
“Hayır, şekerim beni azarladı. Morticia Addams bana sadece Brenda dedi.” Brad masum bir bakışla onu düzeltmekte gecikmedi.
“Şekerim mi?” Ash kıkırdayarak biraz önce Brad’i azarlayan kıza döndü.
Kız oldukça sıradandı, muhtemelen sokakta yanından geçse dönüp ikinci kez ona bakmazdı.
Hiçbir açıdan çirkin değildi ama onun hoşlanacağı tiplerden sayılmazdı.
Orta boylu kadının omuz hizasında kahverengi mat saçları, elamsı gözleri, soluk bir ten rengi ve burnunun üzerinde birkaç çili vardı.
Aslında yanakları hafif kızardığı için teni şu anda o kadar da soluk değildi ve Brad onu omuzlarından sevgiyle kucaklarken, kız da çaktırmadan ona dirsek atmak için elinden geleni yapıyordu.
Brad gururla, “Evet, Maggie’miz çok tatlıdır,” diye cevap verip kızın şakağını şapırdatarak öptü.
Maggie.
~ Demek Maggie oydu.
Yutkunup kendini toparlayarak hiçbir şey olmamış gibi gülümsedi. Maggie’nin sesini tanıyabilirdi ama şimdiye kadar pek konuşmamıştı.
Ash, "Bunu duyduğuma sevindim," dedi. "Her mevkide kibar ve yetenekli insanların olması işimizin başarısı için çok önemli.”
“Sizi burada daha fazla tutma niyetinde değilim çünkü şu anda bunu bir anlamı yok. Düzenimi oturttuktan sonra, değerlendirmeleriniz için toplantılar düzenlemek üzere hepinize e-posta göndereceğim.”
Bu açıklaması üzerine salonda mırıltılar yükselirken, Asher, Noah’nın ona dik dik baktığını hissetti. Canı cehenneme. Asher işi kendi yöntemleriyle yapacaktı.
Asher salonun uğultusunu bastırmak için biraz daha yüksek sesle, “Değerlendirme kelimesi gözünüzü korkutmasın,” dedi.
“Değerlendirme benim lügatimde işten çıkarma anlamına gelmiyor. Ben sadece yetenekleriniz ve gelişme kapasiteniz hakkında bilgi edinmek istiyorum.”
“Asher, çalışanlarımızı her dönem değerlendirmeye alırız. Değerlendirme raporlarını arşivliyoruz. Araştırmanı eldeki verilerle yapabilirsin.”
Noah, “Son değerlendirmemiz bir ay önceydi,” diyerek açıklamasını sakince bitirse de Ash ağabeyinin hem sinirlendiğini hem de biraz korktuğunu hissedebiliyordu.
Ash gülümsemesini koruyarak, “Bunu zaten biliyorum, ki istatistikleri göz önünde bulunduracağım ama burada yeni olduğum için işleri kendi yöntemimle yapmak istiyorum,” diye karşılık verdi.
Sonra tekrar yeni çalışma arkadaşlarına döndü. “Yapacağım kişisel görüşmeler dışında iletişimimiz ağırlıklı olarak e-posta veya Skype üzerinden olacak.”
“Günün her saati ulaşılabilir olacağım, ancak benimle iletişime geçmeden önce hiyerarşiye uyup en yakın yöneticinize ulaşırsanız memnun olurum.”
“Şimdilik hepsi bu kadar. Buraya gelip bana katlandığınız için çok teşekkür ederim. Çıkabilirsiniz.”
Konuşmasını kısa bir teatral selamla tamamlayınca herkes güldü.
Bunun üzerine salondakiler teker teker çıkmaya başlarken, Noah’nın suçlayıcı bakışlarına rağmen gösteri bittiği için rahatladığını hissetti.