Mafyanın Kancasında - Kitap kapağı

Mafyanın Kancasında

Sofia

Bölüm 5

HOPE

Cumartesi gününe Enrique'yi düşünerek başlamak kesinlikle hayal ettiğim şey değildi.

Yataktan kalkıp, sürünerek banyoya gittim. Bugün yürümeye bile mecalim olmadığı için bir küvetim olduğu için Tanrı'ya şükrettim.

Küvetin sıcak suyla dolmasını izlerken duygusal parçalardan oluşan çalma listemi açtım.

Su neredeyse taşmaya başladığında derin bir iç çekip küvete girdim. Hayatımı gerçekten seviyordum…

Su soğuyana kadar küvette kaldım. Ardından güzelce kurulanıp, elimi yüzümü yıkayıp dişlerimi fırçaladım.

Günün çoğunu ata binerek geçireceğim için krem rengi bir binici pantolonuyla ona uygun renkte polar bir svetşört giydim.

İçime tişört yerine sadece spor sütyeni giydim. İsterseniz bana üşengeç deyin ama daha az kirli çamaşır çıktığı için böylesi daha kolay oluyordu.

Öğle vakti çoktan geçtiği için hızla alt kata indim. Evde kimsenin olmadığını düşünüp mutfağa koşarken sert bir gövdeyle çarpıştım.

Birileriyle çarpışıp durmayı bırakmalıydım.

Başımı kaldırınca babamın gülümseyen yüzünü gördüm.

“Değişik bir selamlama şekli,” deyip kıkırdadı.

Zıplayıp kucağına atladım.

Beni havaya kaldırıp döndürdü. Gideli sadece bir hafta olmasına rağmen çok özlemiştim. Babam ve ben her zaman yakın olsak da sevgili annem bizi terk ettikten sonra daha da yakın olmuştuk.

Aslında tam olarak terk etmek denemezdi. Babam iş ortağıyla annemin ilişkisi olduğunu öğrenince annemi evden kovmuş, ortağını da iflas ettirmişti.

Yine de annemin sokaklarda yaşamak zorunda kalan o zavallı adama göre daha iyi bir hayat yaşadığı kesindi. Aslında bu durumu izlemesi oldukça komikti.

Ayaklarım tekrar yere değdiğinde, “Selam, baba,” dedim.

Ne zaman geldiğini merak ediyordum. Kahvesinden bir yudum alarak dikkatle yüzüme baktı.

“Sen makyaj falan mı yaptın?”

Yüzüne şaşkın şaşkın baktım. Makyaj falan yapmadığımı anlamış olması lazımdı. Gerçi o da bir erkek olduğu için makyajdan hiç anlamıyordu. Bu yüzden daha fazla üstünde durmayıp kendime bir bardak çay yaptım.

Önceden hazır edilmiş omlet tabağımın önüne geçerken, “Ne zaman döndün?” diye sordum.

“Dün gece. Aslında sabahın erken saatlerinde,” deyip esnediğinde çok yorgun göründüğünü fark ettim. Muhtemelen yolculuk sırasında uyuyamamıştı.

Elimi elinin üstüne koyup, “Baba, lütfen biraz uyu,” dedim.

“Bebeğim, çalışmam gerektiğini biliyorsun,” deyip iç çekti. Gerçekten perişan görünüyordu.

Hayır, bugün kesinlikle çalışmasına izin vermeyecektim. “Daniel Anderson, eğer hemen yatağa gitmezseniz ben zorla götürürüm,” diye tehdit ettim.

Tamam, onu sandalyeden bile kıpırdatamayacağım için tam olarak bir tehdit sayılmazdı ama yine de deneyebilirdim.

Ellerini havaya kaldırıp, “Tamam, tamam,” dedi. Sandalyesinden kalkmasını izlerken kıkırdadım. Merdivenlerden çıkmadan önce tekrar bana döndü.

“Olivia bugün gelemeyeceğini söyleyip yapman gereken her şeyi tek tek yazdırdı. Ayrıca, bugün yeni bir binici geliyor ve gelir gelmez ata binmek istiyor. Lütfen ona göz kulak ol.”

Babamın söylediklerini aklıma not ettim.

Haraya giderken, “Yeni bir çaylak mı? Harika,” diye mırıldandım. Gerçekten eğlenceli bir gün olacaktı. Ya da olmayacaktı…

Harada binicilerle at sahipleri dışında pek kimse olmazdı. Bazen özel ders versek de atlarımız ya olimpiyat atı ya da binilemeyecek kadar tehlikeli atlar oldukları için bu çok nadir olurdu.

Tanıdığım hiç kimse ile karşılaşmayacağımı bildiğim için şu an giydiklerim gibi dar kıyafetler içinde olmayı umursamıyordum.

Yapmam gereken işlerin listesini almak için ön taraftaki ofise gittim. Listede tam yirmi madde vardı. Neyse ki maddelerin yarısı ahırı temizleyip atların bakımıyla ilgilenen çalışanlar içindi.

Ben Willow da dâhil olmak üzere sadece birkaç atla ilgileniyordum. Tımarlayıp beslemek zorunda olduğum atların çoğu bugün dinlendiği için şu an sadece bir atla ilgilenmem gerekiyordu.

Yem torbasını alıp atın olduğu bölmeye doğru ilerledim.

“Selam, Chubby!” Aslında adı Chubby olmasa da çok yediği için böyle sesleniyordum. Güzel sıcakkanlı bir attı.

Listede bugün ona binmem gerektiğini görünce bunu yeni öğrenci geldiğinde yapmayı düşündüm. Yeni kızın eyerin nereye takılacağını bile bilmeyecek kadar acemi olmamasını umuyordum.

Sonraki otuz dakikayı Chubby'yi tımarlayarak geçirdim. Saat bire yaklaşırken atlarına bakmak ya da ata binmek için gelen birkaç at sahibi gördüm.

Ancak Olivia bugün gelmediği için hiçbiri ders alamayacak, dolayısıyla da ata binemeyeceklerdi.

Seyislerden biri, “Hope, çaylak geldi,” deyince Chubby'nin bölmesinden çıkıp ön kapıya gittim.

Kapının az ötesinde oldukça lüks bir at taşıma römorku duruyordu. Ön tarafındaki sürücü koltuğundan benim yaşlarımda, genç bir kız indi.

Açık kahverengi saçlı, aynı benim gibi kıvrımlı hatları olan güzel kız römorkun arkasına ilerleyip kapıyı açmaya başladı.

Selam vermek için yanına yaklaştım.

Bütün misafirlerimize nazik davranmam gerektiğini hatırlayıp, gülümseyerek, “Merhaba, ben Hope,” dedim.

Hafif aksanlı bir İngilizce ile, “Merhaba, ben Vlada,” dedi. Nereli olduğundan emin olmasam da İngiliz olmadığından emindim.

Şoför mahallinde oturan kişiye, “Hey, mankafa! Bana yardım et,” diye bağırdı. Saniyeler sonra açılan kapıdan lanet olası Enrique indi.

“İçimden, “Hay lanet olsun böyle işe!” dedim. Vlada onun kız arkadaşı mıydı? Hiç benzemediklerine göre kız kardeşi olamazdı. Dürüst olmak gerekirse ne oldukları çok da umurumda değildi. Ayrıca peşin hükümlü olmanın anlamı yoktu.

Vlada, “Hope, bu benim üvey ~abim, Enrique. Ama sen mankafa da diyebilirsin. Ona daha çok yakışıyor,” deyip gülümsediğinde kahkahalarımı tutamadım.

Yüzü kaskatı olan Enrique’nin Yunan tanrısı gibi gövdesinin iki yanında duran ellerini yumruk yaptığını görünce güldüm. Onu böyle kızdırdığı için Vlada’yı şimdiden sevmiştim.

Vlada’ya “Hadi atını indirelim,” dedim. Birinci sınıf damızlık atı mankafanın da yardımıyla römorktan indirdik. Gerçekten muhteşem bir attı.

Vlada, “Bu Dark Shadow ama ben Shay demeyi tercih ediyorum,” deyince başımı salladım. Gerçekten doğru bir isim seçmişlerdi.

Ron'a Vlada'ya atının nerede duracağını göstermesini söyledikten sonra Enrique'ye neden burada olduğunu sormak için aracın yanında kaldım.

Vlada’nın bizi duyamayacağı kadar uzaklaştığından emin olunca, “Lanet olsun, burada ne işin var?” dedim.

Çok normal bir şey söylüyormuş gibi, “Yakında görüşürüz demiştim, tigre. Ama gariptir ki bu düşündüğümden bile erken oldu,” dedi.

“Peki, mankafa ama kız kardeşin senden çok daha iyi,” diye dalga geçsem de aslında doğruyu söylüyordum.

“On beş yaşındaki birinin arkadaşlığını benimkine tercih mi ediyorsun?” diye bağırdı.

Gözlerim fal taşı gibi açıldı. Vlada daha on beş yaşında mıydı? Kahretsin, kız yaşına göre fazla kıvrımlıydı!

Enrique’yi biraz daha kızdırmak için, “Otuz yaşındaki birindense on beş yaşındaki biriyle takılmayı tercih ederim,” dedim.

Otuz yaşında olmasa da büyük ihtimalle ona yakındı. Düşününce aramızda büyük bir yaş farkı vardı ki bu da bana onunla niye yattığımı düşündürdü.

İçimdeki küçük seks şeytanı, “Çünkü inanılmaz ateşliydi ve senin de hoşuna gitti,” diye fısıldayınca katılmadan edemedim.

Enrique, “Ben otuz falan değilim,” diye bağırdı.

Bir şey söylemek yerine “Yemezler,” bakışı attım. Gerçekten iyi rol yapıyordum.

“Lanet olsun, daha yirmi altı yaşındayım!” diye isyan etti. Kahretsin, beklediğimden de büyük çıkmıştı.

“Benim gitmem gerekiyor mankafa,” deyip kıkırdadığımı görünce iyice öfkelendi. Nazik davranmayacağım tek at sahibi oydu. Ee, her şeyin bir istisnası vardı.

Vlada’nın Shay’i hazırladığını düşünerek, ahıra gidip Chubby'’yi eyerledim. Havanın biraz serin olduğunu düşünerek kapalı maneje çıkardım.

İçeri girdiğimizde Vlada Shay'i çoktan yürütmeye başlamıştı. Atın üzerinde ne kadar iyi durduğuna bakılırsa ya doğuştan yetenekli ya da tecrübeliydi. Belki de her ikisiydi.

Enrique de gelmiş ve izin bile almadan parkur engellerini yerleştirmeye başlamıştı. Önce kızsam da engelleri nasıl olsa kullanacağımızı düşününce ses etmemeye karar verdim.

Engeller arasındaki mesafeyi doğru ayarladığını görünce şaşırmadan edemedim. Yoksa o da mı binicilikle ilgileniyordu?

Chubby’yi koşmaya hazırlarken Enrique'nin bana baktığını hissetsem de dikkatimin dağılmaması için görmezden gelmeye çalıştım.

Vlada ve ben birbirimize atlarımızın hünerlerini gösterdikten sonra onunla iyi arkadaş olabileceğimizden neredeyse emindim. On beş yaşında olmasına rağmen oldukça olgun biriydi.

Zaten benden sadece üç yaş küçük olduğu için uzun vadede bir fark yaratmazdı.

Vlada bir dizi atlayış yaptıktan sonra soluklanırken, “Vay canına. Atın bir harika. Adı ne?” diye sordu.

“Şey, gerçek adı Hope's Pride ama ben Chubby diyorum,” dedim. Evet, atıma kendi adımı da içeren bir isim verdiğimin farkındaydım ancak kulağa çok hoş geliyordu. Hem babam da onaylamıştı.

Vlada, “Çok havalı bir isim ama kulağa biraz büyük bir egon varmış gibi geliyor,” deyip güldü. Bunu şaka olsun diye söylediğini biliyordum. Ayrıca, Chubby ile gerçekten adı gibi gurur duyuyordum.

Chubby'yi sakinleştirip ahırına geri koyarken akşam yemeğini de vermeye karar verdim. Genellikle hem sabah hem akşam beslesem de bugün beslemeye vakit bulamamıştım.

Besleme odasına giderken Enrique beni duvara yapıştırıp, çığlık atmama bile fırsat vermeden dudaklarıma yapıştı.

İlk başta karşı koymaya çalışsam da kısa süre sonra pes edip ateşli bir şekilde karşılık verdim.

Enrique hemen geri çekilip uzaklaşarak, “O ata binerken çok seksi görünüyordun. Kendimi daha fazla tutamadım,” dedi.

Ahırın ortasında öylece kalakaldım. Az önce tam olarak ne olduğunu, neden daha fazlasını istediğimi bilmiyordum.

***

Oturma odasında babamla birlikte film izlerken tek düşünebildiğim Enrique ve dudaklarıydı.

Lanet olsun seviştikten sonra niye böyle hissetmemiştim? Sevişmek öpüşmekten daha büyük bir şey değil miydi? Kendimi gerçekten anlamıyordum.

“Baba, sen biliyor muydun?” diye sordum. Beni Enrique hakkında uyaran babam olmasına rağmen şimdi Enrique’nin kız kardeşinin ahırımızda bir atı vardı. Babam gerçekten dikkatsiz davranıyordu.

Şaşkın bir şekilde, “Neyi biliyor muydum?” dedi. Sanırım ya gerçekten bilmiyor ya da bilmezden geliyordu.

“Enrique Garcia'nın kız kardeşinin bir atı var. Hem de bizim ahırımızda yaşıyor,” dedim. Sürekli Enrique’yi düşünüp ondan bahsettiğim için kendime kızgındım.

“Hayır, bilmiyordum. Ama endişelenmene gerek yok,” dedi. Bunu sakin bir şekilde söylemeye çalışsa da huzursuz olduğunu görebiliyordum.

Söylenecek daha fazla şey olmasına rağmen konuyu kapatmaya karar verdim.

“Tamam. Şimdi yatmaya gidiyorum. Yarın görüşür müyüz?” dedim. Ertesi gün evde olup olmayacağını gerçekten bilmiyordum.

“Evet. Bir süre seyahate çıkmayacağım. İyi geceler.”

Babamı yanağından öpüp merdivenlere yürürken daha iyi uyumama yardımcı oldukları için köpeklerimi de yanıma aldım.

Uykuya dalarken bir kez daha Enrique'yi düşündüm. Onu bir süre görmeyeceğimi umuyordum. Bu düşünceyle birlikte yavaşça karanlığın koynuna girdim.

Sonraki bölüm
App Store'da 5 üzerinden 4.4 puan aldı.
82.5K Ratings
Galatea logo

Sınırsız kitap, sürükleyici deneyimler.

Galatea FacebookGalatea InstagramGalatea TikTok