Lanetli Prenses - Kitap kapağı

Lanetli Prenses

Silver Taurus

Üçüncü Bölüm: Etuicia İmparatorluğu

AMARİ

Bir sarsıntı beni korkuyla uyandırdı. Bir an için nerede olduğumu unutmuştum. İç çekerek doğruldum ve elbisemi düzelttim.

Yoldaki ikinci günümdü. Etuicia İmparatorluğu, Pallatine İmparatorluğu’ndan beş gün uzaktaydı. Engebeli yollar ve kurak manzaralar günlerimi sıkıcı hâle getiriyordu.

Arabanın penceresini açarak dışarıya baktım. Hâlâ Pallatine topraklarındaydık. Bir gün sonra sonunda bu topraklardan çıkacaktık. Her ne kadar arabadan inip dinlenmek istesem de bunu yapamamıştım.

İyi ki beni oyalayan kitaplarımdan ve defterlerimden bazılarını yanıma almıştım. Bir kez daha iç çektim.

Mavi gökyüzüne baktım. Görünüşe bakılırsa öğleden sonraydı. Yakında dinlenmek için duracaktık.

Yanımdaki iki arabacı ara sıra durma nezaketini göstermişlerdi. Yolculukta zorlandığımı biliyorlardı. Ne de olsa saraydan ilk kez ayrılıyordum.

Bunca yıldır hiç dışarı çıkmamıştım. Bir arabaya bile binmemiştim. Bu benim ilk seferimdi. Heyecan verici olmalıydı ama şu anda en az hissettiğim şey buydu.

Yaşadığım korkunç ve acı dolu günleri hatırlamak bile tüylerimi ürpertmeye yetiyordu. Babam beni hiç sevmemişti. Ve kız kardeşim bana bakmaya bile cesaret edememişti.

Kız kardeşimin adı Celine’di. Celine benden dört yaş büyüktü. Altın rengi saçları ve mavi gözleri onu en güzel prenseslerden biri yapıyordu. Benim sahip olmadığım bütün güzelliğe sahipti.

Onu kıskanıyor muydum? Belki biraz. Onun beyaz porselen teni güneşin altında ışıl ışıl parlarken ve şehvetli vücudu herkesin kalbini fethederken ben yanında çirkin ördek yavrusu gibi kalıyordum.

Beyaz, yaralı tenim ve yüzümdeki çiller beni berbat gösteriyordu. Sevdiğim tek şey gözlerimdi. Buz mavisiydiler, tıpkı tüm gece boyunca yağan yağmurdan sonra açan gökyüzü gibi.

Atların ufak bir kıpırdanışını duyunca pencereden dışarı baktım. Araba durduğunda ileride ne olduğuna bakmaya çalışıyordum.

“Üzgünüm leydim, durmak zorundaydık. Görünüşe göre kapı kontrolü yapıyorlar,” diye açıkladı arabacı mahcup bir gülümsemeyle. Başımı sallayarak arkama yasladım.

Farkında bile değildim ama çoktan imparatorluğun kapılarına varmıştık.

En iyisinin bir kitap okumak olduğuna karar vererek dikkatimi dağıtacak bir aşk kitabı aradım.

Bir kitap kurduydum ve beni sefil hayatımdan çekip çıkaran fantastik dünyalara bağımlıydım, özellikle de babam beni cezalandırdığında.

Araba ilerlerken sabırla bekledim. Pencereden dışarı baktığımda uzun ahşap kapıları fark ettim. Yolcular devasa imparatorluğun duvarlarından girip çıkarken kapılar ardına kadar açıktı.

Ellerinde farklı şeyler olan pazarcıların ne sattığını merak ederek pencereye yaslandım ve dışarıya baktım. Renkli elbiseler ve yiyecekler gözlerimi alıyordu.

Güzel renkler ve tasarımlar, benim de bir elbisem olsa ne kadar güzel görüneceğini merak etmeme neden oluyordu. Ama üzerimde hiç para yoktu.

Sahip olduğum tek para Mayah’ın bana verdiği küçük kesenin içindeydi. Ama onu da acil durumlar için saklıyordum. Şimdiden Mayah’ı özlemiştim.

Hüzünle gülümseyerek geri çekildim ve perdeleri kapattım. Asla gerçekleşmeyecek bir şeyi arzulayamazdım.

Batan güneş saatin altıyı geçtiğini gösteriyordu. Arabacıların durmasını beklerken karnım guruldamaya başlamıştı. Yiyecek bir şeyler hazırlamam gerekiyordu.

Saraydayken günlerce yemek yemezdim. Biri beni cezalandırdığında yemeğimi elimden alır ve bana su verirlerdi.

Ama Mayah, sadık ve iyi bir dost olarak yiyecek bir şeylerim olduğundan emin olmak için bana artık yemekler getirirdi.

Ön taraftan gelen hafif bir tıkırtı duyduğumda küçük kilidi açtım ve kapıyı çalan kişiye baktım.

“Üzgünüm leydim ama bu gece duramayacağız. Etuicia İmparatorluğu’na daha erken varmamız gerekiyor,” dedi arabacı.

Sessizce gülümsedim ve kapının mandalını kilitledim. Bu benim için bu gece yemek yok demekti. Bir şeyler yeme fikrinden vazgeçmeye karar vererek uzandım.

Çok fazla sallanmaktan kalçalarım ağrıyordu. Arabanın koltuklarında minderler olmasına rağmen yine de her yerim acıyordu. Böyle devam ederse her an sırtım çatlayacakmış gibi hissediyordum.

Derin bir nefes aldım. Etuicia İmparatorluğu’nun kralıyla evlendikten sonra ne olacağını düşünüyordum.

Küçükken Etuicia İmparatorluğu’nun kralı hakkında söylentiler duyardım. Saraydaki hizmetçiler aralarında onun hakkında fısıldaşırlardı. Ben de şans eseri onun hakkında bir şeyler duymuştum.

Bunları duyduktan sonra Mayah’a birkaç şey sormuştum. Kralın yakışıklı ama herkes tarafından korkulan biri olduğunu söylemişti. Bütün kadınlarına işkence edermiş. Hiç evlenmemesinin sebebi buymuş.

Ama neden şimdi evlenmeye karar vermişti? Ne değişmişti?

Mayah’a onun adını sorduğumu hatırlıyordum. Onun hakkında daha fazla şey öğrenmek için çok meraklıydım. Mayah adını çok iyi hatırlamadığını ama adının m ~ilebaşladığını söylemişti.

Sonra bir şey beni onu araştırmaya itmişti ama sarayda onunla ilgili tek bir kitap bile bulamamıştım.

Kütüphaneye gitmeme izin verilmediği için sağda solda bıraktıkları eski, tozlu kitaplara bakmaktan başka çarem yoktu.

Adını hiç bulamamış, öğrenememiştim. Bu her zaman merak ettiğim bir şeydi. Etuicia İmparatorluğu’nun kralı. Şimdi düşündüm de, eğer söylentiler doğruysa muhtemelen ölecektim.

Olasılıkları düşünmek bile beni tedirgin ediyordu. Bana işkence eder miydi? Benden nefret eder miydi? Görünüşüm yüzünden beni cezalandırır mıydı?

Çok güzel bir kız değildim ve ayrıca bakireydim. Ne biliyordum ki? Ben sadece kendi evinde istismara uğrayan bir kızdım.

***

Sesleri duyunca doğruldum.

Çok kötü bir pozisyonda uyuyakalmıştım. Boynum ve kollarım tutulmuştu. Boynumu oynatmaya çalıştıkça inliyordum.

Sonra dışarıdan gelen bir gürültü duydum. Merak edip perdenin arkasından dışarıya baktım. Araba yavaşça hareket ediyordu. Bir yere mi gelmiştik?

Buranın neresi olduğundan emin değildim. Küçük mandalın kilidini açtım ve arabacılardan birine seslendim.

“Leydim, küçük Riverdale kasabasındayız. Bir günümüz kaldı. Bir süre durup sizi dinlendireceğiz.”

“Lütfen oturun, bir yer bulduğumuzda size haber vereceğiz,” dedi arabacı bana gülümseyerek.

Ben de gülümseyerek başımı salladım ve hızlıca adama teşekkür ettim. Bu kasaba hareketli görünüyordu. Oraya varmak için sabırsızlanırken dudağımı ısırdım ve pencereden dışarı baktım.

Her yer kasaba halkıyla doluydu. Hemen dışarıda küçük bir pazar vardı. Halk, yiyecek tezgâhlarının ve tüccarların etrafında dolaşıyordu. Gülümseyen insanların meşguliyetlerini hayretle izliyordum.

“Çok değişik,” dedim kendi kendime. Gözlerim merakla etrafta dolaşıyordu. Pazarda küçük bir gezinti yapmak için sabırsızlanıyordum.

Araba durduktan sonra arabacı küçük mandala vurdu. Kapıyı açıp dışarıya baktım.

“Geldik leydim,” dedi arabacı. Gülümseyerek eşyalarımı yerine koydum ve elimdeki küçük çantayı yanıma aldım.

Arabanın kapısı açıldıktan sonra dışarı çıktım. Bacaklarım titriyordu. Ayağa kalkmayalı bir gün olmuştu. Düşmemeye dikkat ederek küçük kapı demirine tutundum. Sonra heyecanla arabacının beni bilgilendirmesini bekledim.

Bir saatimiz vardı. Bu süre biraz keşif yapmam için yeterliydi. Bulunduğumuz yeri aklıma not ederek arabacıya geri döneceğimi söyledim ve kalabalık pazara yöneldim.

Çantam elimde etrafta dolanıyordum. Bir şeyler, en azından bir yiyecek almak için can atıyordum.

Küçük bir yiyecek tezgâhının önünden geçerken burnuma gelen lezzetli balıkların kokusu midemin guruldamasına neden olmuştu. Pişmiş balıklara bakarken ağzım sulandı.

“Biraz almak ister misin canım?” diye sordu kadın nazikçe gülümseyerek. Yutkunarak başımı salladım ve çantamdan birkaç bozuk para çıkardım. Parayı ödedikten sonra balığı aldım ve diğer tezgâhlara yöneldim.

Zamanım dolmak üzereydi. Geç olmadan geri dönmem gerekiyordu. Aldığım meyvelerin parasını ödedikten sonra arabaya yöneldim.

O kadar acelem vardı ki arkamı dönerken bana çarpan kişiyi fark etmemiştim. Yere sertçe düştüğümde elimde hafif, keskin bir acı hissederek irkildim.

“Özür dilerim,” diye kekeleyerek başımı kaldırdığımda pelerinli bir adam gördüm.

Tepemde dikiliyordu. Yüzünü zar zor görebiliyordum çünkü koyu renkli pelerini yüzünü örtüyordu. Gözleri bir anlığına benimkilerle buluşunca irkildim. Tekrar özür diledim ve ayağa kalktım.

Tek kelime etmemişti. Başımı eğerek oradan kaçtım. Neden tüylerimi diken diken ediyordu? Aceleyle yürürken bakışlarının hâlâ üzerimde olduğunu hissedebiliyordum.

Omzumun üzerinden arkama baktığımda adamın bana baktığını gördüm. Nefes nefese, neredeyse koşarak oradan kaçtım. Bu iyi değildi. O adamın kim olduğunu bilmiyordum ama o anda tek yapmam gereken onun görüş alanından çıkmaktı.

Sonunda arabaya ulaştım. İki arabacı da yemek yiyordu. İçlerinden biri beni fark edip ayağa kalktı ve kapıyı açtı.

“Ah, bu sizin için,” dedim her ikisine de elma ikram ederken.

Arabacı eğilerek, “Teşekkürler leydim,” dedi. Başımı sallayıp içeri girdim.

Elbisemi ve saçımı düzeltirken yiyecekleri yanıma bıraktım. Saçlarımı örerken sol elimde yine keskin bir acı hissetmiştim. Elime baktığımda kurumuş kanı gördüm. Kanıyor muydu?

Düşerken yanlışlıkla elimi sıyırmış olmalıydım. Biraz suyla kanı temizlerken adamı hatırladım.

Tuhaf biriydi. Onu hatırlamak bile tüylerimi diken diken ediyordu.

“Boş ver Amari,” dedim kendi kendime. Sonra yüzüme bir gülümseme yerleştirerek elma almak için yana döndüm. Ama artık o kadar da aç hissetmiyordum. İç çekerek elmayı yerine bıraktım ve kitabımı aldım.

Hareket etmeye başladığımızdan beri birkaç saat geçmişti. Birkaç kitap okudum, bir şeyler çizdim, yazdım, yedim ve uyudum. Sıkıcıydı ve kendimi baskı altında hissediyordum. Bu sinir bozucuydu.

İç çekerek dağınık saçlarımı karıştırdım ve pencereyi açtım. Serin hava yüzümü okşuyordu. Güneş batıyordu. Etuicia İmparatorluğu’ndan hâlâ uzakta mıydık?

Dışarıya baktım. Daha önce fark etmemiştim ama şimdi uzakta, uzun ağaçların olduğu açık alanları görebiliyordum. Yeşillik alan ve mavi gökyüzü bir arada muhteşem görünüyordu.

Sonra etrafıma baktığımda bir göl gördüm. Nefesim kesilerek doğruldum ve göle baktım.

Gözlerim gölde takılı kalırken, “Vay canına,” diye mırıldandım.

Arabacı bana bakıp, “Bu Myriad gölü,” dedi. “Etuicia İmparatorluğu’na yakınız. Bu yüzden hazırlıklı olun.”

Yüzümdeki gülümseme kaybolmuştu, başımı salladım. Artık yaklaşmıştık, yeni evime daha da yaklaşıyordum.

Sinirlerim beni dürtmeye başlamıştı. Her şeyin nasıl olabileceğini merak ederken ellerimle oynuyordum. Öldürülür müydüm? Beni cezalandırır mıydı? Ya da beni istismar eder miydi?

Sadece bu düşünceler bile kalbimin hızla çarpmasına neden oluyordu. Elimi göğsümün üzerine koyarak sakinleşmeye çalıştım.

“Ağlama, ağlama Amari...” diye fısıldadım. Zihnim neler olabileceğine dair düşüncelerle karmakarışıktı. Sözde kocamın kim olduğunu bile bilmiyordum.

Burnumu çekerek gözlerimi kapattım. Başımı dik tutmam ve zayıflığımı göstermemem gerekiyordu.

Gözyaşlarımı elimin tersiyle sildim. Ağlamaya devam edemezdim.

Derin bir nefes alarak baş hizmetçinin bana verdiği küçük çantayı çıkardım. İçinde ihtiyacım olabilecek bazı şeyler olduğunu söylemişti, makyaj malzemeleri, losyonlar ve birkaç mücevher.

Bana bunları vermeleri bile beni şaşırtmıştı. Ama baş hizmetçinin de dediği gibi, bunlar sadece Etuicia’ya vardığımda kullanmam içindi.

“Etuicia İmparatorluğu’nun kapısındayız!” diye bağırdı arabacı.

Şaşkınlıkla irkildim.

Arabanın perdelerini açmaya cesaret edememiştim. Hazırlandıktan sonra koltuğumda arkama yaslandım ve zihinsel olarak kendimi olacaklara hazırlamaya başladım. Ellerime baktığımda az önceki yara izini gördüm.

“Sen bir canavarsın,” diye mırıldandım.

Bu küçük yara izini görmek bana sırtımda olan yara izlerini hatırlatmıştı. Yolculuk sırasında onları biraz temizleyebilmiştim. Bazıları tazeydi, bazıları ise biraz iyileşmişti.

Ya kral yaralarımdan iğrenirse? Şu anda bundan endişeleniyordum.

Kafamda bir sürü düşünce dolaşırken aniden durduğumuzu hissettim. Atlar dışarıda kişniyordu. Koltuğa tutunarak arabacıların bir şey söylemelerini beklemeye başladım.

Kapının yumuşak bir şekilde çalındığını duyunca paniklemiştim.

“Geldik leydim,” dedi arabacı.

“Teşekkür ederim,” diye mırıldandım endişeyle.

Eşyalarımı toparladım.

Aşağı inmeden önce iyi olduğumdan emin oldum. Arabacı kapıyı açtığında derin bir nefes aldım ve gülümsedim.

Gözlerimi kocaman açıp önümdeki saraya bakarken öylece durmuştum. Arabacı bana elini uzattı. Elini tutarak yavaşça merdivenlerden indim.

Gözlerim hâlâ saraya takılmıştı. Görkemli sütunları ve görkemli girişi bana kendimi çok küçük hissettiriyordu. Her yer gri ve beyazdı.

Ne kasvetli bir yer, ~diyedüşündüm.

Girişte duruyordum. Etrafıma baktığımda bu kasvetli yerin girişini güzel bir bahçenin süslediğini fark ettim.

Ortasında melek heykeli olan beyaz bir çeşme vardı. Yanlarda birkaç gül fidanı, ağaçlar ve çiçekler çeşmeyi çevreliyordu.

Kaşlarımı çatarken buranın geniş bir ormanla çevrili olduğunu gördüm. Sıra sıra ağaçlar önümde diziliyordu.

Birinin boğazını temizlediğini duyduğumda kafamı çevirdim.

Gri gözlü, siyah saçlı bir adam bana bakıyordu. Adam uzun boylu ve iriydi. Siyah bir üniforma giyiyordu, heybetli aurası yutkunmama neden olmuştu. Kimdi bu adam?

“Hoş geldiniz, ben Sasha, kralın baş uşağıyım. Lütfen beni takip edin,” dedi Sasha denen adam.

Sonra ciddi bir yüz ifadesiyle bana baktı. Kendimi rahatsız hissederek önünde eğildim ve kendimi tanıttım.

Adam arabacılara bir bakış attığında ikisi de başını salladı.

Dikkatim dağıldığı için fark etmemiştim ama üç adam daha kenarda bekliyordu. Gözlerini yere dikmişlerdi ve aynı siyah üniformadan giyiyorlardı. Ama üzerlerinde altın rengi detaylar vardı.

Başımı dik tutarak yürümeye başladım. Kendimi toparlamam gerekiyordu.

Girişe yaklaştığımızda koyu renkli, ahşap, devasa iki kapı açıldı. Birkaç muhafız yan tarafta durmuş, içeri girmemiz için kapıları ardına kadar açmışlardı. Başımı salladıktan sonra yere baktım.

Beyaz mermer zemindeki yansımamı görünce kaşlarımı çattım. Zemin o kadar temizdi ki bu beni biraz şaşırtmıştı. Başımı sallayarak kaldırdım ve önüme baktım.

Gördüklerim karşısında ağzım bir karış açık kalmıştı. Yürüdüğümüz uzun koridoru sıra sıra tablolar ve mobilyalar süslüyordu. Bir o yana bir bu yana bakıyordum.

Gri duvarları farklı portreler süslüyordu, koyu renkli ahşap çerçeveler ortama renk katıyordu.

“Vay canına,” diye fısıldadım, sesim aptalca geliyordu.

Hemen elimi ağzıma götürdüm. Sasha omzunun üzerinden bana bakmıştı. Sonra gözlerini devirerek arkasını döndü. Az önce benimle alay mı etmişti?

Bunu görmezden gelmeye karar verdim.

Sarayı incelemeye devam ederken tavanı fark ettim. Müthiş bir şeydi. Yüksekti, kubbe şeklindeydi. Kaşlarımı çatarak yukarı baktım. Oradaki şey çizim miydi?

Tepede küçük yaratıkların çizimleri vardı. O kadar sanatsaldı ki bir hikâyeye benziyordu. Ama en çok dikkatimi çeken şey ejderhaların olmasıydı.

Bu düşünce aklımı kurcalarken kaşlarımı çatmıştım. Tabii ki ejderha diye bir şey yoktu, değil mi?

Sasha’yı takip etmeye devam ediyordum. Hızlı bir dönüş yaptıktan sonra başka bir koridora geçtik. Daha ne kadar yürüyecektik?

Bir dönüş daha yaptığımızda etrafta koşuşturan hizmetkârlar gördüm. Bazıları bizi fark edince eğildi. Diğerleri sadece durdu ve başlarını eğdi. Hiçbiri bana bakmıyordu, bu oldukça garipti.

Etrafımdakiler dikkatimi dağıtmıştı. Birine çarptığımda ağzımın içinden bir inilti mırıldanarak başımı kaldırdım. Sasha kaşlarını çatmış bana bakıyordu. Nefes nefese, gergin bir şekilde geri çekildim.

Acıyan burnumu kapatırken, “Ö-özür dilerim,” dedim.

Sasha iç çekerek iki muhafıza bir şeyler söyledi.

“Burası kralın olduğu yer. Saygılı olmayı ve onun dediklerini yapmayı unutma. Anlaşıldı mı?” dedi Sasha iç çekerek.

Başımı sallayarak ona gülümsedim. Sasha bana arkasını döndü ve muhafızlara kapıları açmalarını emretti. Gergin bir şekilde ellerimle oynamaya başladım. Neden gergindim?

Koyu renkli, iki ahşap kapı gıcırdayarak açılırken içeriden gelen öfkeli bir bağırış duydum. Adamın küfürlerini dinlerken irkilmiştim. Sesi o kadar kızgın geliyordu ki vücudum korkudan titriyordu.

Dudağımı ısırarak gözlerimi kapattım ve derin bir nefes aldım. Ayak seslerini duyunca başımı kaldırdım. Sasha gibi giyinmiş başka biri bize katılmıştı. Sasha’dan bizi yalnız bırakmasını isteyerek onu takip etmemi istedi. İç çekerek onu takip ettim.

Önüme bakıyordum. Başım ve sırtım dikti, ilk adımımı attım. Ne olacağını bilmiyordum ama artık başka seçeneğim yoktu. Bu benim yeni sınavım olacaktı. Ama buna hazır mıydım?

Sonraki bölüm
App Store'da 5 üzerinden 4.4 puan aldı.
82.5K Ratings
Galatea logo

Sınırsız kitap, sürükleyici deneyimler.

Galatea FacebookGalatea InstagramGalatea TikTok