CEO'nun Külleri - Kitap kapağı

CEO'nun Külleri

Kimi L Davis

Bölüm 3

CECE

Parmağımı dokunmatik yüzeyin etrafında gezdirerek Brenton'ın profiline baktım, o ve ailesi hakkında olabildiğince bilgi toplamaya çalıştım.

Beni ofisinden atmış olabilirdi ama bu hayatından da atabileceği anlamına gelmiyordu.

Bana olan borcunu ödediğinde, hayatından seve seve çıkacaktım ama asla daha önce değil.

"Merhaba, Cece, canım. Nasılsın? Hala Brenton Maslow hakkında araştırma yaptığını söyleme bana,” dedi Bayan Druid dairesinin bitişiğinde bulunan daireme girerken.

Bugün, sıcak-pembe platform topuklu ayakkabılarıyla uyumlu mavi renk geçişli sıcak-pembe bir elbise giyiyordu.

"Sana söyledim, o bana istediğimi verene kadar durmayacağım." Yüzünü görebilmek için dizüstü bilgisayarımın ekranından yukarı baktım.

"Bayan Druid, fırınımı geri almak için Brenton'a şantaj yapmam gerekse bile bunu yapacağım."

"Cece, dikkatli ol tatlım. Sana bir zarar gelsin istemem. Ve Brenton Maslow zarar verme konusunda çok iyidir,” diye uyardı beni.

"Fırınımı yıktığında yeterince zarar verdi zaten bana. Artık kaybedecek bir şeyim yok, onunla anladığı dilde konuşmaya hazırım,” dedim tam olarak nerede yaşadığını öğrenmeye çalışırken.

"Neden bu kadar inatçı olmak zorundasın, Cece? Onun hakkında araştırma yaparak zamanını ve enerjini ziyan etmek yerine, neden yeni bir iş kurmayı düşünmüyorsun?" dedi yanımdaki kanepeye uzanarak.

"Bunu yapacağım, ama önce adaletin yerini bulmasına ihtiyacım var. Eğer bu işin peşini bırakırsam, Brenton yaptıklarından dolayı pişmanlık duymayacak ve sırf zengin ve şımarık biri olduğu için diğer insanlara zarar vermeye devam edecek. Ve başka masum insanlara zarar vermesine izin veremem,” diyerek karşı çıktım. Dizüstü bilgisayarımı kapattım ve kanepeden kalktım.

"Şimdi nereye gidiyorsun?" diye sordu Bayan Druid. Kaşları çatılmış gibiydi ama botoks yüzünden bundan emin olmak zordu.

"Brenton'ı görmeye. Saat beş oldu, eminim artık işten çıkmıştır. Onunla konuşmalıyım,” diye cevapladım askıdan trençkotumu alırken.

Umarım artık toplantısı da bittiğine göre beni dinlemeye razı olur. Bütün dünya onu zalim biri olarak tasvir etse de belki de içinde biraz insanlık kırıntısı vardır.

Hüsnükuruntu yaptığımı biliyordum ama şu an tek umudum buydu.

"Kızım, sen iyice çıldırdın. Onu kızdırırsan Brenton'ın seni böcek gibi ezeceğini anlamıyor musun? Bir kez olsun akıllı ol ve onunla zamanını boşa harcamayı bırak. Sinirlenirse seni hapse gönderebileceğini biliyorsun,” diye uyardı beni.

Gözlerimi devirdim ve çantamı aldım. "Fırınımı geri alacağım, Bayan Druid ve onu geri verecek kişi de Brenton olacak, ne pahasına olursun olsun."

Onu kanepede bırakıp dairemden çıktım ve motosikletime bindim.

Brenton beni dinlemeyi reddederse ne yapacağımı artık Allah bilir.

Sadece gidip onu evinde rahatsız edecektim, yalnız sorun şu ki nerede yaşadığı hakkında hiçbir fikrim yoktu. Google’dan sadece ailesinin nerede yaşadığını bulabilmiştim, hala orada yaşayıp yaşamadığından emin değildim.

Ama eğer beni dinlemeyi reddederse, gerekirse ailesinin evine de giderdim.

Son sürat düşmanıma doğru gidiyordum. İçimin ateşini serin Londra havası bile söndüremiyordu.

Bütün Maslowlar böyle miydi, yoksa bu Brenton’a özel miydi? Hepsi fakirleri hayvanlardan daha aşağı gören, onlara hayvanlardan bile beter davranan bir avuç sığ züppe miydiler?

Birinin onlara nazik ve şefkatli olmayı öğretmesi gerekiyordu.

Maslow Girişimcilik görüş alanıma girer girmez, motosikletimi hızla park ettim ve girişe doğru koştum.

Güneş artık batmış, yerini Brenton'ın kalbinde de hüküm süren karanlığa bırakmıştı.

Adını bilmediğim ve bilmek dahi istemediğim şık bir gümüş arabaya doğru yürürken gördüm onu.

En az sabahki kadar profesyonel görünüyordu, kıyafetlerinde en ufak bir kırışıklık dahi yoktu.

Hava karanlık olmasına rağmen, onu asil ve güzel gösteren keskin çenesini görebiliyordum.

"Hey!" Ona doğru koşarken bağırdım. Sanki onunla doğrudan konuşarak ona saygısızlık ediyormuşum gibi kaşlarını çatarak bana baktı.

"Bana yüzünü tekrar gösterme cüretini gösterdiğine inanamıyorum. Seni gerçekten hapse attırmamı mı istiyorsun? Bu, benimle uğraşılmayacağını anlamana yardımcı olur muydu?" dedi gözlerini gözlerime dikerek.

"İnan bana, senin çirkin yüzünü görmekten ben de zevk almıyorum, ama başka seçeneğim yok. Bana bir fırın borçlusun ve üzülerek söylüyorum ki benden çaldığını bana geri verene kadar benimle uğraşmak zorunda kalacaksın,” dedim.

Her ne kadar yüzünün çirkinliği konusunda yalan söylemiş olsam da, ona hakaret edersem fırınımı daha çabuk geri vermesini sağlayacağını düşünmüştüm.

"Senden hiçbir şey çalmadım. Fırının benim arazimdeydi, ben de arazimde gereksiz bir şey istemediğim için yıktırdım" diyerek arabasının kapısını açtı.

"Fırınımın yasal olduğunu ve o arazinin sahibinin benden başka kimse olmadığını gösteren belgelerim var. Elinizde yasal belge yokken sizin araziniz olduğunu iddia edemezsiniz,” dedim.

Ondan sadece biraz para koparabilmek için onu rahatsız ettiğimi düşünüyorsa yanılıyordu.

"O belgelerin artık bir hükmü yok çünkü o arazinin sahibi artık benim. Zamanımı boşa harcamayı bırak ve gözümün önünden çekil, yoksa sana karşı uzaklaştırma emri çıkarttıracağım. Bunu sana son kez söylüyorum ve havai fişek eğer seni bir daha görürsem, yapacaklarımdan beni sorumlu tutamazlar,” dedi. Tam kapıyı kapatıp arabasını çalıştıracakken kolundan tuttum.

Hayır, hayır! Bunu yapamazsınız." Bu şekilde kaçmasına izin veremezdim.

Seni pis köylü, bana dokunmaya nasıl cüret edersin?! Brenton kolunu sertçe geri çekti ve beni itip yere düşürdü.

Kollarıma ve bacaklarıma keskin bir acı yayılıyordu. Kanayan yerlerimi görünce de acının nedenini anladım.

Brenton arabasını soğuk Londra soğuğuna doğru hızla sürerken, gümüş arabaya ve onu kullanan bu adama doğru öfkeyle baktım, beni bu soğuk kış gecesinde kanlar içinde yerde bırakmış gidiyordu.

Bunun için seni asla affetmeyeceğim, Brenton.

Nihayet görüş alanımdan çıktığında, bedenimdeki şiddetli acıya aldırış etmeden ayağa kalkmaya çalıştım.

Belki de hastaneye gidip bunları bir profesyonele göstermeliyim. Ama zamanım yoktu.

Damarlarımda gezen öfke ve kararlılığın etkisiyle, acımı görmezden gelmeye ve Brenton'ın ailesinin evini ziyaret etmeye karar verdim.

Eğer benimle konuşmayı reddediyorsa, ben de beni dinlemeye hevesli birini bulurdum.

Daireme dönüş yolculuğu acı verici ve soğuktu. Tesiri olmayacağını bilsem de Brenton'a bütün dillerde sayıp sövüyordum.

Bir adam nasıl bu kadar inatçı olabilirdi? Hatalı olduğunu biliyordu, neden kabul edemiyordu? Hatasını kabullenebilmesinden zevk alacak halim yoktu, yüzüne de vurmazdım. Egosu bu kadar mı önemliydi onun için?

Eve varır varmaz motosikletimi park edip daireme koştum. Ciddi dozda dondurmaya ihtiyacım vardı, yoksa patlayacak gibiydim.

Brenton bana iyi davranmıyordu ve buna daha fazla katlanamazdım. Eğer saygı görmek istiyorsa, kendisi de saygı göstermek zorundaydı.

"Cece, canım, ne kadar çabuk döndün? Ne oldu? Bay Maslow'u gördün mü?" diye sordu Bayan Druid.

Hala benim dairemde ne işi vardı? Ve neden mutfağımdaydı?

"Beni dinlemedi. Utanmadan fırınımın arazisinde olmasının yanlış olduğunu söyledi. Sonra beni ittirip yere düşürdü,” dedim.

İki dizim de sıyrılmış kanıyordu, kollarımda da dirseklerime kadar sıyrıklar vardı.

Tanrım, bana ne yapmıştı? Sadece ittirerek nasıl bu kadar çok yaraya sebep olmuştu?

"Sana vaktini boşa harcama demiştim, hayatım. Beni dinlemiyorsun ki." Mutfaktan hayal kırıklığını duyabiliyordum, ama umursamadım. Fırınımdan vazgeçmeyecektim.

Haklılığımdan vazgeçemezdim.

"Mutfağımda ne işiniz var Bayan Druid?" diye sordum. Bir yandan da mutfağa kadar gidip ilkyardım çantasını alsam mı, yaralarım buna izin verir mi diye düşünüyordum.

"Sana kurabiye yapayım diye düşündüm," diye cevapladı mutfaktan çikolatalı kurabiye dolu bir tabakla çıkarken.

Dizlerim acı içinde, "Neden?" diye tısladım.

"Aman Tanrım!" Kollarımın ve bacaklarımın halini gördüğünde Bayan Druid'in gözleri kocaman açıldı. Tabağı çabucak yere koydu ve yanıma oturdu. "Sana ne oldu böyle?"

"Söyledim ya, Brenton beni itti ve düştüm. Tanrıya şükür etrafta araba yoktu, yoksa ezilirdim,” diye mırıldandım çirkin yaralarımı görmezden gelemeyerek.

Enfeksiyon kapmasınlar diye bir an önce merhem sürmem gerekiyordu.

"Ve sen de hastaneye gitmek yerine doğruca eve gelmeyi mi tercih ettin? Cece, ne yapacağız seninle? Şimdi burada dur, ben de gidip ilk yardım çantasını getireyim,” dedi.

"Teşekkür ederim ama hayır. Ben gidip bunları temizlerken sen de burada otur ve kurabiye ye,” dedim.

"Hayır, buradan hiçbir yere ayrılmıyorsun. Sen otur, ilk yardım çantasını ben getiririm." Bana öyle sert bir bakış attı ki dediğini yapmaktan başka seçeneğim kalmadı.

Bir yere kıpırdamayacağımdan emin olunca ilk yardım çantasını almak için odama gitti.

Üç gün sonra, nihayet Brenton'ın evini ziyaret etmek için gereken cesareti toplamıştım.

Evi daha erken ziyaret etmek istemiştim ama ne yazık ki yaralarım ve Bayan Druid buna izin vermemişti.

Fakat şimdi çok daha iyi hissediyordum ve Brenton Maslow'la bir kez daha boy ölçüşmeye hazırdım.

Ancak karşımda devasa bir şato görünce buraya gelmekle hata mı ettim diye düşünmeye başladım, Brenton'ın burada yaşayamayacağından oldukça emindim.

Fakat o yaşamıyorsa kim yaşıyordu? Pencerelerden süzülen ışıkları ve çevreyi koruyan adamları görebiliyordum. Demek ki birileri burada yaşıyordu.

"Öğrenmenin tek bir yolu var. İçeri girip görmenin zamanı geldi,” dedim ve arka taraftan yavaşça içeri doğru süzüldüm.

Nedenini bilmiyorum ama içimden bir ses, bir türlü peşini bırakmadığım için Brenton'ın korumalarını bana karşı uyardığını söylüyordu.

Bu nedenle, siyah giyinmiş ve kendimi kamufle etmeye çalışmıştım.

Gece olması işime yaramıştı, gölgelerde saklanmak daha kolay olacaktı.

Bir yandan da devriye gezen korumaları izliyordum. Ön kapı, arkasına saklandığım çalıya çok uzak sayılmazdı, ama görülme riskine de giremezdim.

Eğer beni görürlerse dışarı atarlar ve adım haneye tecavüzcüye çıkardı.

Şatonun girişinde üç koruma duruyordu. Görev yerlerinden ayrılmaları ne kadar sürerdi ki? Mesanem adeta haykırıyordu ve acil eve dönmem gerekiyordu.

Umarım, Brenton’a fırınımı geri vermesini söylerken kendimi rezil etmem.

Fırınım hakkında sızlanıp durmayı bırakmalıydım artık ama buna engel olamıyordum. Brenton Maslow yılların emeğini bir günde yok etmişti. Nasıl sızlanmazdım?

Üç korumadan ikisi görev yerlerini terk ettiğinde, yeniden umutlandım. Sonuncusu da yolumdan çekilirse harekete geçebilirdim.

Mesanem haykırmaya devam ediyordu ama Brenton'ı ve onun nasıl bir ahmak olduğunu düşünerek duymazdan geldim.

Tanrı bilir ya, ne kadar küfretsem de içim soğumuyordu. Ne zaman aklıma gelse, yeni küfürler saydırıyordum.

Brenton Maslow yaratıcı yanımı nasıl ortaya çıkaracağını iyi biliyordu.

İşin komik yanı, korumalar da siyah giyinmişti ve aklıma bir fikir geldi.

Belki korumalardan biriymiş gibi davranıp adamı görev yerinden alabilirdim. Etrafta kimse kalmayınca da içeri girerdim.

Cece, sen bir dâhisin!

Yüzüm görünmesin diye şapkamı indirdim, omuzlarımı dikleştirdim ve bir erkek gibi yürüdüğümden emin olarak korumaya doğru ilerledim. Adamın yanına vardığımda, oyunculuk yeteneğim devreye girdi.

"Burada daha ne kadar duracaksın?" diye sordum sanki yıllardır sigara içiyormuşum gibi tok bir sesle.

Koruma, "Ty'ın dönmesini bekliyorum, sonra molaya çıkacağım,” diye cevap verdi. Oyunculuğum o kadar iyi miydi ki kadın olduğumu anlayamamıştı?

"Neden gitmiyorsun, ben senin yerine bakarım dedim,” dedim.

"Sahi mi? Teşekkürler, dostum. Sonra görüşürüz,” dedi ve beni girişte bırakarak uzaklaştı.

"Bu çok kolay oldu,” diye düşündüm ve ön kapıdan girdim.

Sonunda Maslow malikanesindeydim.

Sonraki bölüm
App Store'da 5 üzerinden 4.4 puan aldı.
82.5K Ratings
Galatea logo

Sınırsız kitap, sürükleyici deneyimler.

Galatea FacebookGalatea InstagramGalatea TikTok