Ateş ve Şifa - Kitap kapağı

Ateş ve Şifa

Silver Taurus

İkinci Bölüm

DİMİTRİ

Errigal Dağı'na geri dönerken esen rüzgâr tenimizi sıyırıyordu. Kollarımdaki kadın, sanki hayatta kalmanın tek yolu buymuş gibi belime sarılıyordu.

Yüzümdeki gülümseme ona baktıkça daha da genişliyordu. Eve vardığımızda ona sahip olmaya hazırdım ama onu dikkatle izlerken, korkmuş, hatta kafası karışmış görünüyordu.

Dimitri, ne yapacaksın?” diye sordu Damian. Üzerimdeki gözleri hissedebiliyordum.

Bekleyip göreceğiz. Onun hakkında daha fazla şey öğrenmem gerekiyor,” dedim konuşmayı bitirerek.

Saray göründüğünde gökyüzünde hırıltılar yankılanmaya başlamıştı.

“İşte geldik kölem,” dedim ona bakarken.

Utangaç bir şekilde başını çevirmiş büyük saraya bakıyordu. Evimi en yüksek dağın zirvelerine, dibinde mağara olan bir yere inşa ettiğimi söylemiştim, değil mi?

Altın ve beyaz kayalar, mekânın yapısını kafa karıştırıcı hâle getiriyor, uzaktan bakıldığında, eski yıkılmış bir saray gibi görünüyordu.

Herkes Errigal Dağı'nın bize, Errigal Ejderhalarına ait olduğunu bilse de, bu sadece davetsiz misafirleri buradan uzak tutmak içindi. Biz izin vermedikçe kimse buraya yaklaşmaya cesaret bile edemezdi.

Sürümüz 800 yıldır bu sıradağlarda yaşıyor. Nesiller boyu ejderhalar burada hüküm sürdü ve burada sonsuz savaşlar verdi. Saltanatım en güçlü ve en uzun olanlardan biri oldu.

Errigal'in ejderha sürüsünde 280 ejderha var. Ayrıca, ihtiyacımız olan şeyleri almamıza yardım eden insan büyücülerimiz de burada bizimle birlikte yaşıyor.

İnsanlara saygı duysak da, takas edilmeleri söz konusu olduğunda veya bize karşı kullanıldıklarında onları öldürürüz. Ne de olsa, insanların gözünde biz kalpsiz canavarlarız.

Sonunda mağaranın girişini görünce hepimiz yere indik. Kardeşimin sırtından atlayıp eşime yardım etmek için ona elimi uzattım.

“Sana yardım edeyim,” dedim elimi ona doğru uzatırken. Saçları yüzünün her yerine dağılmış durumdaydı. Korkmuş görünüyordu.

Onu korkutmak istemiyordum ama sabrım tükeniyor ve yavaşlığı biraz sinirlerimi bozmaya başlıyordu.

Kardeşim Damian da sabırsız görünüyordu, kısık bir hırlamayla vücudunu kıpırdattı. Valkyrie hemen kollarıma uzandı ve çığlık atarak yere indi.

“İşte başlıyoruz,” dedim gülümseyerek. Valkyrie arkasındaki ejderhaya bakıyordu. Damian'ın ejderhasının gümüş pulları vardı. Benimkiler ise zifiri karanlıktı.

“Korkma, kardeşim sana zarar vermez,” diye fısıldadım. “Sen istemediğin sürece.”

Sözlerim zıplamasına ve önüne dönmesine neden olmuştu. Gözleri benimkilerle buluştuğu anda derin bir nefes aldım. Daha önce fark etmemiştim ama şimdi yüzüne vuran ışıkla gözlerini net olarak görebiliyordum.

Vay canına, gözleri. İris heterokromisi var,” diye fısıldadı Damian sevinçle.

Gerçekten de, gözleri iki farklı renkte ve benzersizdi. Beni büyülüyordu. Gözlerinde iki farklı dünyayı görebildiğimi hissedebiliyordum.

Gözlerimi üzerinden ayırmadığımı fark edince Valkyrie'nin solgun teni hafifçe kızardı ve bakışlarını kaçırdı.

“Olanları rapor et. İlgilenmem gereken işlerim var,” diye emrettikten sonra Damian başını sallayarak yanımızdan ayrıldı.

Valkyrie'nin elini tutarak sağa döndüm ve saraya doğru yöneldim. Yol boyunca gözleri etrafı tarıyor, eşsiz yapıları fark ettiğinde bazen gözleri fal taşı gibi açılıyordu.

Sonunda sarayın birinci katına varınca dönüp bir hizmetçiye seslendim. “Kadın kıyafetleri ve yiyecek bir şeyler istiyorum. Ayrıca, biraz da ilaç,” dedim yürürken.

“B-bekle!” dedi Valkyrie beni aniden çekerek. Hafif bir hırıltıyla dönerek ona baktım. Eteğiyle oynuyordu.

“Sorun nedir?” diye sordum hırlayarak.

“B-beni nereye götürüyorsun?”

Bu kızda bir şey var. Bana baktığında gözleri nefesimi kesiyor, vücudumu titretiyordu.

“Yaralarını tedavi etmene yardım edeceğim,” dedim gözlerim uyluklarına inerken. “Özellikle bu yara korkunç görünüyor. Eşimin böyle görünmesi hoşuma gitmiyor.”

Gözleri anında genişledi. Tuttuğu elimi sıktığını hissedebiliyordum.

“Hadi gidelim,” dedim bir kez daha.

Odama ulaştığımızda altın renkli çift kapı gıcırtıyla açılmıştı. Valkyrie'nin gözleri merakla etrafta dolaşıyordu.

“Vay canına,” diye fısıldadı.

Altın sütunları olan kubbe benzeri muazzam mağaram durduğumuz yerden canlandırıcı bir manzaraya sahipti.

Mobilyalar etrafa güzelce yerleştirilmişti ve açık balkonun hemen yanında, üzerine farklı kürkler serilmiş devasa bir sayvanlı yatak vardı.

Uzun perdeler gece rüzgârında hızla uçuşurken dağların dingin manzarasını gözler önüne seriyordu. Buradaki odalarım oldukça basit dekore edilmişti. Ejderha olarak altını seviyordum ama altının gireceği son yer odalar olurdu.

Valkyrie'nin elini bırakarak soldaki açıklığı işaret ettim. “Orada yıkanabileceğin doğal bir kaplıca var.”

Valkyrie odanın ortasında durmuş az önce ondan yapmasını istediğim şeye gergin bir şekilde başını sallarken kaplıcalara doğru ilerlemeye başladı.

Ben de masama gidip çekmeceden bir kutu çıkardım. Kilidini açarken küçük tahta kutu tıkırdamıştı. İçinden bir kolye çıkarıp masaya koydum.

Çok geçmeden kapı çalınmaya başlamıştı. Havayı kokladım, bu yemek ve hizmetçiydi. Yavaşça homurdanarak hizmetçiye içeriye girebileceğini haber verdim.

Başımı yan tarafa çevirdiğimde, hizmetçilerden birinin elinde bir tepsi yemek, diğerinde ise birkaç kadın elbisesi vardı.

“Şuraya bırakın, ilaç nerede?” diye sordum hizmetçiler eğilirken.

“Majesteleri, büyücü yolda. Bizzat geleceğini söyledi,” dedi hizmetçi başını eğerek.

Ayrılmalarını emrettikten sonra burnuma bir koku gelmişti; tarçın. Kokuyla dikkatim dağılırken hafif bir öksürük duydum ve kafamı arkaya çevirdim.

Bu, Valkyrie'ydi.

Vücudunun üzerinde bir bez parçası vardı. Su, yüzü boyunca omuzlarına damlıyordu. O koku ondan geliyor ve bu beni delirtiyordu. Daldığım düşüncelerden sıyrılarak ona baktım.

Gözleri altın renkli gözlerimle buluşmuştu.

“Şey, ben hazırım...” diye mırıldandı.

“Evet,” dedim boğazımı temizleyerek. Ardından Valkyrie'ye birkaç kıyafet vermek için masaya doğru ilerlerken odanın kapısında büyücünün varlığını hissettim.

“Girebilirsin,” dedim kaşlarımı çatarak.

Çift kapı açıldığında büyücü içeriye girdi ve önümde durmak ve eğilmek için uzun bacaklarıyla büyük bir adım attı. Gözleri hemen Valkyrie'ye kaymıştı.

“Ah,” dedi şaşkınlıkla.

“Michael, bu Valkyrie,” dedim, onları tanıştırarak.

“Tanıştığımıza memnun oldum,” dedi Michael doğrulurken.

Gözlerinin Valkyrie'nin yüzünden başlayarak nasıl uyluğuna doğru kaydığını izliyordum.

“Bu kötü görünüyor,” dedi kaşlarını çatarak. “Ne zaman oldu?”

Valkyrie ıslak vücudunu örten bezle yarasını gizlemeye çalışıyordu.

“Hatırlamıyorum,” dedi birkaç saniye sonra. “Yarayı temizledim zaten.”

“Hayır, bunun tedavi edilmesi gerekiyor, derhâl,” dedi Michael, bileğini tutup Valkyrie’yi yatağa çekerken. Valkyrie yatağa oturduktan sonra Michael eğilerek yarasını incelemeye başladı.

“Enfeksiyon kapmadığı için şanslısın,” dedi Michael, elleri mavi bir renkle parlarken. “Dinlen gerekecek. En azından birkaç gün boyunca çok fazla yürümemeye çalış.”

Beyaz bir elbise alıp yanına gittim ve elbiseyi Valkyrie’ye uzattım.

“Şimdilik bunu giy.” Valkyrie yukarıya bakıp hızla başını salladı.

“Bekle,” dedi Michael kaşlarını çatarak. “Bunlar nedir?”

Bakışlarını takip ederek, neden bahsettiğine baktım. Valkyrie'nin vücudunda yara izleri ve ince kırmızı çizgiler vardı. Bazıları yeni, bazıları eskiydi.

“O bir köle,” diye mırıldandığımda Michael bana bakıp kaşlarını çatmıştı.

Valkyrie’nin kollarını tutarak, ellerine ulaşana kadar her yara izini kontrol etti.

“Lütfen yapma!” dedi Valkyrie korkmuş bir şekilde.

“Bunları kontrol etmem gerekiyor. Ellerin morarmış,” diye ısrar etti Michael.

“Hayır dedim! Yapamazsın...” derken Valkyrie’nin gözleri öfkeyle parlıyordu.

Michael'ın haklı olduğunu biliyordum, bu yüzden Valkyrie’ye yaklaşarak ellerini tuttum. Dudaklarından bir hıçkırık kaçtıktan sonra tüm gücüyle ellerini geri çekmeye çalışıyordu.

“Sakin ol!” dedim ellerini daha da sıkı tutarak, “Sadece kontrol edelim.”

Valkyrie'nin gözleri yaşlarla dolmuştu.

“Lütfen... L-lütfen, sana yalvarıyorum, canın yanacak,” dedi Valkyrie, kafamı karıştırarak.

“Ne demek istiyorsun? İyiyim, görmüyor musun?” Ellerini ellerimin arasına almıştım.

“Bekle!” Michael aniden kolumu tutarken, “Sen... Sen nesin?” diye sordu.

Michael başını yavaşça ona doğru çevirmişti. Valkyrie, sertçe ellerini çekmeye çalışırken sonunda ellerini bıraktım. Hemen ellerini vücuduna dolamıştı.

“Sen normal bir köle değilsin, değil mi?” diye sordu Michael

“Ne saçmalıyorsun?” diye çıkıştım. “O bir köle!”

Michael, “Hayır, değil,” diye karşılık verince öfkeyle hırlamıştım. “Onun güçleri var. Valkyrie, güçlerin neler?”

Valkyrie gözlerini kaçırdı ve ellerini kucağına indirdi; yüzünü buruşturmuştu.

“Ben… Bilmiyorum. Ama birine dokunarak onları incitebiliyor, yakabiliyorum.”

“Bir büyücü müydün?”

“Ne? Hayır!” dedi Valkyrie başını sallayarak. “Ben-ben kendimi bildim bileli bir köleyim.”

Michael'ın kafası karışmış görünüyordu. Yüzüne biraz endişeli bir bakış yayılmıştı. Michael hiçbir şeyi tekrarlamazdı.

Valkyrie'ye biraz ilaç almasını söyledikten sonra yaralarından bazılarıyla ilgilendi ve işini bitirdiğinde benimle yalnız konuşmak istedi. Üzerini değiştirmesi için Valkyrie'yi yalnız bırakarak odadan çıktık.

“Sorun nedir?” diye sordum Michael'a koridorda yürürken.

“Kral Dimitri, o kadının kim olduğunu sorabilir miyim?”

“O kadın benim eşim,” dedim olduğum yerde dururken.

“Eşiniz mi?” Michael şaşırmış görünüyordu. “Ama o bir köle.”

“Yani? Bir sorun mu var?”

“Hayır, Kral Dimitri,” dedi iç çekerek. “Mesele şu ki... O normal değil. Söylediğine göre, dokunduğu birine zarar verebiliyor ama size hiçbir şey olmadı.”

Haklıydı; tanıştığımız anda da ona dokunmuştum. Elleri vücudumun üzerindeydi ve hiçbir şekilde bana zarar vermemişti. Ama neden?

“Bunu araştırmama izin verin,” dedi Michael başını eğerek. İsteğini kabul ederek uzaklaşmasını izledikten sonra iç çekerek odama geri döndüm.

Yavaşça kapıları açtığımda Valkyrie'nin balkonda dikildiğini gördüm, kollarını vücudunun etrafına dolamıştı.

“Hava soğuk,” dedim ona yaklaşırken.

Başını çevirerek sessizce başını salladı. Soğuk esintide kızıl saçları savrulurken tarçın kokusu burun deliklerimi dolduruyordu. Orada durmuş onu izlerken bir kez bile gözlerime bakmamıştı.

Çok geçmeden arkasını dönerek yanımdan geçti. Kolundan tutarken çırpınışı karşısında hırlamıştım.

“Nereye gidiyorsun?”

Valkyrie irkilmişti, kolu korkuyla titriyordu. Bunu fark edince hemen onu bıraktım ve Valkyrie içeriye girdi. Derin bir nefes alarak biraz süre daha manzarayı seyrettim. Sakinleştiğimdeyse içeriye girmiş, Valkyrie'yi kürk halılardan birinin üzerinde uyurken bulmuştum.

“Ne yapıyorsun?” diye hırladım, onu uyandıracak kadar yüksek sesle.

Kolunu tutarak öfkeyle onu yukarıya çektim. Tutuşum teninin kızarmasına neden olmuştu. Onu tutarken oluşan görüntüyü seviyordum ama bu edepsiz düşünceleri hemen aklımdan uzaklaştırarak bakışlarımı ona çevirdim.

“Neden yerdesin?” diye çıkıştım tekrar.

“Ben-ben uyuyordum,” diye kekeledi Valkyrie.

“Uyumak mı? Sen benim eşimsin! Yatakta olmalısın!” dedim öfkeyle. Belinden kavrayarak onu omuzlarıma attım ve sayvanlı yatağa doğru yürümeye başladım.

Valkyrie küçük bir çığlık atmıştı.

“Beni yere bırak!”

Bunu görmezden gelerek onu yatağa bıraktım. Geriye doğru tökezlerken başını kaldırınca yüz yüze gelmiştik.

Dudaklarımız birbirinden sadece birkaç santim uzaktaydı. Kokusu beni sarhoş ediyordu. Çarşafları kavrayarak kendimi sakinleştirmeye çalıştım ama kendimi tutmakta zorlanıyordum.

“Eşimsin,” diye mırıldandım tekrar. “Unutma, sen benim eşimsin. Yani kraliçem!”

“Kraliçen mi?” diye sordu Valkyrie şaşırarak. “Yanılıyor olmalısın!”

“Ben mi yanılıyorum?” dedim vücudunun üzerinde gezinirken. Giydiği beyaz elbise hakkını vermiyordu.

Tek kaşımı kaldırarak göğüslerine baktım. Meme uçları dimdikti. Beyaz elbisenin altındaki pembeliği görebiliyordum.

Dudaklarımı yalayarak yavaşça yukarıya baktım. Vücudunu ezberlemek istiyordum.

“Ben sadece bir köleyim,” diye tekrarladı Valkyrie.

Kendine köle demesi beni çıldırtıyordu, bunu söylemesinden hoşlanmıyordum.

“Yapma!” dedim gözlerim parlarken. “Sen benimsin. Artık kendine köle deme.”

Gözleri bilmediğim bir şeyle parlıyordu; onlara baktığımda ani bir çekiş hissettim. Yutkunarak bileğine uzandım ve dudaklarıma doğru götürerek bileğini öpmeye başladım.

“Dur...” diye fısıldadı Valkyrie, yüzü kızarmıştı.

“Durmamı mı istiyorsun?” diye sorarken parmağını emip yalıyordum.

Dolgun kırmızı dudaklarından bir inleme döküldü. Uyarılması beni zorluyordu. Ona ihtiyacım var; onun içinde olmak istiyorum. Gözlerimi kapatarak canavarımı sakinleştirmeye çalışıyordum, dudaklarımı bileğinden çektim.

Arkamı dönüp yatağa oturdum ve derin nefesler almaya başladım.

Ayağa kalkıp kaplıcaya ilerlerken, “Uyu,” diye emrettim. Ardından homurdanarak, muazzam kaplıcaya daldım.

“Lanet olsun!” dedim kayalardan birine yaslanırken.

Deli gibi serleşmiştim ve boşalmaya ihtiyacım vardı. Pantolonumu çözerek kendimi okşamaya başladım.

Sonraki bölüm
App Store'da 5 üzerinden 4.4 puan aldı.
82.5K Ratings
Galatea logo

Sınırsız kitap, sürükleyici deneyimler.

Galatea FacebookGalatea InstagramGalatea TikTok