
Bir dakika kadar sonra, “Aynı fikirde değilim, efendim,” diye cevap verdim.
Başını tekrar kaldırıp gözlerimin içine baktı. Ayağa kalkıp viski bardağını aldı.
Sesindeki keyif kırıntısıyla, “Daha bir ay önce işe başlamış bir ofis stajyeri benim özel sekreterliğime nasıl terfi etti sanıyorsun?” diye sordu. “Kalifiye olduğun için değil. Yetenekli olduğun için değil.”
Kaşlarımı çattım. Ne yapmaya çalıştığını biliyordum. Ben’den ayrıldığımdan beri bunu sıkça yapmıştım. Kendi kendini sabote etme. Sert ve soğuk dış görünüşünün ardını görmemi istemiyordu.
Herkes gibi ondan korkmamı istiyordu.
“Biliyorum,” diye fısıldadım. “Neden önerildiğimi biliyorum. Asansöre binmemle ofisteki herkesin rahatladığını görünce anladım.”
Tobias dikkatle beni izledikten sonra viskisinin kalanını içti. Bardağı benimkinin yanına koydu. Olduğu yerde neredeyse hareketsiz duruyordu.
“Beni tanıyanlar benden kaçar. İnsanları korkuturum,” diye mırıldandı. “İnsanları korkutmayı severim.”
Nefesimin altında, “Sizi tanıdıklarını sanan insanlar,” diye fısıldadım.
Beni evime bırakan, bana kalacak bir yer sunan ve dünyayı gezmek isteyen asistanının istifasını gönülsüzce de olsa kabul eden kişinin korkutucu biri olmasına imkân yoktu.
Yanlışlıkla da olsa gerçek yüzünü bana göstermişti. Artık bunu geri alması mümkün değildi.
“Pardon?” diye gürledi. Yüksek sesle konuşsa da sesinin arkasındaki öfke göstermelikti.
“Kimse sizi gerçekten tanımıyor, değil mi Bay Clarke? Sadece sizin tanımalarını istediğiniz kişiyi tanıyorlar.”
Karanlık bir tonda, “Tehlikeli sularda yüzüyorsun, Ruby,” dedi. “Yerinde olsam şansımı zorlamazdım.”
Gülümseyerek başımı iki yana salladım. “Ne yapmaya çalıştığınızı biliyorum.”
Masasından uzaklaşırken, “Ne yapıyormuşum?” diye sordu. Boydan boya uzanan pencerelere doğru yürürken ellerini ceplerine soktu.
“Beni de korkutup kaçırmaya çalışıyorsunuz.”
Başını çevirip meraklı gözlerle bana bakarken neredeyse gülümseyerek, “Öyle mi?” diye sordu.
“Evet,” diye fısıldadım. “Ama sizden korkmuyorum. Kötü insanlar sizin yaptıklarınızı yapmaz. Sizi yalnızca beş gündür tanıyor olabilirim ama içten içe iyi bir insan olduğunuzu görebiliyorum.”
Tobias konuşmak için ağzını açsa da elimi kaldırdım. “Bu yüzden sizden kaçmayacağım.”
Odanın iki farklı ucunda, yaklaşık bir dakika boyunca tek kelime etmeden öylece durduk.
Tobias beni inceliyordu. Gözlerini önce yukarı, sonra aşağı, sonra tekrar yukarı çevirdi. Omuzları gevşerken yüzündeki kaş çatışın yok olmasıyla gülümsedi.
İçten gülümsemesi gözlerine ulaştığında âdeta tüm ofisi aydınlattı.
O anda neden daha sık gülümsemediğini sorguladım. Onu mutlu görmek temiz havanın ciğerlere hücum etmesi gibiydi.
Kısık bir sesle, “Beni çözdüğünü sanıyorsun,” dedi. “Değil mi?”
Gülümsemesi birden solarken ellerini ceplerinden çıkardı. Masasından kâğıdı ve USB belleği alarak kapıyı işaret etti.
“Haydi gidelim.”
Başımla onayladım. Ofisteki enerji okuyamayacağım kadar tuhaflaşmaya başlamıştı.
Eve gidip yatağıma kavuşmak istiyordum. Uyumak istiyordum.
Kalkıp kapıya doğru yürüyerek elimi kapının koluna attım.
Kapıyı açsam da daha dışarıya adımımı atamadan kapının tekrar itilerek kapatıldığını gördüm.
Arkamı döndüğüm anda tam arkamda duran Tobias’ın nefesinin yüzüme çarptığını hissettim. Nefesindeki nane ve viski aroması, tuhaf ama bir şekilde çekici bir kokuydu.
Bana dokunmasa da kişisel alanımdan uzaklaşmadan, “Peki benden şimdi korkuyor musun?” diye mırıldandı.
Korkmuyordum. Belki nefesim kesilmiş ve kafam karışmıştı ama korkmamıştım.
“Hayır,” diye cevap verdim.
“Neden?” diye fısıldadı. Sesinden, ondan korkmamı delicesine istediğini anlayabiliyordum.
Elimi yanağına götürme dürtüme direnerek gülümsedim.
“Çünkü sizin iyi bir insan olduğunuzu biliyorum,” diye usulca cevap verdim. “Çünkü insanları sırf saklamanız gereken bir şeyden uzak tutmak için korkuttuğunuzu biliyorum. Çünkü bana istemediğim hiçbir şey yapmayacağınızı biliyorum.”
Söylediklerimi özümseyen Tobias’ın bakışlarını yokladım. Üzgün ve yitik görünüyordu.
Sertçe yutkunduktan sonra gözlerini kaçırdı.
Geri çekilince aramıza biraz mesafe koyacağını düşünmeme rağmen elini kaldırıp yanağımı okşadı.
Tıpkı bir gün önce ağladığımda yaptığı gibi.
“Ne çok şey biliyorsun, Ruby,” diye fısıldadı.
“Ben acıyı gördüğümde anlarım, Tobias,” diye cevap verdim.
Adını söylediğimi duyunca dikkat kesildi.
Tekrar bana dönüp elini çeneme doğru kaydırdı. Gözlerimin içine dikkatle baktıktan sonra bakışlarını dudaklarıma yönlendirdi.
Beni öpmek istediğini yüzünden okuyabiliyor, ben de beni öpmesini istiyordum. Bunu istediğimi göstermek için başımı hafifçe salladım.
Bir saniye bile kaybetmedi. Boştaki eliyle belimi kavrayarak dudaklarıma yapıştı.
Daha önce hiç bu kadar saf bir yoğunluk deneyimlememiştim. Dürtülerimle hareket ederek onun dokunuşlarına karşılık verdim.
Başta biraz kasılsa da nihayet gevşedi. Dillerimiz birbirine değdiği anda beynimde havai fişekler patlamaya başladı.
Hüzünle dolu hayatımda ilk defa gerçek şehvetin nasıl hissettirdiğini tadarak usulca inledim.
Onu istiyordum.
Ama sonra geriye doğru bir adım atarak, sanki benden korkuyormuş gibi yüzüme baktı.
“Gel, seni evine bırakayım,” dedi.
“Peki…” diyerek kapıdan uzaklaştım.
Şaşkınlık içinde onunla ofisten çıkıp, dönüş yolu boyunca çıt çıkarmadım.
Soğuk ve sert görünüşünün ardına saklanmış Tobias tam bir bilmeceydi. Beni kısa bir süreliğine gerçek benliğine almış olsa da yine uzaklaştırmıştı.
Evimin önünde durup iç çekti.
“Taşınma işi için yarın birisi seni arayacak, Ruby.”
“Yarın mı?” diye şaşkınlıkla sordum.
“Ciddiydim. Burada kalmayacaksın,” diye cevap verdi.
“Ofiste patronum olabilirsin ama özel hayatımın patronu değilsin,” diye araya girdim.
“Haklısın,” diye cevap verdi. “Ama korkarım başka seçeneğin yok.”
“O nasıl oluyor… Efendim?”
Soğuk ve planlı bir tavırla, “Çünkü çalışanım olduğun için güvenliğini sağlamam gerekiyor. Eğer bunu yapamazsam, seni çalışanım olarak tutamam,” diye cevap verdi.
Bu sözlü savaşı kazanamayacağımı biliyordum.
“Beni resmen tehdit ediyorsunuz,” diye suçladım.
“Senin inadını kırdığı ve güvenliğini sağladığı sürece, bunu nasıl istiyorsan öyle adlandır. Mecburum.”
Arabanın kapısını açtım. Az önce ofiste yaşananlar ve onun verdiği tepkiden sonra ne diyeceğimi bilemiyordum.
Onunla tartışmak istemiyordum.
Bir de Ben’in yırtık dondan fırlamış olduğu gerçeği vardı. Bu durumu da göz önünde bulundurunca, taşınmak makul bir fikir gibi gelmeye başladı.
“Teşekkür ederim Bay Clarke,” diye cevap verdim. “O hâlde aramayı bekliyor olacağım.”
“Ben teşekkür ederim,” diye usulca cevap verdi. “Görüşürüz, Ruby.”
“Görüşürüz.”
Arabadan inip kapıyı kapattım. Neyse ki bu gece Bayan Ferris balkona çıkıp olmayacak laflar etmedi.
Tobias arabanın motorunu tekrar çalıştırırken ben de evime girdim.
Ertesi sabah Tobias’ın söylediği gibi bir telefon aldım.
Tobias, Worthington Şehir Apartmanları sitesine taşınmamı ayarlamıştı. İşe beş dakikalık yürüme mesafesinde, her türlü donanıma sahip ve sabah akşam güvenlikliydi.
Ev tamamen eşyalıydı, ki evimde bana ait tek şeyin rahatsız yatağım olduğunu düşününce bu büyük bir artıydı.
Nakliye şirketi öğleden sonra eşyalarımı almaya gelecekti ve öğlen ikide apartman yöneticisiyle girişte buluşacaktık.
Her şey oldukça hızlı geliştiğinden, bir açıdan sarsılmış hissediyordum.
Bir hafta öncesine kadar asgari ücretle çalışan bir ofis stajyeriydim ve gücümün yettiği tek yer olduğu için istemediğim bir evde yaşıyordum.
Ama sonra, herkesin yanlış tanıdığı ve bu yüzden onunla çalışmayı istemediği bir adamla çalışmayı kabul etmemle her şey değişmişti.
O bilmemi istese de istemese de saklamaya çalıştığı gerçeği görmüştüm.
Belki aptal addedilebilirdim ama âdeta büyüsüne kapılmış gibi onu daha da yakından tanımaya can atıyordum.