Mars Mejia
KARA
“Liam'ın döndüğüne hala inanamıyorum. Bu hafta sonu bunu kutlamak için bir şeyler yapmalıyız. Tıpkı eski günlerdeki gibi...” Layla sırıttı ve yapmamızı istediği olası bazı planlardan bahsetmeye başladı.
“Annem beni öldürmezse sanırım gelebilirim. Müdür, Jason'la olan olay hakkında çoktan onunla konuşmuştur. Gerçi, daha önce başım hiç belaya girmediğinden bu seferlik sadece basit bir uyarıyla paçayı kurtarabildim. Yine de bir özür mektubu yazmam gerekecek.”
Jason'a bir özür mektubu yazmak zorunda kalma düşüncesi bile içimi ürpertmeye yetmişti.
“Merak etme, annen bu haftasonu dışarı çıkmana izin vermezse Jess ve ben seni kaçırmak için bir plan düşünürüz.” Layla şeytani bir gülümseme takınarak cevapladı.
“Arkadaşım olduğun için çok mutluyum, ama şimdi cezaya gitmem gerekiyor.” Dudaklarım küçük bir somurtmaya dönüşmüştü.
“İyi olacak mısın?” Bana kaşlarını çatarak endişeli bir bakış attı.
“Merak etme, iyi olacağım. Yarın görüşürüz.” Yanından ayrıldım ve cezayı çekeceğim sınıfı aramaya başladım.
Daha önce hiç ceza almadığımdan ne yapacağıma dair hiçbir fikrim yoktu. Layla'nın da almadığını bildiğimden ona da bir şey soramamıştım.
10 dakika boyunca sınıfları aradıktan sonra, sonunda doğru sınıfı buldum.
Sınıfa girer girmez, “Geç kaldın,” diye tersledi öğretmen, suratıma donuk bir şekilde bakıyordu. Kalın yuvarlak gözlükleri, kemikli burnunun köprüsüne oturmuştu.
“Üzgünüm, kayboldum da,” diyerek utanç içinde mırıldandım.
Elbette, pislik Jason’ın orada durmuş, rahatsızlığıma bakarak haz duyuyor olduğunu da fark etmiştim. Jason, sınıfın arka tarafında oturuyordu ve birkaç öğrenci daha sınıfın başka köşelerine geçip oturmuşlardı.
“Otur,” diye tersledi öğretmen, oldukça huysuz bir tipe benziyordu. Görünüşe göre burada olmaktan nefret eden sadece biz değildik.
Jason'dan olabildiğince uzakta bir sıraya oturdum -maalesef bu yer, onun iki sıra solunda duran sıraydı- ve ödevimi çıkardım.
Tüm ödevlerimi zaten bitirmiştim, ancak şimdi ileri tarihli ödevlere başlayıp bitirmeyi düşünüyordum, böylece Netflix izlemek için daha fazla zamanım kalabilecekti.
Huysuz öğretmen her ne yapıyorsa onu yapmaya gitti ve ben de bir anlığına sınıfa göz gezdirdim.
Öğrencilerin çoğu sıkılmış ve kendi dünyalarında görünüyordu. Gözlerimi arka tarafa doğru kaydırdığımda bana bakan Jason’ı gördüm.
Gözlerimi devirdim ve ödevime geri döndüm.
Kafamın kenarına hafif bir cisim çarptı ve Jason'a sinirli bir şekilde baktım. Sanki beni kışkırtmak için buradaydıymış gibiydi.
Dişlerimi sıkıntıyla birbirine gıcırdattım ve ona orta parmağımı kaldırdım; kendimi çok da iyi hissetmemiştim, ama sinirim de tamamen geçmemişti.
Bu harektime göz kırparak karşılık vermişti. Kısa bir süre sonra Jason tekrardan bir kağıt parçası daha fırlattı ve dudaklarını hareket ettirerek bir şeyler söylemeye çalıştı. Oku .
Yavaşça, rulo yapılmış kağıdı açtım.
Ne zaman ve nerede? Yazan küçük sarı notunu okudum.
Neyden bahsettiğini anlamıyorum? Yazdım ve dikkat etmediği bir zamanda suratının tam ortasına fırlattım, bu da onu uyuz etmem için oldukça yeterli gelmişti.
Bildiğim kadarıyla, bana kaldırdığın o parmak seni becermemi istediğin anlamına geliyor. Ne zaman ve nerede yapmamı istersin? ;)
Cevabını okurken yüzüm kıpkırmızı olmuştu. Yazdığı bu not bile beni ıslatmaya yetmişti.
Tabii ki sapıklık yaptığının da farkındaydım. Ona bir bakış atmamla, sırasında sessizce kıkırdamasına sebep olmuştum. O pislikle bir saat boyunca burada oturup acı çekmek zorunda kalacaktım.
Beden dersinde neler olduğunu hatırlatmam gerekiyor mu?
Karaladım ve kâğıt parçasını ona geri fırlattım. Jason'ın yüzü benim cevabımı okurken soluklaştı ve notu yere fırlattı.
Gözlerim, eski ahşap kapının üzerinde asılı duran klasik saate takılmıştı.
55 dakika daha, sonrasında özgürdüm.
Sınıfın ortasında duran korkunç cadı olmasaydı muhtemelen Jason'ı yine tekmelerdim.
Ne kadar vahşi davrandığımı fark ettiğimde kaşlarımı çattım. Sanırım Jason, içimdeki Hulk'u ortaya çıkarıyordu.
“Geri döneceğim. Sakın kıpırdamayın,” dedi Bayan Ollie tükürürcesine ve sınıftan çıktı. Aman tanrım, ne kadar da sevecen bir kadındı böyle…
Kapıyı kapatır kapatmaz herkes oturduğu yerden ayağa kalkıp birbiriyle konuşmaya başladı.
Yapacak daha iyi bir işim yoktu, bu yüzden ödevimi iyi bir öğrenci gibi yapmaya devam edecektim.
“Merhaba, Bambi,” dedi Jason, yanıma gelmiş tepemde dikiliyordu.
“Bambi mi?” Neden benim için uygun gördüğü şey, bir animasyon karakteri ismiydi merak etmiştim. Durup ona anlamsız bir ifadeyle baktım.
“Evet, biliyorsun işte, o ceylandan bahsediyorum. Kocaman, kahverengi gözleri ve uzun bacakları var. Ama hiç de sevimli bir ceylan değil,” dedi ve düşünüyormuş gibi yaptı. Bu diyaloğun nereye gideceğini anlamak imkansızdı, nitekim de son söylediği şey yüzünden ağzım şaşkınlıkla aralanmıştı, “Çok seksisin Kara.”
İkinci yorum yüzümü, eşi benzeri görülmemiş bir kırmızılığa bulamıştı. Yanaklarımı, ellerimle kapatmaya çalıştım ama tabii ki fark edilmemesi imkansızdı.
“Kızarıyor musun sen?” diye sordu Jason, yanımdaki boş sandalyeye otururken, “Ne kadar da sevimli,” diye ekledi, mavi gözleri keyifle parlıyordu.
Onun önünde kızarmış olduğum gerçeğine küfretmiştim. Özellikle de bunun arkasındaki sebebin kendisinden kaynaklandığını bilmesine izin verdiğim için.
“Git buradan.” Pembe yanaklarımı gizleme umuduyla ödevime geri döndüm.
“Hayır,” diye cevap verdi Jason ve sandalyesine rahatça yaslandı. Ağabeyimle seks hayatım hakkında konuşmak daha az rahatsız edici bir senaryo olurdu sanırım. Aptal ve donuk bir suratla orada oturmuş, gözlerini benden ayırmıyordu
“Kes şunu,” derken sonunda gülmemi tutamamıştım. Kıkırdarken kurşun kalemle kafasına vurdum. Jason başını ovuşturarak öne eğildi ve bana o tatlı sırıtışını gösterdi.
“Saldırgan kadınları severim.” Flörtöz yorumlarını görmezden gelmeye çalışıyordum. “Yani, dokunmak istediğini biliyorum zaten…” Bu sefer de koluna bir tane geçirmeme sebep olmuştu. O vurma anımda bile kol kaslarını fark etmiştim.
“O cümlenin devamını getirmeyi düşünme bile,” dedim ve ona baktığımda yaramaz bir sırıtışla karşılaştım.
“Pendejo,” diye mırıldandım.
“Ne?” Jason anlamayarak kaşını kaldırmıştı.
“Hiçbir şey,” diye cevap verdim ve üçüncü kez ödevime geri dönmeye çalıştım. Bunu şu an bitirmem gerekiyordu, çünkü eğer eve bırakırsam kesinlikle yapmayacaktım.
Jason kafasını onaylayarak salladı, “Ah doğru evet. Jason Kade’in çok seksi olduğunu söylediğini duyduğuma emindim zaten,” dediğinde, elimle kalçasını sıkıştırdım ve yerinden sıçramasına sebep oldum.
Yapmamam gerektiğini biliyordum ama onunla biraz oynamak istemiştim. Bu işte oldukça iyiydim.
Elimi kalçasının ortasına doğru yaklaştırdım. Jason bir anda sessizliğe bürünmüştü. Elim, yavaşça penisine yaklaştıkça derinleşen gözlerine bakmaya devam ettim.
“N-ne yapıyorsun?” diyen Jason'ın sesi, artık oldukça boğuk çıkıyordu.
Sırıttım, ellerimin altındaki kıvrımlı yapının keyfini sürüyordum. Onu şu an burada emmeyi ne kadar istesem de kendime bunun sadece küçük bir şaka olduğunu hatırlattım.
“Haklısın,” diye fısıldadım, “Çok seksisin. Keşke şu an bu odada sadece ikimiz olsaydık da, penisini dudaklarıma tattırabilseydim.”
Kelimeler ağzımdan çıkarken Jason'ın gözleri büyümüştü. Ellerim, onun sertleşmiş penisinden birkaç santim uzaktaydı ve tam onu ovmaya başlamak üzereyken elimi hızlıca geri çektim.
Jason sıkıntı içinde inledi.
“Neden bunu yapıyorsun?” Jason adeta tıslıyordu.
“Peki sen neden beni sürekli olarak rahatsız ediyorsun?” Ukala bir tonda karşılık verdim.
“Çünkü tepkilerin beni eğlendiriyor,” dedi Jason. Gözlerini dudaklarımdan göğüslerime kadar takip ettirirken sırıtışını yakalayabilmiştim.
“Yazık sana,” derken gözlerimi hafifçe kıstım ve ona küçük bir gülümseme attım.
Sınıftaki diğer öğrenciler dönüp dönüp bize bakıyorlardı. En gürültülü ekibin biz olduğumuzun farkına varamamıştım.
Aksi öğretmen, 10 dakika sonra sınıfa geri geldi, “Hepiniz uyumlu olduğunuz için erken ayrılabilirsiniz,” dedi. Bizimle göz kontağı bile kurmadan hızlıca sınıftan kovmuştu.
Tüm bu süre boyunca bize dikkat etmediği gerçeğini tamamen görmezden gelerek oturduğum yerden fırladım.
Jason beni okul koridorunda takip etti. Onu görmezden geldim ve kayıp bir köpek yavrusu gibi arkamdan gelmesini dinleyerek çıkışa doğru yürüdüm.
Koridor karanlıktı ve ayak seslerimiz duvarlardan yankılanıyordu. Her on beş saniyede bir çakan şimşeği duyduğumda adımlarımı hızlandırdım ama sonra eve kadar yürümek zorunda olduğum detayını hatırladım.
Kapıya uzandım ve yağan yağmura bakarken durdum.
“Arabaya ihtiyacın var mı?” Jason anahtarlarını gözümün önünde sallıyordu. Gururum, bu teklifi kabul etmeme izin vermiyordu.
“Hayır, teşekkürler,” dedim ve önüme döndüm, yersiz bir reaksiyon vermekten çekinmiştim.
Isınmak için ceketimi üstüme geçirdim. Dışarı bakmak beni ürpertiyordu. Meme uçlarımın sertleştiğini hissedebiliyordum ama soğuk yüzünden mi yoksa Jason yüzünden mi olduğunu anlayabilmek zordu.
“Emin misin?” Jason kaşını kaldırdı. Önümde iki seçenek vardı, ya ıslak ve soğuk havada eve yürüyüp üşütecektim ya da kalkıp Jason'la beraber arabasına binecektim.
“Araban nerede?” diyerek mırıldandım. Jason, siyah kompakt arabasını gösterirken sırıtıyordu. Parlak görünüşlü arabaya bakarken kaşlarım yükseldi.
“Vay canına.” Ona bakarken gözlerim büyümüştü. Arabalar konusunda neredeyse hiçbir şey bilmediğimi düşünürsek, oldukça yeni bir modele benziyordu.
Ayrıca, muhtemelen herhangi bir araba, kendime ait bir arabam olmadığı sürece bana vay be dedirtmeye devam edecekti.
“O benim bebeğim,” dedikten sonra Jason, hızlıca süveterinin kapüşonunu başına çekti ve yağmurun altında arabaya doğru koşmaya başladı.
Sağanak yağmur, saçlarımı ve kıyafetlerimi sırılsıklam ederken onu takip etmeye devam ettim. Kapı kolunu açmak için çektim ve açılmayınca da homurdandım. Jason'ın boğuk gülüşünü, gök gürlemelerinin arasından bile duyabilmiştim.
“Ciddi olamazsın, değil mii? Haydi aç şunu!” Şiddetli yağmur yüzünden daha da çok bağırmak zorunda kalmıştım. Jason kilit açma düğmesine basarken sırıtıyordu. Arabanın kilidini açar açmaz kendimi içeri attım ve kapıyı kapatarak, yağmuru dışarıda hapsettim.
Ona evimi tarif ederken arabasının içini inceliyordum. Yumuşak deri koltuk rahatlamamı sağlamıştı. Şimşekler, karanlık gökyüzünde gürlediklerin koltukta sıçramama neden oldular.
Yağmurlu havaları çok seviyordum, ama fırtınalı havalar beni korkutmak için yeterliydi.
“Birileri baya korktu sanırım?” Jason arabayı çalıştırırken benimle dalga geçmeyi ihmal etmemişti.
Sataşmasını görmezden geldim ve Jason sürmeye devam ederken sessizliğimi bozmadım. Saat daha beş civarıydı ve fırtınanın gökyüzündeki karanlık hali, sanki gece saat dokuzmuş gibi hissettiriyordu.
Pencereden dışarı baktığımda her bir gök gürültüsüyle şimşek çakması arasındaki saniyeleri saydım. Fırtına, her ne kadar beni dehşete düşürse de bir o kadar da büyülemeyi başarıyordu.
Doğa Ana hem çok güzel ve oldukça korkutucuydu.
Bir anda Jason'ın elini bacağımın üzerine koyması, vücuduma sürpriz bir sarsıntı göndermesiyle sonuçlanmıştı.
Gözlerim, yüzüne doğru dönmüştü.
Dümdüz bir şekilde karşıya bakıyordu, elini ısınan vajinamda gezdirirken bana bakmıyordu bile.
Sarı saç telleri alnına düşmüştü ve keskin hatlı çenesinin kasıldığını görebiliyordum.
Uzun parmakları külodumun içine doğru ilerlerken, klitorisim heyecandan zonklamaya başlamıştı. Onu durdurmam gerektiğini biliyordum ama bir yanım bunu yapmak da istemiyordu. Onu engelleyemeyecek kadar arzu doluydum.
Hassas noktama bastırdığında ağzımdan küçük bir inilti çıktı. Vajinam kasılmıştı ve bacaklarımın arasındaki ıslaklık gitgide birikiyordu.
“Siktir,” dedim, parmaklarını ince kasıklarımda dolaştırırken inledim. O kadar yavaş gezdiriyordu ki, beklemek neredeyse acı verici bir hal almıştı. Daha fazlasını istiyordum.
Birden “Geldik,” dedi ve arabasını park ederken mavi gözlerini bana çevirdi. Kalbim, göğsümden fırlayacak gibiydi. Jason gözleriyle bacaklarımın arasından aşağı doğru beni süzerken yüzüm kızarmıştı.
Fırtına biraz dinmişti ama hala yağmur yağıyordu. Arabayı yavaşlatıp evimin hemen dışındaki kaldırıma park etti. Evin parlak kırmızı duvarları karanlık gökyüzüne rağmen göze çarpmayı başarıyordu.
“Yolculuk için teşekkürler,” dedim, çabucak ona teşekkür ettim ve arabadan fırladım. Keşke farklı bir şeye daha binebilmiş olsaydım.
“Yarın görüşürüz,” dedi Jason, camdan kafasını çıkartıp bana gülümsemişti.
Eve doğru koşup zar zor kendimi içeri attığımda evin neredeyse tüm ışıklarının açık olduğunu fark ettim.
Islak ceketimi portmantoya astım ve çizmelerimi çıkardım. Evde birileri var gibiydi.
Duyduğum seslere odaklandım ve geldiği yönü takip etmeye başladım.
İlk karşıma çıkan kişi annemdi. Yoksa Charlie ile mi konuşuyordu? Kafamı uzattığımda abimin, mutfağın ortasında durduğunu gördüm. Birden coşku içinde bir sevinç çığlığı attım.
İkisi de kafasını bana doğru çevirdiler, Charlie'nin yüzü beni görünce aydınlanmıştı.
“Kara!” Ağabeyim, kollarını açarak beni kocaman bir şekilde kucakladı. Gözlerimden yaşlar akıyordu. Sevinçten az kalsın ağabeyimin kollarında bayılacaktım.
Kardeşim sonunda evine dönmüştü. Ona olan özlemim artık bambaşka bir boyuta evrilmişti doğrusu. Geri çekildim ve ona tekrar baktım, bu inanılmazdı. Üstelik annem de bu gece sarhoş gibi gözükmüyordu.
“Burada ne yapıyorsun?” Cheshire kedisi gibi sırıtarak sordum.
“Finallerimi geçtim, bu yüzden güz dönemini iptal edip eve dönmeye karar verdim. Ekim ayındayız biliyorum, ama buraya gelmeden önce işleri yoluna koymuştum,” dedi Charlie ve ekledi, “Size güzel bir sürpriz yapmak istedim.”
Charlie elleriyle yüzümü kavradı ve yanağıma düşen bir damla gözyaşını baş parmağıyla sildi.
O benim en iyi arkadaşımdı ve o gittiğinde resmen bir parçam da onunla birlikte gitmişti. Aramızda herkesi imrendirecek, inanılmaz bir kardeş bağı vardı.
Bu, hiç kavga etmediğimiz anlamına gelmiyordu elbette, ama birbirimizi o kadar iyi tanıyorduk ki aramızda çok sık tartışma çıkmıyordu.
Kardeşim geri adım attı ve kahverengi gözleriyle beni inceledi.
“Çok büyümüşsün. Son senen nasıl gidiyor? Erkek arkadaşın var mı? Eğer varsa onunla tanışmak istiyorum. Eğer işleri batırırsa onun canına okuyacağımı da bilmesi gerekiyor.” Charlie soru bombardımanına başlamıştı bile.
“Charlie kes şunu!” Bir anda koruyucu kardeş rolüne bürünmesine sesli bir kahkaha atmıştım.
“Erkek arkadaşım yok ve de düşünmüyorum,” dedim, Charlie cevabımdan oldukça memnun olmuş gibi görünüyordu ve bir sonraki konuya geçti.
“Liam'ın da döndüğünü biliyor muydun?” dedi Charlie sırıtarak, başımla onaylayarak bildiğimi söyledim.
İkisinin de dönmesi harika bir haberdi. Hayat aniden olumlu bir hal almıştı ve çok daha iyi olacağını hissediyordum.
Liam va Charlie etraftayken eğlence ve şamata bitmek bilmezdi.
Saçını sıkı bir topuzla başında toplamış olan annemin üzerinde gündelik güzel bir kıyafet vardı. Doğrusu bu, alışılmışın dışında bir durumdu.
“Yemek yaptım, Kara,” dedi annem. Charlie’nin eve gelmesiyle sürprizler bitmek bilmiyordu. Annemi çok uzun zamandır bu ses tonunda duymamıştım. Zar zor anlaşılabilir olan monoton hakaretlerinden eser kalmamıştı.
Charlie geldiğinden beri kendine çekidüzen vermiş olduğunu görmek, içimde tatlı acı bir duygu uyandırmıştı. Acı olan tarafı ise, benim için hiç bu kadar çabalamıyor olmasıydı.
“Açlıktan ölüyorum,” Charlie içeri dalıp ahşap mutfak masamızı kaplayan yiyeceklere saldırmaya başladı. Ağzının kenarları sos kaplı olan aç kardeşime bakıp güldüm.
“Gerçekten yorgunum ve bitirmem gereken ödevler var,” dedim, Jason sağolsun onları bitirememiştim. Aslında, Jason’ın da yarım bıraktığı bazı şeyler vardı, değil mi?
“Ödevler bittikten sonra yanınıza inerim,” dedim ve üst kattaki odama çıktım.
Kapıyı kapattıktan sonra yatağa doğru zıpladım. Kendimi boşaltmamın zamanı gelmişti.