
İngilizce sözlükte damarlarımda akan öfkenin miktarını belirtmeye yetecek kelime yoktu. Marcus’un onu dışarı sürüklediğini gördüğümde kan beynime sıçradı.
Nasıl bu kadar aptal olabilmiştim? Açıkça yardıma muhtaç görünüyordu, yine de Marcus’un tuhaf hareketleri üzerine durup düşünmemiştim. Tam çocuklar çıkmaya karar vermişti ki yardım çığlığı atan bir kadın duydum.
Sesindeki acıyla korku kalbimi parçalarken, buz gibi kesilen vücudumu korku kapladı. Her nasılsa bu sesin Sienna’nın olduğunu ve ona yardım etmemi istediğini biliyordum.
Cole’u adamlarla ilgilenmesi için arkamda bırakarak olabildiğince hızla ara sokağa koştum. Sokağın girişinde gördüğüm manzara karşısında küplere bindim. Bu herif kim olduğunu sanıyordu?
Kadınıma dokunduğunu düşünmek bile beni çılgına çevirirken, içimdeki canavar kontrolü ele geçirince onlara doğru koşup sapığı ondan uzaklaştırdım.
Marcus’u hiç düşünmeden yumruklamaya başladım. O artık ölü bir adamdı. Kimse benim olana zarar verip bundan paçayı kurtaramazdı.
Onu durmaksızın yumruklasam da yetmiyordu. İçimdeki iblis kan istiyordu. Yalnızca öldüğü zaman içimin soğuyacağını biliyordum.
Onu sadece kendi tatminim için değil, dokunmaya kalkıştığı minyon kadın için de öldürecektim. Böyle pislikler toplum içinde elini kolunu sallayarak dolaşamazdı, buna izin veremezdim.
Bu dünyadaki insanlar birbirleri için yeterince hayal kırıklığı olmuştu. Bu yüzden ihtiyaç duyanlara sırt çeviren diğer canilerden olmayacaktım.
“Benim olana dokunabileceğini ve bundan paçayı öylece sıyırabileceğini mi sanıyorsun? Sen artık ölü bir adamsın, Filton.”
Girişe yanaşan arabanın sesiyle kendime geldim. Cole dövdüğüm adamın kim olduğunu anlayıp adamlarına arabayı getirmelerini emretmiş olmalıydı.
Dört adamımın Marcus’u arabanın bagajına sürükleyişini izledim. Onun icabına sonra bakacaktım.
Arkamı döndüğümde Sienna’nın ayağa kalktığını görsem de titreyen bacakları ve bulanık bakışlarıyla pek dengeli durmuyordu. Büyük ihtimalle bayılacaktı ama yakınlarında olduğum müddetçe düşmesine asla izin vermeyecektim.
Onu ürkütmek istemediğimden ona doğru ilk adımımı yavaş atsam da ikinci adımımı atamadan dizlerinin bağının çözüldüğünü gördüm.
Onu yere düşmeden hızlıca yakaladım. Ellerimi refleks olarak beline doladım. Ona böylesi yakın olmak tamamlanmış hissettiriyordu. Ben yanındayken güvende olduğunu bildiğim için bu yakınlık bedenimi rahatlatmıştı.
Bu gece, bu kahverengi saçlı tanrıçayla aramdaki bağın algılayabileceğimin çok daha fazlası olduğunu doğrular nitelikteydi. O benim olmalıydı. O dünyadaki ışıltı, masumiyet ve saflıktı; benim olmadığım her şeydi.
Onun gibilerin ne pahasına olursa olsun korunması gerekiyordu ve onu koruyacak kişi ben olacaktım.
“İyi misin Sienna-Rose?” Bunun aptalca bir soru olduğunu biliyordum. Yaşadıklarından sonra iyi olmadığı açıktı.
Önce adamlarından biri ona sulandı, sonra da o it onu köşeye sıkıştırarak durumundan faydalanmaya çalıştı.
Anton’un ona nasıl dokunduğunu ve davrandığını düşünmek bile beni adamlarımla ilgili hayal kırıklığına uğratıyordu.
Tek kuralım kadınlara, özellikle de Sienna gibi masum kadınlara saygı duymaktı ve o bu kuralı gözlerimin önünde çiğnemişti. Daha iyi bir rol model olup Anton çizgiyi aştığı anda devreye girmem gerektiği için suçun bir kısmı bendeydi.
Anton’a karşı kendini nasıl savunduğunu görmek, benim yaşam tarzımı idare edebilecek kadar güçlü olup olmadığını belirleyeceği için bencil bir yanım durumu nasıl kotaracağını görmek istiyordu.
Başını onaylarcasına sallasa da ona inanmadım. Böylesi bir günden sonra herhangi birinin iyi olması mümkün değildi.
“Ben Damien Black. Kafede karşılaşmıştık. Ayrıca VIP odasında bana ve adamlarıma servis yaptın.”
Tanışmamızdan önce yaşadıklarımızı düşündükçe öfkem şiddetleniyordu. Gözlerinin ucuyla bana baksa da yüzüme hâlâ tam olarak bakmamıştı.
“Sen Sophie’nin yeğenisin, değil mi? Bana senden biraz bahsetti ama sen de belli ki kendi araştırmanı yapmışsın. Bana sadece Rose değil, Sienna-Rose dedin ve hafızam beni yanıltmıyorsa sana bu sabah adımı söylemedim.”
Benimle konuşurken gergindi. Gerçekte kim olduğumu ve Mafya dünyasındaki rolümü biliyor olabilirdi ama bilseydi çoktan kaçmaya çalışacağını düşündüm.
Söyledikleri beni biraz şaşırtsa da kısa bir süre sonra hafifçe gülümsedim. Onun da benimle ilgili sorular sorduğunu öğrenince kalbimde bir umut ışığı belirdi. O da bu eşsiz bağı hissediyor olabilirdi.
“Eh, bu senin adın değil mi? Neden tam adını kullanmadığını anlamadım melek. İsmin çok güzel, sana çok yakışıyor.”
Yüzü kıpkırmızı kesildi. Onunla karşılaşana kadar hayatım boyunca bir başkasından hiç bu kadar etkilenmemiştim. Onunla tanışmamın üzerinden bir gün bile geçmemesine rağmen, şimdiden tüm düşüncelerimi ve arzularımı ele geçirmişti.
Artık gözüm yalnızca onu görüyordu; tek amacım onun güvende olduğundan ve korunduğundan emin olmaktı, artık beni bu yoldan Tanrı gelse caydıramazdı.
Başını hafifçe eğmesiyle Doğa Ana’yı bile utandırabilecek soluk yeşil gözlerini gördüğümde güzelliğine yalnızca kısa bir süre kapılabildim, çünkü sol yanağında koyulaşan kırmızı iz zaman geçtikçe yayılmaya devam ediyordu.
O şerefsiz ona yumruk atmıştı. Yardım istemeye o zaman başlamış olmalıydı.
Hem kızmış hem de hayal kırıklığına uğramıştım. En başta onu böyle bir duruma düşürmemem gerektiğinden kızgındım ve onu Marcus’un ızdırabından kurtarmak için yeterince hızlı olamadığım konusunda da hayal kırıklığına uğramıştım.
Birine bu denli derinden bağlı hissedip de böyle olayların yaşanmasını engelleyememenin ne anlamı vardı?
Ben yanındayken bir daha asla böyle bir şey yaşamayacağına dair içimden kendi kendime yemin ettim. O gelişirken yanında duracak ve ihtiyaç duyduğu destek her zaman ben olacaktım.
Onun zihniyle ruhuna musallat olabilecek her türlü şeytanla mücadele edeceğime, hayattaki tüm güzellikleri hak ettiğine ve hayatta olduğum sürece bu gezegendeki hiçbir şeyin ona bir daha bu kadar acı çektiremeyeceğine dair kendime yemin ettim.
O pislikten kurtulmak için elinden geleni yaptığı için kötü hissetmesini gerektirecek hiçbir şey yoktu. Kızarıklığı daha iyi görebilmek için başını biraz daha yukarı kaldırdığım anda öfke içimi yaktı.
Farkında olmadan yüzünü okşamaya başladım. Yanımda ve güvende olduğunu bilmem gerekiyordu, kendimi sakinleştirmek için belli ki bunu yapmaya ihtiyacım vardı.
Hastaneye gitmemizi gerektirebilecek ciddi bir şey olup olmadığına bakmak için vücudunu inceledim.
Karnında büyük bir morluk ve sırtına doğru yanlarda sıyrık izleri vardı, sırtını duvara yaslama şeklinden sıyrıkların sırtının her yerinde olduğunu anlayabiliyordum.
Güzelliğine bakmaktan kendimi alamasam da bu sefer Sienna’nın hamle yapmasıyla bir kez daha birbirimizden uzaklaştık.
“Beni kurtardığın için teşekkür ederim, Damien.” Dudaklarından ismimin döküldüğünü duyunca tepeden tırnağa ürperdim.
Üzerimde yarattığı etkiye ve bedenimin verdiği tepkiye bayılmıştım; sanki ruhum kayıp parçasını, nihai evini bulmuş gibiydi.
Ona yaklaştığımda onun da aynı yoğun karıncalanmayla ürpertiyi hissedip hissetmediğini ya da beni gördüğünde kalbinin daha hızlı atıp atmadığını merak etmekten kendimi alamıyordum.
Onu gördüğümde sanki her şey kayboluyor, önem arz eden tek şey bu hisler ve onları ne kadar hızla kucaklayabileceğim oluyordu.
Bir şey değil dercesine başımı hafifçe salladım.
“Eşyalarımı alıp eve gitsem iyi olacak. Tekrar teşekkür ederim.” Benden uzaklaşıp kulübün arka girişine doğru ilerlemeye başladı.
Tekrar gitmesine izin versem de onu tekrar göreceğimi adım gibi biliyordum. İçimden bir ses bu karşılaşmanın çok yakında olacağını söylüyordu.
Cole’un yanına döndüğümde arabamı kulübün önüne çektiğini gördüm.
“İyi misin dostum?” Olaydan bahsettiğini bilsem de dürüst olmak gerekirse o it elime geçirmek için sabırsızlanıyordum.
Şu anda Sienna dışında beni sakinleştirebilecek tek şey buydu ama o henüz benim olmadığı için bile yeteri kadar sinirliydim.
Bu kadın beni tamamen kendine hapsetmiş ve henüz farkına bile varmamıştı.
“Evet, sadece eve dönüp Filton’la özel olarak ilgilenmek istiyorum, uzun bir gün oldu.” Caddede ilerlemeye başlamıştım ki kulübün ana girişinden çıkan minyon figürü fark ettim.
Yakınına yanaştıkça arabayı onun yürüyüş temposuna ayak uyduracak kadar yavaşlattım. Cole camını indirince Sienna’yla konuşmak için ona seslenebildim.
“Seni eve bırakmamı ister misin melek?”
“Otobüse bineceğim, gerek yok.” Buna hayatta izin veremezdim.
Yaşadıklarından sonra, gecenin bu saatinde başına her şeyin gelebileceği otobüsü beklemek yerine eve bırakılmayı hak ediyordu.
Arabayı durdurup Cole’a döndüm. “Arkaya geç.” Başını kısaca salladıktan sonra arkaya geçti.
“Arabaya bin melek, seni eve bırakacağım. Geçirdiğin geceden sonra otobüse binmenin akıllıca bir fikir olduğunu sanmıyorum.” Sienna’ya hayır cevabını kabul etmeyeceğimi gösteren bir bakış attım. Bunun üzerine biraz önce Cole’un oturduğu yolcu koltuğuna geçti.
Bana adresini tarif etti. Ona adresini ezbere bildiğimi söyleyecek hâlim yoktu, bu yüzden gerginliğini yatıştırmak için ona güven verici bir gülümseme atarak yola koyuldum.
Durmaksızın bacağını sallıyordu. Korkmuş muydu yoksa gergin miydi emin değildim, ikisi de olabilirdi.
Kısa süre sonra lafa giren Cole sessizliği bozdu.
“Madem beni takdim etmeyeceksin, ben takdim edeyim. Merhaba, ben Cole, bu göt herifin en yakın arkadaşıyım. VIP odasında yaptığın gösterinin müthiş olduğunu söylemek istedim. Bunu yapmayı nereden öğrendin?”
Anton’a kulüpte ağzının payını verdiğinden beri aklımı kurcalayan ve cevabını aradığım soruyu sorduğunda sohbete kulak kesildim.
“Çok sık başıma geliyor. Her gün en az elli erkeğe ve bazen de bazı kadınlara kendilerine hâkim olmalarını söylemek zorunda kalıyorum. Kendimi sanırım zaman içinde, pratik sayesinde geliştirdim.”
Nedense o bunu söylediğinde aklıma karısıyla çocukları olan kart adamlar geldi.
Meleğimin güzel olduğunu zaten biliyordum ama rızası olmadan ona sürekli dokunulması beni mahvediyordu. Bunun üzerine direksiyonu öyle sıkı kavradım ki parmak eklemlerim bembeyaz oldu.
Cevabından sonra kimsenin ağzını bıçak açmasa da huzurlu bir sessizlik oldu. Yine de rahat olduğundan emin olmak için Sienna’yı göz ucuyla kontrol etmeye devam ettim. Benim yanımda gergin ve huzursuz olması isteyeceğim son şeydi.
Onun sokağına girince arabayı evin önüne çektim. Makul büyüklükte bir evdi ve dosyasından hatırladığım kadarıyla beş kardeşi daha vardı. Muhtemelen hepsi için yeterli alan yoktu ama bir şekilde idare ediyorlardı.
“Bıraktığın için teşekkür ederim. Bu gece benim için yaptıklarına minnettarım.”
Sienna’nın ön verandaya gidişini izledim. Başına gelen onca şeye rağmen çoğu kadının kıskanacağı bir zarafetle yürümeyi başarıyordu.
Onun içeri girmesini bekledikten sonra evin bodrumunda beni bekleyen işimi halletmek üzere evin yolunu tuttum.
Sienna’nın evinden çete evine kırk dakikada geçtim. Yol boyunca arabaya sessizlik hâkimdi. Sessizlik sayesinde kafamı toplama ve vardığımda Filton’a tam olarak ne yapacağımı planlama şansım oldu.
Arabamı her zamanki yerine park ettikten sonra evin bodrumuna doğru ilerledim. Londra Mafyasının neredeyse yarısı yaşadığından, çete evi nispeten büyük bir evdi.
Müthiş bir testosteron miktarı olduğundan, baskın erkek toplulukları güçlerini ortaya koyma ihtiyacı hissettiğinde geniş bir alana ihtiyaç duyulurdu.
Bodruma attığım ilk adımda parçalamak istediğim adamın acı çığlığını duydum.
“Yeter bağırdığın Filton, bunu kendine sen yaptın.” Son birkaç merdiveni de inip ışığa doğru ilerledim.
Marcus sandalyeye tellerinde asidik eğilimli jiletler bulunan özel halatlarımızla bağlanmıştı.
Bu halatı pek sık kullanmaz, Filton vakasında olduğu gibi özel durumlar için saklardık.
“Diablo, onun sana ait olduğunu bilmiyordum.” Dudaklarımdan dökülen ve odadaki herkesi şok eden kıkırdamaya engel olamadım. Genel olarak kadınlara böyle bir şey yapmanın normal olduğunu düşünüyorsa, bu herifte bir sorun olmalıydı.
“Zaten mesele de bundan ibaret, değil mi Filton? Kibrin bir kez daha başını büyük bir belaya soktu. Bu sefer senden kurtulmalıyım. Bence dünyaya bir iyilik yapmış oluruz. Şehrimde elini kolunu sallayarak gezen bir sapık daha eksilmiş olur.”
Parmaklarımı şıklatmamla derinin tanıdık hissini avucumda hissedince, emektar iğne uçlu bıçağımın emrime amade hâlde elimde durduğunu gördüm.
“Yemin ederim bilmiyordum. O sana ait olduğunu biliyor mu? Ben boynunun her yerini öperken sana aldırış etmiyormuş gibi görünüyordu.”
Ona yaptıklarından bahsederek kendine hiç yardımcı olmuyordu. Bir kez daha dünyanın tanıdığı o merhametsiz ve meleği olmadan şeytana dönüşmekte hiçbir sakınca görmeyen Diablo’ya dönüştüğümü hissedebiliyordum.
Hiç tereddüt etmeden kolumu savurup bıçağı baldırının üst kısmına sapladım.
Bıçağı güzelce kavrayıp yarayı derinleştirmek için baldırındaki bıçağı döndürmeye başlayarak, kesebildiğim kadar çok atardamarla tendonu kestim. Bu pisliğin de kraliçem kadar acı çekmesini istiyordum.
Kraliçeme ömür gibi gelen o dakikalarda hissettirdiği korkuyla acıyı onun da tatmasını istiyordum.
“Aslında…” Daha da büyük ve korkutucu görünmek için ona doğru iki adım daha attım. “İşleri basit tutacaktım, gelip sana biraz işkence ettikten sonra seni öldürecektim ama ne düşünüyorum biliyor musun?”
O anki korkusundan boğazının düğümlendiğini biliyordum.
“Seni henüz öldürmeyeceğim. Önce sana güzelce acı çektireceğim. Gözlerinde tıpkı onunki gibi pes etmişlik görene ve ölmek için bana yalvarana kadar bekleyecek, o zaman bile isteğini yapmayacağım.”
“Ne zaman ki onun çektiği acıyı ve yaşadığı işkencenin aynısını tattığını düşünürsem, işte o zaman sana ölümün tatlı huzurunu vereceğim.”
Kocaman gözleri solgundu. Adamlarıma gelmesini işaret ettim. “İstediğinizi yapın, sadece onu öldürmeyin.” Kurbanın çığlıklarını dinleyerek oradan uzaklaştım.
En üst kata çıkıp doğrudan ofise geçtiğimde saatin sabah yedi olduğunu ve uykusuz bir gece daha geçirdiğimi fark ettim. Yine uzun bir gün olacaktı ama sürprizlerle karşılaşmamak için yapmam gerekenler beni bekliyordu.
Kulüp için yeni bir işletmeci ve Black Endüstri’nin mali durumunu takip edecek birini bulmam gerekiyordu.
Tam günlük işlerime koyulmak için dizüstü bilgisayarımı açtığımda telefonum çalmaya başladı.
Yanıp sönen ekranda Sophie’nin aradığını görünce, bu sabah da başka bir şeyden şikâyet edeceğini bildiğim için neredeyse telefonu meşgule atacaktım. Bu tahminime rağmen telefonu açtım.
“Damien, bir sorunumuz var, hemen kafeye gelmelisin.” Sophie’nin üzüntü ve endişe dolu sesinden ağlamasına ramak kaldığını anlayabiliyordum.
“Neden? Başına bir şey mi geldi?” Teyzemin tehlikede olduğu düşüncesi aklıma geldiği anda bile gitmeye hazırdım.
“Hayır, ben iyiyim ama…” Söyledikleri odada yankılanırken, söyleyeceklerine karşı kendimi hazırladım. “Sienna çok kötü yaralanmış. Nefes aldığını sanmıyorum.” Sophie bunun üzerine delicesine ağlamaya başladı.
Ben ise uyumuş vaziyetteydim. Kafenin önünde durup Sophie’nin adını bağırana kadar arabama ne ara bindiğimi bile hatırlamıyordum.
“Sophie Teyze! Neredesin?” Tam da bağ kurabileceğim tek kişiyi bulmuşken, hayat onu tanımama fırsat vermeden elimden almaya kalktığı için kalbim tekliyordu.
“Buradayım, Damien.” Çatallı sesinden bir süredir ağladığı belli oluyordu.
Hiç vakit kaybetmeden teyzemin ağlama sesini takip ederek arka tarafa koştum. Köşeyi döndüğümde kalbimin durduğunu hissettim.
İşte oradaydı. Sophie başını kucağına yaslamış, karnındaki birden fazla bıçak yarasına baskı uyguluyordu.
Kalbim sıkışırken gözlerimin dolduğunu hissedebiliyordum. Her yerinde morluklar ve kesikler vardı, ayrıca kolunun garip duruşuna bakılırsa birkaç kaburgası da kırılmış olmalıydı.
Üzerinde hâlâ kulüp üniforması olduğundan vücudundaki her yarayı net olarak görebiliyordum. Etrafı bir süredir orada öylece yattığını gösteren kendi kanından oluşan bir havuzla çevriliydi.
Anında harekete geçtim.
Büyük adımlarla Sienna’nın yanına gidip nabzını kontrol ettim. Nabzı atsa da çok zayıftı, bu da fazla zamanı kalmadığını gösteriyordu.
Açık yaralarına dikkat edip daha da kötüleşmelerini önlemeye çalışarak onu kucağıma aldım ve onu arabamın arkasına yavaşça yerleştirdikten sonra Sophie yanına oturarak tekrar yaralarına baskı uygulamaya koyuldu.
Gaza basarken arabaların arasından sıyrılıp yolculuktan mümkün olduğunca zaman kazanmaya çalışarak her zamankinden hızlı gidiyordum. Daha zamanımız dolmamıştı, hiçbir yere gidemezdi.
Yarım saatlik yolu on dakikada gelmiştik. Motoru durdurmaya tenezzül bile etmeden arabadan atlayıp meleğimi kucağıma aldım. Oldukça yıpranmış ve bitap görünüyordu.
Onca insan varken neden o? Derin yaralarından kıpkırmızı kanı sızarken, yoğun bir acı içinde olduğunu bildiğimden vücudunu fazla sarsmadan koşabildiğim kadar hızlı koştum.
Mafya’nın hastane kanadının kapısını açıp doğruca özel süite giderken, bir yandan da tüm hemşire ve doktorlara Doktor Brown’ı çağırmaları için bağırıyordum.
Kapıdan içeri girip meleğimi yatağa yatırdığımda, Doktor Brown birkaç hemşireyle peşimden içeri girip onu gerekli ekipmanlara bağlamaya başladı.
Hemşireler Sienna’yı ameliyata hazırlarken Doktor Brown bana yaklaştı.
“Onun iyi olduğunu görmek istediğini biliyorum Diablo ama bunu yapabilmemiz için çıkman gerekiyor.” O anda iyice öfkelendim. Bana emir vermeye çalışarak kim olduğunu sanıyordu?
“Bu hâle düşmesinin nedeni onu bırakmış olmam. Aynı hatayı ikinci kez yapmayacağım.” Kolumdaki yumuşak elin beni kapıya doğru çektiğini hissettim.
Arkamı döndüğümde yüzünde kurumuş gözyaşları ve kanlı kıyafetleriyle teyzemi gördüm.
“Bunun zor olduğunu biliyorum Diablo ama oradaki kız benim kızım gibi. Şu anda kendi isteklerini bir kenara bırakıp onun için en iyi olana odaklanmalısın.”
Söylediklerini tam olarak algılayamıyordum. Yataktaki melek için fazlasıyla endişeli olduğumdan hareket edemiyordum.
“Onu önemsiyor musun?” Sorusu beni gafil avladı. Onunla tanışalı sadece bir günden biraz fazla olmasına rağmen üzerimde şimdiden böyle bir etkisi vardı. Elbette onunla birkaç kez denk gelmiştim ama ona hiçbir zaman onun mükemmelliğini görecek kadar uzun süre bakmamıştım.
“Evet… Elbette önemsiyorum. Onun benim için doğru kişi olduğunu düşünüyorum.” Onun uğruna Kazanova hayatımdan seve seve vazgeçerdim. Kulağa çılgınca geldiğini bilsem de ona baktığımda geleceğimi görüyordum.
Elbette ona âşık değildim ama önünde sonunda olacaktım ve ilk kez bunu gönülden istiyordum.
Hissettiğim aşktan çok hoşlanma duygusuydu ama o benim melek şeklinde zuhur etmiş kurtuluşum olduğu için onun kalbini ve sevgisini kazanacaktım.
Bu sefer Sophie’nin beni hastane odasından çıkarmasına müsaade etsem de gözlerimi ondan bir an olsun ayırmadım.
O iyi olacak ve tüm bunları atlatıp iyileştikten sonra benim kanatlarım altında korunacaktı.