Uyanış - Kitap kapağı

Uyanış

L.T. Marshall

Uyanış: Bölüm 1

Kan beynime öyle hücum ediyordu ki başım ağrıyordu, avuçlarım terliyordu. Bacaklarım tutmuyordu. Uçurumun tepesine giden yolu takip ederken vücudumdaki adrenalin yükseliyordu.

Benim gibi törene katılacak diğer kişilerin arkasından dolunayın ulaşacağı tepeye doğru yürüyordum.

Nefesim kesilirken mide bulantısıyla savaşıyordum. Korkudan içim, vücudum titriyordu. Gözlerimi yer dikmiş yürürken az kalsın önümdeki kıza çarpacaktım. Farkında olmadan ona çok yaklaşmıştım.

Ondan kaçmak için yana doğru sendelerken istemeden yolumdaki taşları havalandırdım.

Bize eşlik eden hocalarımızdan biri, "Nereye gittiğine dikkat et dışlanmış!" diye homurdandı yanıma yaklaşırken.

Beni tekrar hizaya sokmak için yanağıma öyle sert bir tokat attı ki yüzümü tırmanmakta olduğumuz kayanın kenarına çarptım.

Neredeyse sert bir şekilde yere çakılıyordum. Acı dolu bir iniltiyle öksürdüm.

Kendimi toparlayarak hızla kendime çekidüzen verdim ve sıyrıkların yakıcı acısını görmezden geldim. Çarpışmadan dolayı morarmış kolumu ve omzumu ovarken sıraya yetişmek için iki adım attım.

Hocaya bakmamaya çalışıyordum. Ona bakarsam muhtemelen üstüme, alfanın önde gelen sürü liderlerinden birine, Santolardan birine saygı göstermediğim için yüzüme bir tokat daha atardı.

Adı Raymond'dı, yirmi dört yaşlarındaydı. Bizimle ilgili her şeyden nefret ediyordu. Bizi bir rahatsızlık olarak görüyordu, onunla aynı havayı solumaya layık değildik. Raymond da saf bir soydan gelen başka bir üstün kurttu.

Bu benim hayatımın gerçeğiydi. Bu hiyerarşide bir değerim yoktu.

Ayrı kimliklere sahip değilmişiz gibi artık hepimizin adı Dışlanmış'tı. Bu insanlardan ve bu hayattan kurtulmayı dört gözle bekliyordum.

"Durun!" Gölge Kaya olarak bilinen uçurumun düz tepesine geldiğimizde önümüzde gürleyen alçak ve boğuk bir ses hepimizi durdurdu.

Burası bir kayadan çok geniş bir platoydu ama güneş ışığı ve sıcaklığı dağın bu köşesine asla vurmuyor gibiydi. Ama yine de bize her gece doğrudan, kesintisiz bir şekilde bir ay manzarası sunuyordu.

Yüzlerce yıldır bu törenin amacı buydu ve sonunda buradaydık.

İleriye doğru bir adım atıp önümdeki kızın yanına geçtim ve karşımızda duran tanıdık manzaraya baktım. Sonunda gerçek oluyordu. Bunun düşüncesiyle midem çalkalanıyordu.

Uçuruma yakın noktalara tören fişekleri ve meşaleler yerleştirilmişti. Bu dev platformun dönemeçleri ışıl ışıl parlıyordu.

Kırmızı ve kehribar renkler, birazdan karanlığın çökeceği bu sakin geceyi aydınlatıyordu.

Açıklığın ortasına tebeşirlerle semboller çizilmişti. Bu semboller uyanacak olanların her biri için birer tane olmak üzere büyük bir daire içine alınmıştı.

Buraya kadarmış. Artık kaçışın olmadığı kafama dank edince içim ürperdi. Bundan kaçamazdınız, bunu engellemenin hiçbir yolu yoktu.

"Kıyafetlerinizi çıkarıp üzerinize bunları alın," dedikten sonra uzun boylu, kaslı Santo ellerimize çizgili gri battaniye tutuşturdu. Siyah gözleriyle küçümsercesine bize bakıyordu.

Battaniyeleri dağıtırken yanımızdan geçip gitti.

Birçok kişinin bunu izlemek için uçurumun kenarlarında ve tepemizde toplandığının farkındaydım. Muhtemelen herkes gibi benim türümün de bunu yaşamasına izin verdikleri için kızgınlardı.

Bütün sürüler buradaydı. Tam ortada Juan Santo ve yakınları duruyordu. İkinci komutanı, üçüncü komutanı ve oğlu Colton.

Tören şamanı, asasıyla birlikte tam teçhizat ayakta duruyor, görevinin başlamasını bekliyordu. Uzun yıllardır burada olduğu için bunu gözleri kapalı bile yapabilirdi.

Bense gözlerimi yere dikmiştim, bütün sinirlerim altüst olmuştu ama asıl olaya odaklanmıştım. Ne yapılması gerektiğini biliyordum.

Vücudumu olabildiğince gizlemek için gri battaniyeyi omuzlarıma attım. Ardından hızlıca battaniyemizin içinde soyunduk.

Eşyalarımızı düzgünce katlayıp kenara koyduk. Daha sonra buraya geri dönecektik.

Dönüşmek giysilerinizi paramparça ederdi, bu yüzden çıplak olmak bununla başa çıkmanın en iyi yoluydu. Daha sonra tekrar üzerimizi giyinebilecektik ama şimdilik namusumu örtmek için elimde olan tek şey bu kaşındıran eski battaniyeydi.

Aslında bu kimsenin umurunda değildi. Kurtlar arasında çıplaklık yaygındı. Bu gözlerini dikip baktıkları ya da anormal buldukları bir şey değildi.

Birçoğu göz açıp kapayıncaya kadar dönüşür, üzerine hiçbir şey örtmeden insan formuna geri dönerdi. Diyelim ki eve kıyafetsiz gitmek zorunda kaldınız ama bunu yaparken utanıp vücudunuzu saklamaya çalıştınız, bu da başka bir zayıflık belirtisiydi.

Alfalar, fiziksel olarak mükemmel olduklarını düşündükleri için endişelenmeden etrafta çıplak dolaşırdı. Bunun sorun olduğu tek zaman, eşlerine bir başkasının dik dik baktığı zamanlardı.

Erkekler çiftleştiklerinde çok korumacı olurdu. Kıskançlardı, ne yapacaklarını asla önceden bilemezdiniz. Birden agresifleşirlerdi, bu nedenle, birbirlerinin kadınlarına bakma konusunda bazı zamanlar testosteron kavgaları çıkardı.

Bu biraz ilkel bir şeydi. Bundan ötürü bir sürünün parçası olmayı çok fazla özlemeyecektim. Doğamız gereği hayvandık. İnsanlar aramızdaki bu durumdan rahatsız olurdu.

Demek istediğim, evli insanlar arasında saldırganlık, fiziksel saldırı ve hatta birbirlerini dövmek insanların dünyasındaki gibi görülmezdi.

Eşler bazen kurt formlarında kavga ederdi. Isırıklar ve çizikler genellikle anlaşmazlıkları çözmenin en iyi yoluydu.

Hızlıca soyunduktan sonra kıyafetlerimi ve ayakkabılarımı çıkarıp düzgün bir şekilde kenara koydum. Ardından üşümemek için sıkıca battaniyeme sarındım ve gelecek emirleri beklemeye başladım.

Sinirden gözle görülür bir şekilde titriyordum. Diğerlerinin de benzer korkularını, solgun tenlerini ve ciddi yüzlerini görmek için hızla etrafıma bakındım.

Dehşete kapılan tek kişi ben değildim. Hepimiz bunun ne kadar kötüleştiğini görmüştük. Gece bitmeden, daha önce yaşadığımız hiçbir şeyle kıyaslanamayacak bir acı hissedecektik.

"Çekil!" dedi Raymond solumdaki çocuğu iterek. Önden yürüyüp bize yolu gösterirken biz de sessizce, tek sıra hâlinde açıklığa, bizi bekleyen çemberlere doğru ilerlemeye başladık.

Bir an için gözlerimi kapattım ve damarlarıma buz gibi yayılan, boğazımı kurutan ve kaşındıran korkuyu bastırmaya çalıştım.

Çabucak kendimi toparladıktan sonra önümdeki sıra dağılırken gördüğüm ilk çembere doğru hızla ilerledim.

Yüzlerce göz bizi izliyor, bekliyordu. Yaklaşan gecenin sessizliği ürkütücüydü. Bir nebze huzur bulmak amacıyla gökyüzüne baktım.

Ay yakında üzerimizde yükselecekti. Çok geçmeden hava kararacak, gökyüzü parıldayan yıldızlarla dolacaktı. Güneş tamamen batmadan önce başlamamız gerekiyordu.

Herkes hızlıca yerini alıp yerleştikten sonra şamanın gür sesi sessizliği bozdu. Asasını kaldırarak hepimize oturmamızı işaret etti.

Bana söyleneni yaparak hızla yere çöktüm ve battaniyemle birlikte altımdaki soğuk, sert, taşlı zemine bağdaş kurarak oturdum. Bir yerim gözükmesin diye sağdan soldan battaniyeyi çekiştirdim.

Etraftan gelen delici bakışların farkındaydım, hepsini püskürtmeye çalışıyordum.

"İç." Arkamdan sert bir şey kaburgalarıma saplanınca çığlığımı bastırarak sertçe doğruldum. Başımı çevirdiğimde bana uzatılan ahşap bardağı gördüm.

Bardağı almak için elimi kaldırdığımda başka bir Santo bardağı çabucak elime tutuşturdu.

"Bu ne için?" diye sordum masum bir şekilde. Uzaktan töreni izlerken bunun ne olduğunu hep merak etmiştim. Bir anlamı olduğunu düşünecek kadar saftım.

"İç ve öğren," diye sırıttıktan sonra Santo doğru dürüst bir cevap vermeden uzaklaştı.

İçten içe bu tavrına sinirlenmiştim. Bardağın içindeki koyu kehribar rengi sıvıya baktım. Baskın bir bitki ve parfüm kokusu burun deliklerimi dolduruyordu.

Diğerlerinin sorgusuz sualsiz hızlıca bardaktaki sıvıyı içtiğini gördüğümde onları takip ettim.

Tadı koyu kıvamlı bal gibiydi. İçtikçe boğazımı yakıyordu. Yoğun kıvamı neredeyse boğulmama neden olan binbir türlü kimyasalla doluydu.

İçerken öğürmemeye çalışıyordum. Hiç hareket etmeden her yudumda sertçe yutkunuyordum. Tadı acılaşıp boğazımdan mideme doğru yayılırken gözlerimi kapattım.

Hem boğazım hem de midem yanıyordu. Sıcaklık damarlarıma ve uzuvlarıma dağılıyor, kayalardan esip tenime çarpan soğuğu tenimden uzaklaştırıyordu. Anında başım dönmeye başladı.

Etrafımdaki zemin, dalgalı bir deniz gibi usulca hareket ediyor, sallanıyordu. Kendimi toparlamak için başımı salladım ama bir yararı yoktu.

Düşmemek için öne doğru eğildim. Töreni her izlediğimde neden yeni uyananların dönüşüne kadar tüm tören boyunca yere çökmüş, hareketsiz bir şekilde oturduklarını şimdi anlıyordum.

Acıya karşı bizi uyuşturmuşlardı. Hayali bir perde yoğun bir sis gibi üzerime çöküp beni yutarken etrafımda olanları algılayamıyordum.

Görünüşe göre gelenekten ve onun aşamalarından habersiz olan ışık karanlığa dönüşmüştü.

Ne kadar süre bu şekilde kaldığımızı ya da neler olduğunu bilmiyordum. Duyabildiğim tek şey, bir şeyler sallayıp şarkı söylerken ve el çırparken şamanın söylediği ilahilerdi.

Görüşüm bulanıktı, görüntüler dalgalar hâlinde beynime ulaşıyordu. Üzerime bir ağırlık çökmüştü. Her şey kopuk kopuktu, burada mıyım yoksa başka bir yerde miyim bilmiyordum. Bilincim bile yerinde değil gibiydi.

Zaman geçiyordu ama ne kadar hızlı ya da yavaş olduğuna dair hiçbir fikrim yoktu. Tek bildiğim etrafımın çok çabuk karardığıydı. Kendimi boşluğa sürüklenmekten, yitip gitmekten alıkoyamıyordum.

Ateş ve tütsü kokusu beni sersemletirken uykum geldi. Etrafımdaki küçük siyah boşluğun içinde kıvrıldım.

Hem huzurluydu hem değildi. İçimde belli belirsiz bir farkındalık ve korku kıpırtısı vardı.

Yarı uyku modundaydım. Garipti. Dalmıştım, gözlerimi açamıyor, etrafımda neler olduğunu anlayamıyordum. Üzerimde sıcak eller vardı ama bundan emin değildim.

Hafif bir esinti hissettim ancak sonsuz sıcaklığımı soğutmadı.

Sonra buruşuk ellerin alnıma soğuk bir şey sürdüğünü hissettim. Çok gerçekçiydi, bu duygu karşısında bir anlığına irkildim.

Önümde dans eden forma odaklanmaya çalışıyordum. Karşımda hareket ediyor, yüzüme duman üflerken bir şarkı söylüyordu.

Onları dönüşüme hazırlamak için yeni dönüşecekler taze kanla işaretlenirdi. Bunu aklımdan çıkarmaya çalışıyordum. Yüzümde alfamızın katlettiği bir hayvanın kanıyla bir kurdun işaretini taşıyacaktım.

Derimi çeken sert bir şeyle hafifçe irkildim. Sonrasında aniden havada süzülüp yüzmeye başladım ya da belki de yerde uzanıyordum. Artık hiçbir fikrim yoktu.

Daha önce hiç buna yakın bir şey hissetmemiştim, birkaç ay önce yetimhanenin deposunda biraz alkol bulduğumuzda ilk kez sarhoş olduğumda bile.

Vücuduma neler olduğu hakkında herhangi bir fikre sahip olamayacak kadar sarhoştum. Sürüler dolunayı karşılamak için şarkı söylerken kurt şarkısının şiddetli, yüksek tonları dağda yankılanıyordu.

Sonraki bölüm
App Store'da 5 üzerinden 4.4 puan aldı.
82.5K Ratings
Galatea logo

Sınırsız kitap, sürükleyici deneyimler.

Galatea FacebookGalatea InstagramGalatea TikTok