Kimi L. Davis
Kuzenim Ingrid’in kapısını çalıp geri çekildim. Bir dakika sonra kapı açıldığında karşımdaydı.
Şaşkınlıktan ağzı açık kaldı. Bay Benson’ın beni bulmasını engellemek için ona geleceğimi söylememiştim.
“Ha... Hailey? Aman Tanrım, hangi rüzgâr attı?” deyip kemiklerimi kırarcasına sıkı sarıldı.
“Ben de seni gördüğüme sevindim, kuzen,” dedim.
Geri çekilip yüzüme baktı. “Anlamıyorum. Burada ne işin var? Aramadın, mesaj da atmadın...” dedi, temkinli bir sesle. Onu anlayabiliyordum. Beklenmedik bir anda çıkıp gelseydi ben de garipserdim.
“İçeri gelebilir miyim? Her şeyi anlatacağıma söz veriyorum,” dedim.
“Ah, tabii, buyur.” Kapıyı ardına kadar açıp beni içeri aldı.
Çantalarımı girişe bırakıp oturma odasına girdikten sonra kanepeye uzanıp derin bir iç çektim. Nihayet Bay Benson’dan uzaktayım. Beni burada aramayı akıl edemez. Aferin, Hailey.
Ingrid birkaç atıştırmalıkla içecek getirip kanepede yanıma oturdu. “Her ne kadar nazik bir ev sahibesi olup dinlenmene izin vermek istesem de bu, karakterine çok aykırı ve nedenini çok merak ediyorum. O yüzden dökül bakalım, hanımefendi,” deyip bana ona her şeyi anlatmaktan başka çare bırakmadı. Ben de anlattım.
Ona şirketin devralınmasından, Bay Benson’dan, onun kontrolcü davranışlarından ve dokunuşunun içimi nasıl ürperttiğinden bahsettim. Hatta ona bu kadar uzak olmanın Bay Benson’ın sonunda beni rahat bırakacağı anlamına geleceğini umduğumu bile söyledim.
Ingrid bana başka bir gezegenden gelmiş bir uzaylıymışım gibi baktı. “Buraya… Buraya patronundan saklanmak için mi geldin? Sana hayatında ilk kez yaşadığını hissettiren patronundan mı? Kalbinin küt küt atmasına, midende kelebekler uçuşmasına neden olan patronundan? Kaçtığın patron bu mu?” diye sordu, gözlerini kocaman açarak.
Başımı salladım, ne demek istediğini anlamamıştım.
“Seni aptal! Böyle insanlardan kaçamazsın. Böyle duygular çok nadirdir. Senin tüm benliğinle öyle insanlara tutunman gerekir. Hayatında bir kez karşına çıkacak bir fırsattan kaçtın, seni aptal, aptal kız!” diye bağırdı.
Ne oluyor ya? O da mı? Beni destekleyeceğini düşünmüştüm.
“Ingrid, bu adam tehlikeli, çok güçlü biri. Sadece parmağını şıklatarak beni mahvedebilir ve sadece kalbimi kastetmiyorum. O kadar zengin ki tüm hayatımı mahvedebilir. Buraya onu çevreleyen tehlikeden kaçmak için geldim. Kusura bakma ama ben hayatımda kan ve gözyaşı istemiyorum,” diye tersledim.
“Bana böyle bahanelerle gelme, Hailey. Buraya ‘tehlikeden kaçmak’ için geldiğini de iddia etme. Onunla tehlikeli olup olmadığını anlayacak kadar bile vakit geçirmedin. Bazı söylentiler duydun, sende yarattığı yoğun şehvet duygusundan korktun ve kaçtın. Ama ben buna göz yummayacağım,” dedi.
Sinirlenip kollarımı kavuşturdum. “Hayır, beni anlamı…”
“Hayır, gayet iyi anlıyorum ve bunu kabul edemem. Siz küçük hanım, burada bir haftadan fazla kalmayacaksınız. New York’a geri dönüp bu adama bir şans vereceksiniz. Hayır cevabını kabul etmiyorum!” diye bağırdı.
Duygularım allak bullak olmuş bir hâlde koltuktan kalktım. “Biliyor musun, Ingrid? Ne hâlin varsa gör! Buraya geldiğimde kuzenimin beni kollarını açarak karşılayacağını, kendimi toparlamam için bana evini açacağını düşünmüştüm. Ama hayır, beni takip eden, tehdit eden ve hayatımı çekilmez hâle getirecek olan adama geri dönmemi istiyorsun. Seni ailemden biri sanmıştım ama yok, bir yabancıdan bile betersin. Merak etme, birkaç gün içinde gideceğim.”
Hışımla misafir yatak odasına girip kapıyı çarptım ve ağlayarak uykuya daldım.
***
Ertesi sabah uyandığımda aklımda Bay Benson vardı. Ingrid haklı mıydı? Onu ve ona karşı giderek artan duygularımı göz ardı etmekte çok mu acele etmiştim? Bir an için, bu sabah ofise gittiğini ve emrettiği gibi beni orada bulamadığını düşündüm. Doğru bir karar mı vermiştim? Gerçekten ondan sonsuza dek kurtulmak istiyor muydum?
İç çektim. Cevapları yatakta tavanı izleyerek bulamayacaktım. Kalkıp dar bir kot pantolonla parlak sarı bir bluz giydim. Özür dilemem gerektiğini düşünerek mutfağa gidip Ingrid’i aradım ama mutfak sessiz ve boştu. Hım, sanırım Ingrid evde değil.
Buzdolabını, dolapları karıştırıp yiyecek bir şey bulamayınca kahvaltı için bir şeyler bulmak umuduyla köşedeki markete gittim.
Marketten çıkarken Kanada’da ne kadar kalacağımı, bundan sonra ne yapacağımı düşünmekle o kadar meşguldüm ki siyah bir Range Rover yolumu kesip tam önümde durduğunda sıçradım. O kadar ürkmüştüm ki alışveriş yaptığım çantayı düşürdüm.
Arabanın arka kapısından inen Bay Benson’ı görünce yutkundum. Siyah takım elbisesi üstüne kalıp gibi oturuyordu. Düşününce muhtemelen özel dikim olduğunu fark ettim. Takım elbisesinden belli olan kaslarını görünce yanaklarım kızardı, yüzümü yelpazelememek için kendimi zor tuttum.
Beni şöyle bir süzerek, “Merhaba, Bayan Pritchett,” dedi.
Hayal kırıklığıyla iç çektim.
“Bay Benson…” diye mırıldandım. Lanet olsun, beni buldu!