Zıt Kutuplar: Carrero Etkisi - Kitap kapağı

Zıt Kutuplar: Carrero Etkisi

L.T. Marshall

Üçüncü Bölüm

Wilma Munro beni afallattı. İskoçyalıydı ve aksanlı konuşması uzun süre New York’ta ikamet ettiğini gösteriyordu. Onu çoğunlukla anlayabiliyordum ve göz ardı edilmemesi gereken, önemli biri olduğunu görebiliyordum.

Sadece bir buçuk metre boyundaki Wilma’nın koyu bakır rengi kıvırcık saçları ve kalp şeklindeki yüzünü kaplayan, kocaman kahverengi gözleri vardı. Coşkulu enerjisiyle beni hemen yakaladı. Yüksek sesle konuşuyordu ama emreder gibi değildi. Net, arkadaş canlısı ve biraz da korkutucu biriydi. Beni yeni alanıma götürüp ofisinin yakınında bir masa tahsis ettikten sonra ekibinin bir parçası olarak sorumluluklarımı özetleyip önüme bir kutu dosya koydu. İnsanları zorlu görevlerle baş başa bırakmanın içlerindeki cevheri ortaya çıkardığına inanıyordu.

“Hakkınızda Carrero Tower’da harcandığınızı bilecek kadar çok şey duydum, Bayan Anderson. Sizden çok umutluyum,” diyerek sıcak bir şekilde gülümsedi. Dosyaları incelerken yumuşak gözleri neşeyle parlıyordu.

Cansız bir sesle, “Bay Carrero kovulmama ramak kaldığını ima ediyor gibiydi,” dedim ve düşünmeden konuştuğuma anında pişman oldum. Ceketimin ucunu kavrayıp endişeyle gözlerimi kaçırdım.

Aferin sana! Yeni patronuna ne kadar işe yaramaz olduğunu itiraf et.

“Margo Drake ile özellikle iyi arkadaşız, canım. Daha bu sabah bana geleceğini öğrendiğimde onunla konuştum. Senin hakkında sadece iyi şeyler söyledi. Bir de son davranışlarınla ilgili bazı içgörülerini...”

Ani bir şokla dönüp yüzüne baktım. Bunun ne anlama gelebileceğini anladığımda kanım çekildi, buz gibi oldum.

Margo Wilma’ya ne söyledi ki? Margo ne biliyordu? Eminim Jake ona benimle yattığını söylememiştir, değil mi? Ya da diğer her şeyi?

Başım dönüyordu. Tabii ki anlatmıştı. Margo’ya her konuda her şeyi anlatırdı. Margo onun annesi gibiydi, benim de akıl hocamdı. Margo Jake’i beni bırakmasının gerçek nedenini söylemeye zorlardı, bahanelerle tatmin olmazdı ve yalanları anlardı. Jake, Margo’ya o geceyi, otel odasının zemininde seks yaptığımızı kesinlikle anlatırdı.

Peki, Margo Wilma’ya anlatır mıydı?

Jake ile birlikteyken bile Margo’yu onun ne durumda olduğundan haberdar ederdim, her zaman bilmek isterdi. Bana her zaman ketum biri gibi görünmüştü, umarım hâlâ öyleydi. Wilma bana bakıp bilmiş bilmiş göz kırptığında betim benzim attı. Vücudum, tüm kanım damarlarımdan çekilmiş gibi soğudu, kafam allak bullak oldu.

Aman Tanrım!

Biliyor!

Acı içindeydim. Kendimi hem eski akıl hocam tarafından ihanete uğramış gibi hem de hasta gibi hissediyordum. Sertçe yutkunarak ona verecek bir cevap aradım ama Wilma durmadı. Elini sallayarak yanımdan uzaklaştı ve bu konuda söyleyecek başka bir şey bulamayan ben panik içinde kalakaldım.

“Program o dosyanın üstünde, Emma. Carrero’nun yıl dönümü için bir akşam yemeği ve dans düzenliyoruz. Lütfen dosyaları oku. Elimizde basın bültenleri ve düzenlenmesi gereken bir davetli listesi var. Bu, senin işin olacak. Önerilen davetli listesi de orada. Şimdiden ayarlanmış olanlara bir göz at. Sonra konuşuruz.”

Uzaklaşmasını izlerken büyük bir şaşkınlık içindeydim. Kafam sanki uzayda bir yerlerdeydi, sanki bir kasırga gelip beni vurmuştu ama hepsini içimin derinlerine ittim ve dosyayı tutarken titreyen ellerime baktım.

Margo’yu unut. Jake’i unut. O, bana hiçbir şey borçlu değil. Bu, artık benim hayatım ve ikisi de bana hiçbir şey borçlu değiller.

Wilma geçmişi umursamıyor gibi görünüyorsa ben de umursamamalıydım.

Tüm bunları bir kenara bırakıp dikkatimi kutuya verip en iyi yaptığım şey olan şeye yani çalışmaya odaklandım. Program dolu ve yorucu görünüyordu ama potansiyeli görüyordum. Bu işe kendimi verirsem itibarımın bir kısmını geri kazanabilirdim. Bu iş, Büyük Carrero ile muhatap olmaktan ve her gün akılsız bir köle gibi kahve dağıtmaktan daha kolay olmalıydı. İhtiyacım olan şey tam olarak buydu. Yeni bir meydan okuma ve kafa dağıtmak... Karışık kafamı toplamanın, her şeyi zihnimdeki o küçük, siyah kilitli kutuya depolamanın zamanı gelmişti. Tekrar eski ben olabilirdim.

İşe koyulup kendimi yapabileceğimden çok daha fazla işle meşgul buldum ve haftalar sonra ilk kez saatler su gibi akıp geçti.

Kafamı kaldırdığımda insanların çıktığını görüp iş gününün çoktan bittiğini fark ettim. Kendimi işe o kadar kaptırmıştım ki saatin kaç olduğunun farkında değildim.

Bu tam da onu unutmak için ihtiyacım olan şey...

***

Kapıyı açtığımda daire sessiz görünüyordu ve Sarah’nın annemi gönderip göndermediğini merak ederken kalbim yerinden çıkacak gibi atıyordu ama içimden bir ses gitmediğini söylüyordu. Kapıyı yavaşça açarken gerginliğimi yatıştırmak için derin bir nefes aldım. Oturma odasına açılan küçük salondan gelen yemek kokularını alınca iç çektim, endişelerim geri döndü.

Sarah işteydi ve Marcus’un da yemek yapması pek olası değildi, bu da mutfakta başka biri olduğu anlamına geliyordu. İçeri girdiğimde bir kolu hâlâ alçıda olan annemi ocağın başında görünce kaskatı kesildim. Yanında genç, siyah saçlı bir kız vardı ve şu an tavada ne pişiriyorsa onu pişirmesine yardım ediyordu.

Mantıklı. Annemin yemek pişirme becerisi bir kutu hazır çorbayı ısıtmaktan ibaret.

Siyah saçlı kızın, Jake’in anneme bakması için tuttuğu hemşire olduğunu fark ettim. Jake, Chicago’da annemle yaşadığı sırada tanıştığımız, evden kaçmış, Carreroların aile dostları tarafından evlat edinilmiş Sophie’ye verdiği sözü tutuyordu. Benimle bağlarını koparmasına rağmen, Sophie’ye, anneme yaraları tamamen iyileşene kadar bakacağına dair verdiği sözü tutuyordu. Bu, gerçek boğazımı düğümledi ve ağlamak istemesem de gözlerim doldu. Kalbim yeniden kırıldı.

Evrak çantamı kanepeye atıp gergin bir şekilde doğrulup kendimi annemle tartışmaya hazırladım. Ocakta fokur fokur bir şeyler kaynatıp gevezelik ettiklerinden geldiğimi duymamışlardı. Annemin, evime girip kontrolü ele geçirdiğini görünce öfkem kabardı. O kadar şeyden sonra Ray Vanquis’in hayatına geri dönmesine izin vermesini bile hâlâ sindirebilmiş değildim ama o kalkmış, evime geliyordu.

“Anne!” diye yüksek sesle, sertçe bağırdım. İki kafa da bana döndü, küçük şaşkınlıklar yerini çabucak gülümsemeye bıraktı.

Hayatındaki sözde erkek tarafından eşek sudan gelinceye kadar dövüldüğü için yüzünde hâlâ solmaya yüz tutmuş morluklar olan annem, küçük mutfaktan çıkıp bana doğru gelirken, “Emma!” diye haykırdı. Kollarını açıp sarılmaya çalıştığında buz gibi bakışlarımla, heykel gibi sert duruşumla karşılaştı. Dokunuşuyla irkildiğimi görünce ürkerek geri çekilip bir adım ötemde durdu.

Arkasında duran hemşirenin yüzünde şaşkınlık ve utanç karışımı bir ifade vardı. En azından, ocağa dönüp hiçbir şey görmemiş gibi davranarak yemek pişirmeye devam etme nezaketini gösterdi.

Annemin bir çocuk gibi, “Bana hâlâ kızgın mısın?” diye sızlanması öfkemi yeniden alevlendirdi. Yüzünde o çocuksu, şaşkın bakış vardı. O zayıf, küçük masum yüzünde onlarca kez gördüğüm, tribünlere oynayan o bakış... Pişman olacağım bir şey söylemeden önce ondan uzaklaştım.

Onu kayıp bir köpek yavrusu gibi odanın ortasında öylece bırakıp, “Ben üstümü değiştirmeye gidiyorum,” dedim. Yüzündeki acıdan zevk alıyordum. Belki de senin bir parçan olan birinin sana, onun için önemsizmişsin gibi davranmasının nasıl bir his olduğunu öğrenmesinin vakti gelmişti.

***

Odama girdiğimde yatağıma oturup derin derin nefes aldım. Dışarı vurmasam da annemin ziyaretiyle içten içe sarsılmıştım. Ne kadar inkâr etmeye çalışsam da beni asla anlayamayacağım şekilde etkiliyordu. Kadın hiç uğraşmadan bir şekilde kendimi değersiz hissetmeme neden oluyordu.

Dünyamı alt üst etmesi annem olmasının laneti miydi? Bir şekilde, içimdeki çocuk annemin acılarımı dindirmesini istiyordu. Hem de o acıların çoğuna sebep olanın o olduğunu bilmeden...

Bu düşünceyle aklım başıma geldi ve gözlerim kapalı kapıya kaydı.

Annemin karakterinden hoşlanmıyor olabilirdim ama ondan nefret etmiyordum. Artık onu sevip sevmediğimi bile bilmiyordum, ne hissettiğimi bilmiyordum.

Kalkıp bir kot pantolonla bol bir tişört giydim. Günlük kıyafetlerimin rahatlığına kavuştuğum için mutluydum. Eskiden iş kıyafetlerini severdim ama bugünlerde o takımlarla boğulduğumu hissediyordum. Salık bıraktığım saçlarım, kestirdiğimden beri bir iki santim uzamıştı, gevşek dalgalarım omuzlarıma değiyordu. Aynada kendime bakıp sarı saçlarımı geriye tarayarak yorgun gözlerimi, üzgün yüzümü ortaya çıkardım.

Her zaman böyle mi görünüyorum? Yoksa bu, Jocelyn Anderson’ın sadece şu kapıdan girerek üzerimde bıraktığı etki mi?

Yüzümdeki üzgün ifadeyi silip meydan okurcasına çenemi kaldırdım ve yıllar içinde iyice geliştirdiğim güçlü yüzümü takındım. Annemin acımı görmesine izin vermeyecektim.

Oturma odasına döndüğümde mutfağa bakındım ve onu yüzünde bir gülümsemeyle, her zamanki gibi kötü ruh hâlini bir anda unutmuş gibi, kâselere et yahnisi koymaya yardım etmeye çalışırken gördüm. O, hep böyleydi, hiçbir şey olmamış gibi davranırdı. Onunla geçen hayatımın hüzünlü hikâyesi...

İçimde kabaran öfkeyi bastırmak için dişlerimi sıktım. Dünyanın en sıradan işini yapıyormuş gibi davranmasını izlemek bile beni geriyordu. Genç hemşiresine baktım. Becerikli, olgun birine benziyordu.

Ne kadarını bildiğini merak ettim. Acaba Jocelyn Anderson ne kadarını görmesine izin vermişti?

Genç kadın beni görünce kâseleri küçük mutfak masasının üstüne koyarak neşeyle, “Yemek hazır,” dedi. Annemse tereddütle geri çekildi. Bir hamle yapmadan önce benim tepkimi bekliyordu.

Masaya geçip çatal bıçak takımını alıp yemeğe başlamaya odaklandım. Soğuk ve kaba davrandığımın farkındaydım ama umurumda değildi. Onu son gördüğümde bir hastane yatağındaydı; hırpalanmış, kolu bacağı kırılmış şekilde yatıyordu ve bundan sorumlu olan adamın on sekiz yaşındayken bana tecavüz etmeye çalışan adamla aynı kişi olduğunu yeni öğrenmiştim. Annem bunun, bana ya da ilişkimize nasıl bir zarar verebileceğini bir an bile düşünmeden ona, o tacizci pisliğe geri dönmüştü.

Sonraki bölüm
App Store'da 5 üzerinden 4.4 puan aldı.
82.5K Ratings
Galatea logo

Sınırsız kitap, sürükleyici deneyimler.

Galatea FacebookGalatea InstagramGalatea TikTok