Galatea logo
Galatea logobyInkitt logo
Sınırsız Erişim Edin
Kategoriler
Oturum aç
  • Home
  • Kategoriler
  • Listeler
  • Oturum aç
  • Sınırsız Erişim Edin
  • Destek
Galatea Logo
ListelerDestek
Kurtadamlar
Mafya
Milyarderler
Toksik Aşk
Slow Burn
Düşmandan Sevgiliye
Paranormal ve Fantezi
Ateşli
Spor
Kolej
İkinci Şans
Tüm Kategorileri Gör
App Store'da 4,6 puanlı
Hizmet ŞartlarıGizlilikBaskı
/images/icons/facebook.svg/images/icons/instagram.svg/images/icons/tiktok.svg
Cover image for Jekyll ile Hyde

Jekyll ile Hyde

2. Bölüm

JAMIE

Eve geldiğimde evdeki tüm odaların ışığı yanıyordu.

Kardeşim Cain karanlıktan hoşlanmazdı. Çoğu işi karanlık olduğu için bu son derece ironikti.

Geceleri yanan ışıkları sorun etmiyordum. Gelen yüklü elektrik faturaları diğer yarımın mutluluğu için sadece küçük bir bedeldi.

İkizim Cain’le doğduğumuzdan beri ayrılmamıştık. Çocukluğumuzun ani ve travmatik sonu, anne ve babamızın öldürülmesi ve Solomon’un himayesine girmemiz zaten güçlü olan bağımızı daha da güçlendirmişti.

Kardeşim için her şeyi yapmaya, sırf o huzur bulabilsin diye çölün ortasına taşınmaya razıydım.

Giriş kapısının üç sürgüsünü açmamla kızarmış et kokusunu takip ederek mutfağa girmem bir oldu. Cain bir elinde bira diğerinde de tavayla mutfaktaydı. Kan kırmızısı gözlerle bana bakınca bugünlük renkli lenslerini takmadığını anladım.

İkiz olmamıza rağmen birbirimizin zıttı gibiydik. Annemle babamın buğday teni ve koyu kahverengi gözleri bana miras kalmıştı. Uzun ipeksi saçlarım o kadar siyahtı ki bazen mavi görünüyordu.

Cain genetik bir anomali taşıdığı için vücudunun pigmentasyon sorunu vardı. Soluk teniyle vampirlere benziyordu. Bembeyaz saçlarını kısacık kestiriyordu ve kırmızı gözleriyle cehennem zebanilerine taş çıkartıyordu.

Kardeşim kötü adamlara yaraşacak bir dış görünüşe sahipti. Daha da iyisi, onlar gibi davranabiliyordu da. Ama o benim her zaman fırtınadaki sığınacak limanım ve beni koşulsuz kabul eden tek kişiydi. Banka soysam da bir bebekten şeker çalsam da Cain kaçış arabasını süren kişi olarak beni yalnız bırakmazdı.

Kahvaltı barına oturduğumda Cain kızarmış tavuk, mısır ekmeği ve sebze sotesini servis etmeye başladı. Konuşmayı pek sevmezdi ve rahat bir ilişkimiz olduğu için küçük sohbetlere ihtiyacımız yoktu.

Tabağımın yarısını yedikten sonra Cain’e kafamı kurcalayan soruyu sordum.

“Silah çavuşu ne demek?”

Cain rahat ve yumuşak sesiyle, “Hangi bağlamda?” diye sordu. Cain’in sesini yükselttiğini sadece üç kere duymuştum ve her biri de unutmak istediğim anlardı.

“Bir motosiklet kulübünde rütbe olarak,” diye cevap verdiğimde Cain bana şaşkınlıkla baktı. Bunu muhtemelen bilmem gerekiyordu. Cain her zamanki gibi aklımı okuyup cevabımı verdi.

“Silah çavuşu denen şey aslında sağ kol demektir. Kirli işleri halledenlerdir.”

Cain’in cevabı üzerine şaşkınlıkla çatalımı düşürdüm. Bu kesinlikle bilmem gereken bir şeydi.

“Neden soruyorsun?”

Ona stüdyoya gelen Sessizliğin Ruhları Kulübü’nden bahsettim.

Cain bana burnumu bir şeylere sokmamam gerektiğini tavsiye edecek bir tip değildi, çünkü başım belaya girse de yanımda olurdu. Bu sefer dinledi ama yorum yapmadı.

Sessizlik olunca, “Günün nasıl geçti? Neler yaptın?” diye sordum.

Cain yeni hayatımızın yavaş temposuna alışmakta zorlanıyordu. Günlük bir iş istemediği için sık sık Phoenix’e takılmaya gidiyordu. Phoenix de harika bir yer değildi ama izole edilmiş yüz dönümlük araziden iyi olduğu kesindi.

“Şehre gidip Atlılar’la tekrar görüştüm. İlginç tipler. Bardaki bir olayı hallettikten sonra bana iş teklif ettiler.”

Bu noktada ikiz görevi olarak parantez açmam gerekecekti. Atlılar, Phoenix’in bir kısmını kontrol eden bir çeteydi. Sessizliğin Ruhları’ndan daha azılı suçlulardı ve sadece para için bu işin içindelerdi. Öteki yandan Sessizliğin Ruhları bunu daha çok yaşam tarzı için yapıyor gibiydi.

Buraya yozlaşma ve şiddetten uzaklaşmak için taşınmıştık ama Cain bunu başaramıyor gibiydi. Yine de onu suçlayamazdım. Ben de paslanmadığımdan emin olmak için yakında bir iş almayı planlıyordum.

Atlılar, Cain gibi biri için küçük lokma sayılırdı. Ama suç dünyasından arkadaş edinmek istiyorsa ona müdahale edecek değildim.

Ona “barda bir şey hallettikten” sonra iş teklif etmeleri ilginçti, çünkü MK dünyasında büyümüş olsaydık Cain gururla sağ kol armasını takardı. Bu da bunun ne anlama geldiğini bilmediğim için iki kat utanç vericiydi.

Cain adam öldürme ya da en hafif tabiriyle sakat bırakma işlerindeydi. Belli ki birini öldürerek Atlılar’ın sorununu çözmüştü ve şimdi ondan başka birini öldürmesini istiyorlardı.

Sarsılmaz desteğimi sunarak, “Bu iş için yardımcıya ihtiyacın var mı?” diye sordum.

Mesleğim hırsızlık olduğu için kıramayacağım kilit ya da kasa yoktu. Ve insanlar genellikle kilitli kapıların ardına saklandığından becerilerim Cain’in her zaman işine yarardı. Çok iyi bir takım olduğumuzu düşünüyordum.

Cain henüz emin olmadığını göstermek için omuz silkti.

Yemek faslından sonra ortalığı toplayıp yazlık tarzı evimizdeki köşe odama çekilirken o da çizgi film izlemek için koltuğa yerleşti. Cain büyük odayı almıştı ama ikimizin de kendine ait banyosu vardı. Banyomda küvet olduğu için özellikle mutluydum.

Günümü planladığım gibi sıcak suyla dolu bir küvette büyük bir bardak viskiyle bitirdim. Hayat güzeldi.

Ertesi sabah, barbekü için nasıl bir kurabiye yapacağıma karar vermeden önce Cain’e kahvaltı için krep, kendime de meyve salatası hazırladım.

Cain meyvelerimden biraz çalıp kreplerine gülen surat yaptıktan sonra tekrar çizgi film izlemeye döndü. O benim için acımasız bir katilin bedenine sıkışmış küçük bir çocuktu.

Fıstık ezmeli kurabiyeler soğuduktan sonra kot pantolonumla çiçek desenli tişörtümü giyip onlara ayak uydurmak için dizüstü botlarımı ayağıma geçirdim. Seksi olduğumu vurgulamak yerine arka bahçede rahat bir tavırla içkimi içebileceğim bir kombin seçtim.

YŞ’den hoşlanmış olsam da bunun sebebinin Cain’e çok benzemesi olduğunu biliyordum. Ve bana kardeşimi hatırlattığı için ona farklı gözle bakamazdım. YŞ’nin bunu sorun etmeyeceğini umuyordum, çünkü burada yeniydim ve onun gibi belalı bir arkadaşa ihtiyacım vardı.

Öğle saati gelmeden önce Cain’le vedalaşıp kurabiyelerimi aldıktan sonra basit ve bu yüzden neredeyse görünmez olan gümüş Honda Civic’ime atladım.

Yoldayken bağıra çağıra şarkılara eşlik ederek yirmi altı yaşında sıradan bir kızmışım gibi davranıp barbekü partisine hazırlık yapmaya çalıştım.

Kasabaya vardığımda devasa garaj kapısının önünde bir taburede oturan on dokuz yaşlarındaki çocuğun yanından geçtim ama garajın etrafında çocuktan başkası yoktu. Geri geri giderken içimdeki şüphe tohumları bana en başında buraya gelmek istemediğimi hatırlattı.

YŞ’yi uslu durmaya zorladığım için bana şaka yapıyorlarsa bunu sorun etmezdim.

Ama bu, bana neredeyse yalvaran gözlerle bakan YŞ’nin ifadesini açıklamazdı.

O bakışı hatırlayarak arabayı park edip kararlı adımlarla garaj kapısına yürüdüm. Ben yaklaşırken çocuk ayağa kalkıp beni tepeden tırnağa süzünce yüzümü buruşturdum.

Buraya arkadaş edinmek için geldiğimi kendime hatırlatarak zorla gülümsedim.

“Merhaba, barbeküye geldim. Beni Breaker davet etti.”

Çocuğun ilk tepkisi bana gülmek oldu. İkincisi beni aşağılamaktı. Üçüncü ise, ki bu kaderini belirleyecekti, bana dokunmaya cüret etmesiydi.

“Tanrı aşkına. Buraya ucuz karılar gibi giyinip elindeki kurabiye poşetiyle bu kapıdan geçebileceğini mi sanıyorsun? Hem de senden çok daha seksi hatunlar bunda başarısız olmuşken. Bir de içeri girmek için Breaker’ın adını kullanmak da neyin nesi?”

“Cumartesi barbeküleri sadece aile içindir. Kulüp fahişelerine, çömezlere ve metreslere yer yok. Sadece resmi üyeler ve onların aileleri gelebilir. Ayrıca Breaker’ın kulüp dışında ailesi yok. İyi denemeydi.”

Güneyli aksanıyla hızla konuşan çocuğu takip etmekte zorlandım. Sonra benim alanıma girip kıçımı avuçlayarak kulağıma, “Bana hemen minnettarlığını gösterirsen armamı aldıktan sonra sana bir davetiye çözerim,” dedi.

Bana kimse izinsiz dokunamazdı. Bu kulübün bununla ilgili bir sorunu varsa Cain’le bir olup onları yerle bir etmemiz gerekecekti.

Elimdeki kurabiye poşetini yere bıraktığım gibi dirseğimle çocuğun çenesine sert bir darbe indirdim. Çarpmanın etkisiyle kolumun kırılması gerekirdi ama on beş yıldan fazladır muay thai eğitimi aldığım için kemiklerim sağlamdı.

Çocuk çenesini tutmaya yeltendiği anda omuzlarından kavrayıp toplarına sert bir tekme savurdum. İki büklüm olmasıyla onu yere ittiğimde ayaklarımın dibinde cenin pozisyonunu aldı. Onun zavallılığına kısa bir anlığına baktıktan sonra gitmek için arkamı döndüm.

Arabama doğru üç adım attıktan sonra Rogue tüm siniriyle önümde beliriverdi.

Etrafa bakınca kocaman bir kas yığınının çocuğu kontrol ettiğini ama başka kimsenin olmadığını gördüm. Kaçmak istiyorsam şimdi tam zamanıydı. Devasa kas yığını ayağa kalkıp Rogue’a hafifçe başını salladıktan sonra bakışlarını bana çevirdi. Armasındaki isim Tank idi.

Kaslı olmasının onu yavaşlatacağını ve Rogue’un beni kovalamayacağını umarak harekete geçtim.

Arkamı döndüğüm anda Rogue öne uzanıp omzumdan tuttu.

Beni şaşırtıcı bir nezaketle kapıya yönlendirdi. Nazik dokunuşu karşısında, bu tür hareketlerden kurtulmak için vereceğim tepkilerden veremedim ve kendimi düşman bölgesinde buldum.

Bu adam cidden iyiydi. Buraların kralı olmasına şaşmamalıydı.

Cain’i beni kurtarması için çağırmadan önce bu beladan konuşarak kurtulabileceğimi düşündüm. “Dışarıdan kötü göründüğünü biliyorum ama burada istenmiyorsam tek yapman gereken bunu söylemekti. Çocuğu bayılttığım için özür dilemeyeceğim çünkü bana izinsiz dokundu.”

“Evet, bunu daha sakin karşılayabilirdim ama burada yeniyim. Bunun sadece aile içi bir etkinlik olduğunu bilmiyordum. YŞ’nin istediği gibi kurabiye yapıp geldim. Gitmeme izin verirsen hemen giderim ve bu konu bir daha açılmamak üzere kapanır.”

Rogue beni çitlerle bir kulübe arasındaki köşeye götürmüştü ve bu köşe tam da Cain’in bir işi tamamlamak için kullanacağı türdendi.

Bu iki ürkütücü tiple burada olmayı kesinlikle tercih etmezdim.

Tank, “YŞ kim?” diye sordu.

Rogue’la aynı anda, “Breaker,” diye cevap verdik. Cips kola kilit oyununa ithafen esprisi yapmak istedim ama Rogue’un bu tür mizahtan hoşlanacağını sanmıyordum.

Tank sesine yansıttığı kafa karışıklığıyla, “Seni Breaker mı davet etti?” diye sordu.

“Evet, öğle saatlerinde kurabiyelerle gelmemi söyledi. Eline koluna hâkim olamayan çocuktan ya da aile içi etkinlikten bahsetmedi. Bu yüzden tüm bunlar bir yanlış anlaşılmadan ibaret. Siz beni rahat bırakın, ben de sizi rahat bırakayım.”

Tank gözlerini kırpıştırarak Rogue’a dönüp, “Onu Breaker mı davet etti?” diye sordu.

Yoksa bu adam sağır falan mıydı? Rogue gözlerini üzerimden ayırmadan başını onaylarcasına salladı. İtiraf etmekten utansam da bakışlarındaki yoğunluk beni biraz tahrik etmişti.

Deliliğim kendini göstermeye başladığı için buradan bir an önce uzaklaşmam gerekiyordu.

“Seni Breaker davet ettiyse hiçbir yere gidemezsin. Al bakalım.” Tank kırık kurabiyelerle dolu kilitli poşeti uzatınca onu elinden aldım.

“Buraya zorluk çıkarmaya gelmedim,” dedim. “Ama birinin bana bunun ne anlama geldiğini anlatması lazım, çünkü belli ki MK kuralları konusunda hiçbir şey bilmiyorum.”

Tank çoktan gittiği için bu açıklamayı yapmak Rogue’a kalmıştı ama o benimle henüz tek kelime bile etmemişti.

Gergin bir bakışmanın ardından Rogue sonunda, “Evet, bu aile içi bir etkinlik ve herkesi kolay kolay davet etmeyiz. Davet edilmek ailemizin bir parçası olmak demektir. Ve biz ailemize özen gösteririz,” diye açıkladı.

Söylediklerini sindirmem için es verdi. Aslında anlamaktan çok hormonlarıma hâkim olmaya çalışıyordum, çünkü alçak ve tok sesi aklımı başımdan almıştı. Güçlü ve tehlikeli bir motosiklet kulübünün başkanı, ailelerinin bir parçası olmaya davet edildiğimi açıklıyordu. Azgın bir sürtük olmak için daha kötü bir zaman olabilir miydi?

“Breaker üyeliği boyunca buraya kimseyi davet etmedi. Kardeşliğimiz dışında ailesi yok. Ancak seninle kısa bir görüşmeden sonra seni aramıza katmaya karar verdi. Bu hoşuma gitmese de kardeşime güvenim tam. Onu üzersen seni öldüreceğimi bil.”

Bu sert açıklamanın ardından bir sessizlik olurken tehdidinin beni sırılsıklam ıslattığı gerçeğini çaktırmamaya çalıştım.

Rogue’un genişleyen burun deliklerine, bakışlarının yakıcılığına ve çenesini sıkmasına bakılırsa bunu saklamakta başarılı olamamıştım.

Onun üzerine atlamak gibi bir hata yapmadan önce kendimi bu durumdan kurtarmalıydım. Rogue’un geniş gövdesinin yanından geçip beni durdurmayacağını fark edince köşeden sıvışarak barbekü partisinden geldiğini tahmin ettiğim mutlu seslere yöneldim.

Büyük garajın etrafından dolandığımda arka tarafın yarısının taze çimenlerle kaplı olduğunu, diğer yarısının ise piknik masalarıyla süslenmiş parlayan çakıllarla kaplı olduğunu gördüm. Çocuklar çimlerin üzerinde oynarken yetişkinler de masaların etrafında kümelenmiş, ellerinde içkileriyle oturuyordu.

YŞ’yi bulmam uzun sürmedi. Barbekünün başındaki adamla heyecanla konuşuyordu. Yol boyunca kimseyle göz teması kurmamaya çalışarak ona doğru yürüdüm. YŞ’ye varmadan önce başka biri beni durdurursa sonradan pişman olacağım bir şey yapacaktım.

Barbekünün başındaki adam beni görünce imalı bir bakışıyla YŞ’nin yüzünü bana çevirdi. YŞ beni gördüğü anda parlayan gözleriyle gülümseyince tüm bu dramaya değdiğine karar verdim.

YŞ beni kucaklayıp küçük bir kızmışım gibi etrafımda döndürdü. Bunun onun için önemli bir an olduğunu hissederek kendimi rahat bırakıp bu akrobasiye uygun olarak neşeyle ciyakladım.

Birkaç turun ardından beni yere indirip bana kocaman sarıldı. Sabahtan beri maruz kaldığım kötü bakışları düşününce onun kollarında minnettarlığını ve mutluluğunu hissetmek inanılmaz bir duyguydu.

O anda YŞ’yi hayatımda tutmaya kesin olarak karar verdim.

Beni bıraktıktan sonra fıstık ezmeli kırık kurabiyelerle dolu poşeti ona uzatıp ayak parmaklarımın ucunda durarak yanağına bir öpücük kondurdum.

Parlayan gözlerle gülümsedi. “Bu kurabiyelerin başına ne geldi güzel bayan?”

Ona gülümseyerek, “Hepsi hadsiz çocuk yüzünden. Ona biraz terbiye vermek için kurabiyelerin yere düşmesine göz yumdum,” diye cevap verdim.

Gülümsemesinin yerini çatık kaşları alınca beni sahiplenici bir tavırla kavradı. “Bu da ne demek?”

Benim için endişelenmesini takdir etsem de bu sabah için yeterince drama yaşamıştım.

“Bir kızı ailenle tanıştırmaya karar verirsen bunu kıza ve kapıdaki korumaya söylemen gerekir.” Ses tonum sert olsa da yüzümdeki gülümseme ona kızgın olmadığımı gösteriyordu.

Suçüstü yakalanmış bir çocuk mahcubiyetiyle bana bakınca içtenlikle gülümsedim. O bu kadar tatlıyken ona kızgın kalabilmek çok zordu.

“Geleceğini düşünmemiştim,” diye itiraf etti.

Zaten böyle olacağını bilseydim gelmezdim.

Aile iki taraflı bir yoldu. Onlar benimle ilgilenirse benim de onlarla ilgilenmem gerekirdi. Ve bu aileye girmeden YŞ’nin hayatında kalamayacağını biliyordum. Bu düşünceyi bir kenara bıraktım.

“Ama buradayım, şimdi beni buradakilere tanıtırsan ve gerekli dedikoduları verirsen iyi olur. Kadın üyelerle konuşurken eksik kalmak istemem.”

YŞ gülümseyerek beni kraliyet ailesinden gelmişim gibi etrafta dolaştırmaya başladı. Yüzler ve isimler birbirine karışsa da isim arması işimi büyük ölçüde kolaylaştırıyordu.

Sonunda YŞ çağrılınca beni kulüpteki kadınların oluşturduğu bir grupla baş başa bıraktı. Dedikodularla ilgili söylediklerime rağmen kadınlarla konuşacak havamda değildim.

Küçük bir kızın tek başına basket atmaya çalıştığını görünce hızla ona yöneldim. Top ayaklarıma doğru yuvarlandığında topu yerden alıp ona götürdüm.

“Selam, ben Jamie. Benimle teke tek ya da basket atma oyunu oynamak ister misin?”

Karar vermesi için ona zaman tanıdım. Yalnız kalmak isterse onu yalnız bırakacaktım.

Yaklaşık on iki yaşlarındaki kızın pembe uçlara sahip sarı saçları vardı. Yırtık kot pantolon, eskimiş spor ayakkabılar ve parlak taşlarla süslenmiş çingene pembesi bir tişört giymişti.

“Sen tam olarak kimsin?” diye sordu. “Babam yabancılarla konuşmamamı tembihliyor.”

Akıllı çocuk.

“Baban haklı. Breaker’ın arkadaşıyım. Emin olman için gidip onu bulmamı ister misin?”

“Hayır, gerek yok. Bir şey yapmaya kalkışırsan çığlık attığım gibi en az on adam seni öldürmeye buraya gelir,” dedi küçük kız tamamen açık sözlü bir tavırla.

Onunla iyi anlaşacağımıza şimdiden emindim.

“Ben Angel,” diye devam etti. “Ve teke tek harika olur. Ben kız olduğum için erkekler benimle oynamıyor ve kızların hepsi berbat.”

Ona ciddi bir ses tonuyla, “Erkeklere haddini bildirene kadar birlikte çalışmamız gerekecek ve sonrasında tüm kızlar seni kıskanacak,” dedim.

Bu planın hoşuna gittiğini söylediğinde bir arkadaş daha edinmiş oldum.

İki günde iki arkadaş. Son yirmi yıldır farklı iki arkadaşım olmadığı için bu yeni bir rekordu. Ne zaman bir şeyler fazla yolunda gitse zihnim tıpkı şu an olduğu gibi alarm verirdi ama bu kez bu sesleri görmezden gelmeye kararlıydım.

Continue to the next chapter of Jekyll ile Hyde

Discover Galatea

Geçmişte Saklı EvGünahkârlar ve CasuslarFırtınaİyilik Meleği A.Ş.:Kristal KomutanKara Orman'a Dönüş

En Yeni Yayınlar

Noel Ruhuİyilik Meleği AŞ: Bonus İçerikSeroje: Gören GözViking Kralı'na Aşık Olmak ve Diğer Kötü KararlarHarley’nin Ateşi