
Dokunuş: Yara Bere
Sırıtarak bir adım daha yaklaştı, parfümü burun deliklerimi istila ediyordu.
Sırılsıklam tişörtünün altındaki mükemmel karın kasları gözlerime âdeta şölen yaşatıyordu.
Elimdeki hortumu uzaklaştırıp kulağıma fısıldamak için eğildi.
“Vücudumu görmek istiyorsan üzerime su fışkırtmana gerek yok. Sorman yeterli.”
Yeni bir başlangıca ihtiyacı olan Haley, küçük bir kasabada villa temizleme işine girer. Ancak yeni iş arkadaşıyla tanışınca keyfi kaçar. Son derece seksi olan Axel kendini beğenmiş pisliğin tekidir. Haley bu kibirli adamdan nefret etse de onu düşünmeyi bir türlü bırakamaz.
Dokunuş Evreninden
Yaş Sınırı: 18+
Kibirli Yunan Tanrısı
HALEY
Nefes nefese uyandım. Bir el boğazımı sıkarken ciyaklıyordum, ancak birden bunun kendi elim olduğunu fark ettim.
Terlemiştim. Temiz havayı içime çekerken üzerimdeki battaniyeyi attım ve ayağa kalktım. Tam karşımdaki pencere okyanusa bakıyordu. Sahil boyunca uzayıp giden beyaz kumlara bakarken hızla çarpan kalbim yavaşlıyordu.
Göz kapaklarımın altında gizlenen Manhattan görüntüleri yavaşça kayboldu.
“Kızım, kendine gel.”
Sesim küçük kulübede yankılandı. Normalde rahat olan bu yer birden bana boğucu gelmeye başlamıştı.
Pijamalarıma baktım. Üzerimde çizgili, bol bir şort ve eski, pamuklu bir tişört vardı. Gayet makuldü. Dışarıya çıkmadan önce ayağıma bir çift terlik geçirdim.
Serin okyanus havası sinirlerimi yatıştırıyordu. Kapımı kilitlemeden arkamdan kapattım. İş arkadaşlarımın ve en yakın arkadaşlarımın arasında yaşamak bazı formaliteleri göz ardı etmek anlamına geliyordu. Örneğin kapımı kilitlemek ya da düzgün kıyafetler giymek gibi şeyler burada önemli değildi.
Normalde yönetici olarak çalıştığım lüks villalarda yaşamayı sevsem de, bu sabah biraz bunaltıcıydı. Kafamı boşaltmak için mahremiyete ihtiyacım vardı.
Ufuk çizgisine doğru bakarak saatin kaç olduğu konusunda bir tahmin yürüttüm. Saat altı civarlarında olmalıydı. Huzur dolu bir sabah yüzmesi için tam zamanıydı. Kulübemin arkasından dolaşıp sahile doğru ilerledim. Tanrı’ya şükür ki boştu.
Terliklerimi fırlatıp şortumu çıkarırken sıcak kum ayak parmaklarımın arasından kayıyordu. Aşağıya uzanırken etrafta beni izleyen kimse yoktu. Uzuvlarımı esnetirken hareketin sebep olduğu hafif yanma hoşuma gidiyordu. Suya doğru koşarak kendimi huzur dolu dalgalara bıraktım.
Yüzmek tam da ihtiyacım olan şeydi ama yine de suyun sükûneti gördüğüm rüyanın etkisinden kurtulmama, Dereck’ten kurtulmama yardımcı olmuyordu.
Geçen altı ay ve aramızdaki binlerce kilometre eski sevgilimi unutmama yetmiyordu. Bana yaşattığı onca şeyden sonra bile… Gözyaşlarıyla dolu sayısız geceden ve uzun süre geçmeyen morluklardan sonra bile kalbimin bir parçası onun tanıdık sıcaklığını…
Dereck Blackstone’un kız arkadaşı olmanın rahatlığını özlüyordu.
Benliğim o kısmından nefret ediyordum.
Dereck seks hayatımı bile mahvetmişti. Bekârdım, etrafım sevimli sörfçüler ve turistlerle çevriliydi ama cinsellikten tamamen uzaktım. Seksten soğumuştum.
Okyanustan çıkıp kıyafetlerimi bıraktığım yere geri döndüm ve kıyafetlerimi kollarımın arasına aldım. Serin bir esinti bana ne kadar çıplak olduğumu hatırlatınca üstümü değiştirmek için koşarak kulübeme girdim.
“Kahretsin, neden çalışmıyorsun?”
Kahve makinesinin kolunu salladım ama nafile.
Küçük personel mutfağı, şirketteki bütün çalışanların kahve ihtiyacını karşılayan tek kahve makinesine ev sahipliği yapıyordu. Dürüst olmak gerekirse bu kadar uzun süre dayanması bir mucizeydi.
Neyse, Sea Salt Cafe’nin kahveleri iyiydi. Çantamı kaptığım gibi dışarıya çıktım ve bisikletime atladım. Doğruca işe gitmeyi planlıyordum ama kahve her zaman önce gelirdi.
Beş dakika sonra bisikletimi yerel kahve dükkânının önüne park ettim ve sabah kahvelerini içmek için bekleyen yerlilerin arasına katıldım. Kavrulmuş kahve çekirdeklerinin kokusu beni âdeta canlandırıyordu. Mekâna hâkim olan tanıdık telaş içimi huzurla doldururken birden telefonumun titrediğini fark ettim.
“Hey Lee!”
Bana taktığı lakap karşısında homurdandım. Arayan en iyi arkadaşım Adele’di. Sesi neşeli geliyordu.
“Kız kıza vakit geçirmeye ihtiyacım var, neredesin? Büyük etkinliğinle ilgili detayları duymak istiyorum!”
“Lütfen şuna büyük etkinlik deme... Beklentileri çok yüksek tutmak istemiyorum. Gösterişten uzak bir gece olacak. Kokteyller, çöpçatanlık… Hepsi bu.”
“Elbette,” diye cevap verdi ikna olmamış bir şekilde.
Tam cevap vermek üzereydim ki arkamdan sinirli bir öksürük sesi duydum. Sipariş verme sırası bana gelmişti.
“Kahretsin Del, kapatmam gerek. Kahvemi alınca ararım.”
“Hmm, merhaba şey alabilir miyim...” diye devam ederken tanıdık gelen bir şey var mı diye hızla tahtayı tarıyordum ama hiçbir şey bulamıyordum.
“Dedikodu yapmak yerine dikkatini önüne verseydin ne sipariş edeceğini bilirdin ve şu anda sırayı bekletmiyor olurdun.”
Arkamdaki sesi duymazdan gelerek rastgele iki tane kahve sipariş ettim.
Arkamdaki kişinin sabırsızca ayağını yere vurduğunu duyduğumda özgüvenim sarsıldı.
“Bakın, sipariş verdim. Bir saniye içinde yolunuzdan çekileceğim,” dedim sinirli bir şekilde. Aslında niyetim bu şekilde tepki vermek değildi.
Tıkırtı hiç kesilmeden devam edince o kişiyle yüz yüze gelmek için arkamı döndüm.
Ya da en azından arkamı dönmeyi denedim.
Yeni aldığım botlarımın bağcıklarına takılıp düşerken bir yüz yerine bir göğüsle karşı karşıya geldim. Belimi sıkıca tutan ve beni sabit tutan büyük eller beni yüzüstü düşmenin utancından kurtardılar.
Beni hafif sedir kokan sıcak gömleğe bastırırken acaba geri çekilmesem mi diye düşünüyordum. Bu noktada hangisinin daha alçakgönüllü bir hareket olacağını bilemiyordum.
Bu yersiz düşünceden sıyrılarak ellerimi önümdeki geniş göğsün üzerine koydum ve kendimi geri ittim.
Yani geri itmeye başlamıştım.
“Bunun için çok üzgünüm…”
Karşımdaki görüntü karşısında durdum.
Başımı geriye doğru eğdiğimde şimdiye kadar gördüğüm en çarpıcı çift gözle karşılaşmıştım. Bayık bakışları ve koyu mavi gözleri ruhumun derinlerine işliyordu sanki.
Kekeleyerek özür diledim.
Ama adam umursamaz bir şekilde arkasına baktı.
Sonunda bana dönüp vücuduma bir bakış attığında tuttuğumu fark etmediğim bir nefes verdim. Tek eliyle iki bileğimi kavrayıp göğsündeki ellerimi iterken beni geriye doğru sendelemeye zorladı.
Aramızdaki bu mesafe bana onu ölçüp biçme, daha doğrusu onu süzme fırsatı veriyordu.
Sabırsız biri olabilirdi ama o kadar yakışıklıydı ki! Kestane rengi asi bukleleri yüzüne düşüyordu. Dudak uçuklatan gözlerinin tam ortasında mükemmel bir burun ve burnunun altında dolgun dudaklar yatıyordu. Yüzü bir Yunan heykelinden fırlamış gibiydi.
Ve vücudu… Vücudu da aynı derecede güzeldi. Ağırlığını sağa verirken ince tişörtünün altından gergin kaslarının hatları görünüyordu. Ve o kollar... Kendimi tutamayıp yutkundum.
“Nereye gittiğine dikkat et.”
“Nereye gittiğime dikkat mi edeyim? Dikkatimi dağıtan sensin!”
“Ah, baş döndürücü olduğumu mu düşünüyorsun?”
“Ne? Öyle demedim. Sözlerimi çarpıtıyorsun.”
“Öyle mi? Kendini resmen üzerime attın. Her şey çok açık.”
Ağzım bir karış açık kalmıştı. Sözleri karşısında yanaklarımın kızardığını hissedebiliyordum.
Birden vücudumun ona verdiği tepkinin farkına vardım. Haksız değildi, onun yüzünden dikkatim dağılmıştı.
Elleri gevşek bir şekilde yanlarında duruyordu. Belimi tutarken tenimdeki baskıyı hissedebiliyordum. Elleri nazik ama güçlü bir şekilde beni yerimde tutuyordu.
Elleri vücudumun geri kalanında gezinirken nasıl hissederdim acaba…
Sanki aklımdan geçen edepsiz düşünceleri okuyabiliyormuş gibi, katlanılmaz derecedeki yakışıklı suratında kendini beğenmiş bir sırıtma belirdi.
Yanından geçerek kapıya doğru yürümeye başladım.
“Bir şey unutmuş olabilir misin?”
Tezgâhta ismimin yazılı olduğu, soğumakta olan pahalı kahveleri hatırlayınca durdum. Arkamı dönüp hızla sıranın önüne yürüdüm ve hayattan bıkmış baristaya teşekkür ettikten sonra kuyruğumu kıstırarak oradan kaçtım. Anasını sattığımın haysiyeti.















































