Ivana Vanessa Jameson
LUCY
İster kocaman bir yatak odasına, ister zindana olsun, bir yere zorla kapatılmak korkunç bir şeydi. Muhafız, beni Alfa kralının yatak odasına getirince dikkatimi çeken ilk şey, odanın ne kadar büyük olduğu oldu.
Buranın bir yatak odasını olduğunu, devasa pencerenin yanındaki geniş yatağı görene kadar anlamamıştım. Duvardaki düz ekran televizyon da dâhil olmak üzere, odadaki her şey kocamandı. Büyük şeyleri severdim, ama bu biraz abartıydı.
Duvarlar hoş bir gri tonuna boyanmıştı. Odanın sol tarafında, tüm duvarı kaplayan büyük bir pencere vardı. Kralın manzaraya düşkün biri olduğunu tahmin ettim, çünkü bu pencereden de sisle kaplı muazzam dağlar görünüyordu.
Etrafta dolanıp eşyalarını inceledim. Çok gizemli bir yaratıktı. Genelde insanlar, odalarına ailelerinin ya da arkadaşlarının fotoğraflarını koyardı, ama bu adamın odasında o tarz bir şey yoktu. Tek bir aile fotoğrafı bile göremedim.
Odası çok boştu, ev hissi vermiyordu. Bu likan kralı kimdi böyle?
Yatağına oturup saatlerce bekledim, ama beni buraya getiren muhafız dışında kimse gelmedi. O da yemek getirmek için gelmişti.
Yemek getirdiği için çok sevinmiştim. Kimsenin açlıktan ölmemi ya da hayatta kalmamı umursadığını sanmıyordum. İç geçirdim. Güneşin batıp yerini dolunayın güzelliğine bırakmasını seyrettim.
İç çekip ayağa kalktım. Karanlık çöküyordu, odanın ışığını açmam gerekiyordu. Ama bu, sandığımdan daha zor bir iş olacak gibiydi.
Oda çok büyüktü. Karanlık çökmeye devam ederken ışığın düğmesini aramaya devam ettim. Neyse ki ay ışığı odayı hafifçe aydınlatıyordu.
En azından körlemesine dolaşmıyordum. Düğmenin duvarda bir yerde olduğunu umarak kapıya doğru yürüdüm.
Düğme hemen oradaydı. Tam ışıkları açmıştım ki, kapı büyük bir hızla açılıp yüzüme sertçe çarptı.
Sendeleyerek geri çekilirken, “Ah!” diye çığlık attım. Az daha düşüyordum, ama neyse ki kapıyı yüzüme çarpan kişi, düşmemem için kollarımdan tutmuştu.
Alnımı tuttum, en çok orası acımıştı. Moraracağı kesindi. Kim olduğuna bile bakmadan, “Kapıyı kim böyle açar ki? Nesin sen, özel harekât falan mı?” diye söylenmeye başladım.
Gerçekten çok kızmıştım. Gerçekten kim kapıyı öyle açardı ki? Beni tutan kişinin kollarından kurtulmaya çalışırken, “Ah! Lanet olsun! Canım acıyor,” diye söylenmeye devam ettim.
“Şuna bir bakayım,” demesiyle gözlerim kocaman açıldı. Karşımdaki likan kralıydı! Yüzüne bakıp alnımı incelemesine izin verdim.
Gözlerime bakarak, “Sorun yok, ama orası moraracaktır,” dedi. Başımı çabucak sallayıp kollarından kurtuldum. Bu kez beni serbest bıraktı.
Birkaç adım geri çekildim, o da yanımdan geçip ilerledi. Pencereye doğru yürüyüp dolunayı izlemeye başladı.
Alaycı bir tavırla, “Kapının dibinde ne yapıyordun ki? Kaçmayı falan mı düşünüyordun bakalım?” diye sordu. Kaçmaya çalışsam bile fazla uzaklaşamayacağımı biliyordu.
Arkasından göz devirdim. Sıkkın bir tavırla, “Tabii ki hayır, Alfa. Bunu denemeye bile cesaret edemem. Ben sadece ışığı açmaya çalışıyordum,” diye açıkladım.
Bu yaratığın, benim aptal olduğumu düşünmesine gerçekten sinirlenmiştim. Kaçmayı planlıyordum, ama bunun için çok erken olduğunu biliyordum.
Arkasını dönüp bana bakarak, “Anlıyorum,” dedi. “Bana ya da başka bir kurt adama hitap ederken kelimelerine biraz daha dikkat edebilirsin. Ben artık senin kralınım ve sen sabrımı zorlamaya başladın.”
Güçlükle yutkundum. Beni zor zamanlar bekliyordu. Çünkü pek çenesini tutabilen biri değildim. Biri beni kızdırınca ağzıma geleni söylemeden edemiyordum.
“Peki, Alfa kral. Söylediklerime ve ses tonuma dikkat etmeye çalışacağım.”
“Güzel, bundan sonra her gece bu odada, yerde yatacaksın. Ben uyurken beni rahatsız etme. Kurdum, özellikle de dolunayda rahatsız edilmekten hiç hoşlanmaz,” dedikten sonra şifonyere doğru yöneldi.
Nasıl bir zarafetle yürüdüğünü düşünmeden edemedim. Her bir hareketi o kadar asildi ki, tam bir soyluydu. Hiç utanmadan soyunmaya başlayınca sırtımı döndüm. Kahrolası kurt adamlar!
Alaycı bir tavırla, “Ah, tabii ki. Koskoca likan kralını uyurken rahatsız eder miyim hiç?” diye cevap verdim.
Bana yerde uyumamı, yere oturmamı söylemesi, sanki uyuyan bir likanı rahatsız edecek kadar salakmışım gibi davranması gerçekten sinirime dokunmuştu. Beni ne zannediyordu?
Arka tarafımdan, “Benimle alay mı ediyorsun, insan?” diye sorunca yerimden sıçradım. Gerçekten çok hızlı hareket ediyordu, nefesini kulağımın dibinde hissedebiliyordum.
İyice alay eder gibi bir tavırla, “Ah, buna asla cesaret edemezdim,” diye devam ettim. Neden böyle davrandığımı kendim de anlayamıyordum. Yapmamam gerektiğini biliyordum, ama elimde değildi. Beni resmen sınıyordu. Bu konuda kesinlikle sınıfta kalacak gibiydim.
Homurdandığını duydum, ama yüzüne bakmaya cesaret edemedim. “Fazla küstahsın, küçük insan.”
“Niyetim bu değil, kral.”
Eliyle saçlarımı kavrayıp çekerken, “Peki, o zaman niyetin nedir, küçük insan? Bana karşı çıkarak ne elde etmeye çalışıyorsun?” diye sordu. Bu hareketiyle boynumu kendine yaklaştırmış oldu.
Kalbim hızla atmaya başladı. Bu adamın boynumla ne derdi vardı? Belki de filmlerde gördüğüm gibi, bir tür vampir likandı.
Uzaklaşmak için hafifçe kıpırdayıp, “Hiçbir şey yapmaya çalışmıyorum,” dedim. Sağ kolumu nazikçe kavrayıp beni durdurdu. Bana dokunması, içimde bir şeylerin tekrar hareketlenmesine sebep olmuştu. Nefesimin kesildiğini hissedebiliyordum.
“Öyle mi? O zaman seni ömrünün sonuna dek bu odada tutmam gerekecek. Böylece sürüm, seni vahşice parçalayıp öldüremez. Benim aksime, onlar pek hoşgörülü değildir. En ufak bir kötü söz söylersen, seni paramparça ederler.”
Gözle görülür bir şekilde titredim. Kurtlar tarafından parçalanma fikri beni dehşete düşürüyordu. Çünkü aynısının ailem ile arkadaşlarımın başına geldiğini görmüştüm. Korkunçtu…
Ancak sonsuza kadar onun odasında kilitli kalma düşüncesi de hoşuma gitmiyordu. Yüzüne bakmak için arkamı dönerken, “Kaba davranmayacağım, ama beni sonsuza kadar burada kilitli tutamazsın, Alfa kralı,” dedim. Arkamı dönerek hata etmiştim, fazla yakındık.
Ne kadar yakın olduğumuzu görünce şaşkınlıktan gözlerim büyüdü. Bunu fark eden kral, sırıttı. Bu kadar yakın olmayı beklemediğim için afallamıştım. “Ah, ne istersem yaparım. Sen hiçbir şey diyemezsin.”
Hayal kırıklığı içinde, “Ama... Ama sürünüzdeki kurt adamlara karşı kaba davranmayacağımı söyledim,” dedim.
Sesimi yükseltince kaşlarını kaldırıp, “Bana sesini yükseltme, insan,” diye uyardı.
Göz teması kurmamaya çalışarak, “Özür dilerim...” dedim.
“Sana ne yapacağım konusunda biraz düşüneceğim. Bu esnada, söylediklerimi sorgulamadan ya da fikrimi değiştirmem için yalvarmadan ne dersem onu yapacaksın. Siz insanlar ne kadar zavallısınız! Sinirlerim bozuluyor. Tanrıça bana bir insan eş verirken kim bilir ne düşünüyordu! Anlayamıyorum…” deyip yanımdan uzaklaştı.
Üstü çıplaktı, altında da sadece beyaz bir eşofman vardı. Geniş yatağına uzanıp gözlerini kapattı. Bir süre beyaz tavanı izledikten sonra sırt üstü yatarken uykuya daldı. Çok hoş dövmeleri olduğunu fark ettim.
Dövmeleri, sanatsal ve sembolik görünüyordu. Her birinin ne anlama geldiğini sormayı çok isterdim, ama konuşma hakkı olmayan basit, değersiz bir insan olduğum konusunda bas bas bağırmaya başlardı kesin.
Pencerenin oraya doğru, yerde oturmaya giderken iç geçirdim. Planım, sabaha kadar oturup gökyüzündeki muhteşem ayı seyretmek, öğleden sonra da o dışarıda işlerini hallederken kanepede uyumaktı.
Gece ilerleyince hava iyice soğudu. Üşüyordum, gözümden uyku akıyordu. Uyanık kalmak için çabaladım, ama sonunda uykuya teslim oldum.
Yumuşak yatağın rahatlığını ve sıcaklığını hissedince usulca inledim. YATAK MI?
Gözlerimi şok içinde açtım. Işıklar kapalıydı, muhtemelen kral kapatmıştı. Hâlâ gece vaktiydi ve dolunay tüm odayı aydınlatmaya devam ediyordu.
Karnımda büyük bir el hissedince yavaşça sağ tarafıma baktım. Kralla birlikte, yatakta yatıyordum! Hafifçe horlayarak uyurken çok huzurlu ve sakin görünüyordu. Çıkardığı sesler karşısında gülmemek için kendimi zor tuttum.
Muhtemelen benim için üzülüp beni yatağa yatırmıştı, ama ben yerde uyumam gerektiğini biliyordum.
Kral hakkında öğrendiğim tek bir şey varsa, o da sağı solu belli olmayan bir adam olduğuydu. Uyanıp beni yataktan atabilir ya da bana acıdığına pişman olabilirdi.
Derin bir nefes alıp kaslı, iri kolunu yavaşça karnımdan çekmeye çalıştım. Canavarı uyandırmadan kolundan kurtulmayı başarıp yavaşça doğruldum.
Tam örtünün altından çıkıyordum ki, beni tekrar yatağa çekti. Yeniden yatağa uzanmak zorunda kaldım.
Gözlerini açmadan, duygusuz bir ses tonuyla, “Ben uyurken beni rahatsız etmeme konusunda ne demiştim? Eğer bir kez daha kıpırdarsan fena olur. Uyu, hemen…” dedi.
Gözlerim şaşkınlıktan fal taşı gibi açılmış bir şekilde, “Tamam,” diye fısıldadım.