Brittany Carter
LILLY
Ertesi sabah, yüksek okuldaki iş görüşmem için bavulumdan giysi aramaya koyuldum. Luther’ın teklifini kabul etmiş olsam da yine de bir işimin olmasının faydalı olacağını düşünüyordum.
Tek bir elbisem vardı. Onu da üniversitenin son yılında bir sunumda giymiştim. O zamandan beri biraz kilo aldığım için elbisenin üstüme olup olmayacağından emin değildim ama elimdeki tek şey buydu.
Üstümü değiştirirken kapı çaldı. Hiçbir şey sipariş etmemiştim bu yüzden Luther için geldiğini düşündüm.
Elbisemi giydikten sonra karnımı içime çekerek fermuarımı çekmeye çalıştım ama sırtıma yetişemiyordum. Sinirle kapıya yöneldim.
Kapıyı biraz aralayarak, “Luther, bana yardım edebilir misin?” diye sordum.
Cevap gelmeyince, “Luther?” diye tekrarladım.
Gelirse diye kapıyı açık bıraktıktan sonra, ayakkabı aramak için valizime eğildim. Tam güzel bir topuklu ayakkabı bulmuştum ki arkamdan bir ıslık sesi duyuldu.
Hızla arkamı dönerken valizime takılıp yere kapaklandım. Gülen kişiyi görmek için kapıya baktım.
Luther’ın kardeşi Aaron kapıda dikiliyordu. “Vay canına... Bizim Minik kocaman olmuş,” dedi.
Aaron ile okul arkadaşıydık ve her zaman baş belası bir tipti. Dar elbisemle ayağa kalkmaya çalışırken, “Aman, ne büyük sürpriz!” dedim.
Aaron yanıma gelip elini uzattı. Luther’a çok benziyordu, sadece daha gençti, daha açık renk saçlıydı ve anneleri gibi mavi gözlüydü. Elini tuttuğumda beni kaldırıp sarıldı.
“Seni gördüğüme sevindim,” dedim.
Luther kapı eşiğinden öksürdü. Yüzünde hiçbir ifade yoktu.
“Beni mi çağırdın?” diye sorup Aaron’a baktı. “Sen burada ne arıyorsun? Sen Luther mısın?”
Aaron gülerek, “Hayır, Allah korusun,” dedi ve Luther’ın yanından geçerken ensesine vurdu.
Aaron’ın samimi tavrına gülümsedim. Belki liseden sonra pek olgunlaşmamıştı ama iyi çocuktu.
Luther’a baktığımda o da bana bakıyordu. Elbisemin sırtının hâlâ açık olduğunu hatırladım.
“Fermuarımı çekebilir misin?” diye sordum.
Ben arkamı dönerken yaklaştı. Elbisemin fermuarını çekmeye başladığında nefesimi tuttum. Tenime değen parmakları içimi gıcıkladı. Uzaklaşıp saçımı düzeltirken sessizce, “Teşekkür ederim,” dedim.
Beni tepeden tırnağa süzdüğünü görünce içim bir tuhaf oldu. “Görüşmen saat kaçta?” diye sordu.
“İkide.”
Başını salladı. “Döndüğünde Aaron hâlâ burada olabilir. Dairesinde tadilat olduğu için birkaç gece burada kalacak.”
Omuz silktim. “Sorun değil.”
“Onu okuldan hatırlıyor musun?” diye sordu.
Topuklularımı giyerken cevap verdim: “Tabii ki, hatta aynı sınıftaydık. Hatırlamıyor musun? Yoksa o zamanlar, beni hatırlamayacak kadar havalı mıydın?”
Luther dişlerini yalayarak yumuşak bir dille, “Hatırlıyorum,” dedi.
Gergin bir biçimde, “Tamam,” dedim. “Peki. Sonra görüşürüz o zaman,” deyip evden çıkarak arabama yöneldim.
Yolun yarısında kapı arkamdan sertçe kapanınca irkildim, büyük bir taşa takılıp sendeledim. Luther kolumdan tutup beni doğrulttu. Bacaklarımı silkeleyip ona baktım.
Bana bir değişik bakıyordu. Neden öyle bakıyor? Artık abisinin arkadaşına âşık bir liseli değildim. Yetişkindim.
Hayatını düzene sokması, erkekleri düşünmemesi gereken bir yetişkin...
Gözlerini ilk kaçıran o oldu. Bana bir muz verip boğazını temizledi. “Bunu yolda ye. Görüşmede iyi bir performans göstermek istiyorsan karnın tok olmalı.”
“Teşekkür ederim,” derken bu davranışı karşısında biraz şaşkındım.
“Sana güvenebilir miyim?” diye sordu.
Cevap olarak muzu yavaşça soyup kocaman ısırdım. Bunun ne kadar manidar göründüğünü ancak lokmamı yuttuktan sonra fark ettim.
Luther’ın hiç kıpırdamadan baktığını görünce utandım. Boğazını temizleyip konuşmaya devam etti: “Yine de görüşmeye gitmene sevindim. Planımız olsa bile biraz deneyim kazanman iyi olur.”
“Aynı babam gibi konuştun,” diye takıldım.
Bir an bocaladı. “Belki de... Planımızı Aaron’a anlatmasan daha iyi olur. Henüz değil. Biraz gevşek ağızlıdır o yüzden bunu gizli tutacağı konusunda emin değilim.”
Omuz silktim. “O, senin kardeşin. Aslında, bu planın tamamı senin işin. Bana ne yapmam gerektiğini söyle yeter.”
Luther başını sallayıp beni bıraktı. Eve dönerken koyu renk saçları güneşin altında parlıyordu. Arabamı çalıştırmadan önce ona biraz gereğinden uzun bakarken yine bir şeyler hissettim.
LUTHER
Aaron mutfak tezgâhında oturmuş, bana şaşkın şaşkın bakıyordu.
“Neden Lilly ile aynı evde yaşıyorsun?” diye sordu.
Ben de bir sandalyeye oturdum, önümde Çin yemeğinden kalanlar duruyordu. “Burası onun ağabeyinin evi. Bu konuda laf etme şansım yok.”
Aaron erişteden atıştırırken gözlerini benden ayırmıyordu.
“Neden öyle bakıyorsun?” diye sordum.
“İnan, bilmiyorum,” diye cevapladı, masaya hafifçe vurarak. “Başka bir ev tutacak kadar paran var. Bence ondan hoşlanıyorsun.”
Az kalsın yemeğimi püskürtüyordum. Lilly’den hoşlanmıyordum. Tabii ki son gördüğümden beri serpilmişti ama hâlâ biraz gıcıktı, fazla heyecanlıydı ve sonuçta Chad’in kız kardeşiydi.
Toplum içinde sevgilim gibi davranmasını isteyeceksem zaten hoşlanamazdım.~ Gerçek duygular işin içine girerse işler karışırdı.
“Saçmalama,” diye cevap verdim. “Ondan hoşlanmıyorum. Sadece aynı evde yaşadığımız için nazik davranmaya çalışıyorum.”
Aaron bana pek inanmamış gibi dudaklarını büzdü. “Peki, öyle diyorsan öyledir. Ona çıkma teklif etsem sorun olur mu?”
Yine az kalsın yemeğimi püskürtüyordum. Aklımdan bir sürü bahane geçti, onu susturmak istedim, ona hayır demek istedim ama sonuçta, Lilly’nin kiminle çıktığına karışamazdım. Onun sahibi değildim.
Ancak, insanlar Lilly’nin benimle birlikteyken kardeşimle çıktığını öğrenirlerse planım suya düşerdi. Bu tür bir aile meselesi gazeteleri haftalarca meşgul ederdi.
Yüzüm bir tuhaf olmuş olmalı ki Aaron güldü. “Merak etme. Rahatsız olacaksan siz ayrı evlerde yaşayana kadar beklerim.”
“İyi fikir,” dedim, yemeğimi bitirirken. “Hem ikimiz de biliyoruz ki ’çıkma teklifi’ derken aslında ’onunla yatmaya çalışmak’ demek istiyorsun. Evimde böyle şeyler duymak istemiyorum.”
Aaron kahkahayı bastı. “Yapma, Luther! Ben kızlarla sadece yatmaktan daha fazlasını yaparım. En azından çıkmaya çalışırım. Savannah’dan beri seni bir kadınla görmedim.”
O ismi duymak içimi sızlattı. Son zamanlarda ilişkiler hakkındaki tüm bu konuşmalar yüzünden Savannah’yı daha çok düşünür olmuştum. Ayrılığımızın üstünden yıllar geçmişti ama o zamanlar onun “doğru kişi” olduğunu sanıyordum.
Sonra beni aldattı, yeni meşhur olmuş bir country müzik şarkıcısı için terk etti. Ayrılık acısını atlamıştım ama o zamanlar… Ona güvenmiştim. Onu sevmiştim. Belki de bu yüzden uzun zamandır kimseyle çıkmıyordum.
Aaron düşüncelerimi bölerek, “Seni üzmek istemedim,” dedi.
“Sorun değil. Haklısın, uzun zamandır ciddi bir ilişkim olmadı.”
Aaron boş yemek kutusunu çöpe atarken, “Yüzmeye gidelim mi? Uzun zamandır plaja gitmedim,” dedi.
Bilgisayarımı açıp gelen onca e-postayı görünce işimi hatırladım. Scotty ve şimdi de Penelope ile ilgili sızıntılardan sonra eğlenmeye vakit ayıramazdım.
Aaron beni şakacıktan kafakola alarak, “Hadi ama!” diye üsteledi.
İşin biraz bekleyebileceğine karar verdim. Aaron’ın kollarından kurtulup onu tezgâha doğru ittim. “Sahile kadar yarışalım.”
***
Aaron ile plajda çok eğlenmiştik. Kasabadaki Japon restoranından sipariş ettiğimiz yemeğimiz geldiğinde Lilly de yüzünde kocaman bir gülümsemeyle eve girdi.
“İşi kaptın mı?” diye sordum, onun için sevinerek.
“Evet! Gelecek pazartesi başlıyorum. Tam zamanlı değil bu yüzden kendi evimi tutabilmek için para biriktirmem biraz zaman alabilir ama bu da bir başlangıç.”
“Tebrikler,” diye gülümsedim.
Yanımdan geçerken koluma değdiğinde içim gıcıklandı. Aaron ile daha önceki konuşmamızı hatırlayınca kendimi tuhaf hissederek hemen geri çekildim.
Aaron’ın ağır ayak sesleri dikkatimi çekti. Lilly’nin önünde durup ona sarıldı. Keşke ben de onlar gibi insanlara bu kadar kolay dokunabilseydim.
Yine de insan kendi kardeşini kıskanmamalıydı.
Aaron koltuğa atlayıp televizyonu açarken, “Yemek yerken film izleyelim. Patlamalı bir şeyler olsun. Lilly’ye seçtirirdim ama o, sadece aşk hikâyelerini seviyor,” dedi.
Lilly de, “Haklısın,” dedi. “Ama güzel bir aşk hikâyesi izlemek istemekte ne var ki?”
Aaron yüzünü ekşitti. “Sana o filmlerdeki adamlar gibi davranacak birini bulursan yüz dolar veririm.”
Lilly, onun karşısındaki ikili koltuğa oturdu. “Sen yine de yüz dolar kazanma hevesimi hafife alma.”
Aaron güldü.
“Ama filmlerdeki gibi bir adam bulursam,” diye devam etti Lilly. “Yüz dolara ihtiyacım olmaz çünkü çok özel bir şey bulmuş olurum.”
Aaron TV uygulamalarına bakarken yanına oturdum. Lilly ızgara karidesten bir ısırık alıp keyifle inledi.
Bana baktığında karnımda kelebekler uçuştu.
Çok saçmaydı. Ondan hoşlanmam çok çocukçaydı. Aptalca ve bencilce bir hareketti.
“Cevap verecek misin?” Aaron’ın sesi düşüncelerimi böldü.
Elimde titreyen telefona baktığımda ekran Henry’nin adını gördüm. Lilly’nin bana baktığını hissedebiliyordum ve yemekten başka bir şey için açlık duyuyordum.
“Henry,” dedim telefona. “Seni sonra arayabilir miyim? Akşam yemeği yiyorum.”
Hırıltılı bir şekilde güldü. “Oh, ne âlâ! Demek yemek yiyorsun? Bütün gün sana ulaşmaya çalıştım. ’Bir şekilde halledeceğim,’ deyip sonra ortadan kayboldun. Penelope sözleşmeyi bozacağını söylüyor, haberin var mı?”
Derin bir nefes alarak, “Bir planım var,” dedim. Aaron’a baktım, ona söylemeye hazır değildim. “Şu an konuşamam. Sana e-posta atacağım, tamam mı? Avukatlarımızı işe koymamız lazım.”
Ben telefonu kapatırken Lilly hemen gözlerini kaçırdı.
Benden çok daha gençti. En iyi arkadaşımın kız kardeşiydi. Yakında benimle vakit geçirmesi için ona para ödüyor olacaktım. Adil bir ilişki değildi. O, normalde benim için yasak bölgeydi.
Ama ona yakın olmak beni artık huzursuz ediyordu, uyarıldığımı hissediyordum.
Yanlıştı.
Çok, çok yanlıştı.
Ama beynime sorsanız çok mantıklıydı.