
İyilik Meleği A.Ş. 8: Kaostan Deliliğe
Evren çöküşün eşiğindeyken, onu utangaç bir kız ve son demlerini yaşayan bir Peri Baba'dan daha iyi kim kurtarabilir? Bir zamanlar İyilik Meleği A.Ş.'nin yıldız oyuncusu olan Pierce artık hızla eriyor ve düşmanın tuzağı gerçekliği parçalamakla tehdit ediyor. April mı? Onun tek bir görevi var: Pierce'ı tuzaktan kurtarmak; “A Planı” inatçı bir umuttan ibaretken bunu söylemek yapmaktan daha zor. Bu yürek hoplatan, merakla beklenen finalde aşk, kader ve peri masalları hakkında bildiğiniz her şeyin alt üst olmasını bekleyin. Başarısızlık mı? Sonsuz karanlığa razı değilseniz, bu bir seçenek değil.
Bölüm 1
KİTAP 8: Kaostan Deliliğe
MİRAS DERNEĞİ’NİN, DİĞER ADIYLA MİRAS A.Ş.’NİN YÖNETİMİ DEVRALMASINDAN 15 YIL SONRA
APRIL
Bugün tam on beş yıl oldu.
O yüzden bugün çok önemli bir gündü.
Dikkatle ofisimin penceresinden dışarıya bakarken kalbim küt küt atıyordu. Yemin ederim, günün birinde yakalanıp vatana ihanetten sürgün edilecektim. Beni alıp dövecekler, bir yerlerime sıkıp sonra da Altıncı Kapı’nın ardındaki vahşi canavarlara yem edeceklerdi. O kapının ardından ne olduğunu hayal bile edemiyordum.
Protokolü ihlal eden çalışanlardan duyduğum kadarıyla orada dehşet verici cezalara katlanmışlardı. Yıllardır ipin üzerinde yürüyordum, kimliğimin meydana çıkmasından korkuyordum.
Silahlı askerlerin, metal kabzalarındaki silahlarıyla ofisimin önünden geçişini izlerken dudaklarımdan titrek bir nefes daha kaçtı. Mükemmel bir ritimle yürürlerken çıkan tıkırtılar çok tanıdıktı. Sanki uzaydaki savaş komuta merkezinde yürüyorlardı. Rahatlayarak sessizce gözlerimi kapattım. Kimse benden şüphelenmediği ve küçük ofisimi basmadığı için şükrediyordum.
Zamanım kısıtlıydı, doğru anı bekliyordum. Ofisimi basarlarsa yüzlerindeki şoke ifadesini merak ediyordum.
Ofisime bakarken keskin bir nefes aldım. Yıllardır titizlikle topladığım bütün kanıtlar buradaydı. Ben herkesin son umuduydum, tabii hâlâ umut diye bir şey varsa. O kadar uzun zaman olmuştu ki artık çabalarımın görmezden gelindiğini hissediyordum. Zoya’ya elimdeki kanıtlardan bahsettiğimde o bile bana donuk, mesafeli bir bakış atmıştı. Son zamanlarda kimse komplolarımla ve teorilerimle ilgilenmiyordu, sanki bunları duymaktan bıkmış gibilerdi.
Ama önemli değildi. Hâlâ Pierce’ın dışarıda bir yerlerde olduğuna inanıyordum.
Bir yerlerdeydi.
Öyle olmak zorundaydı.
Derin bir nefes aldım. Pierce’ın ıssız bir gezegende on beş yıl boyunca hayatta kalabilmesinin imkânsız olduğunu düşünüp moralimi bozmak istemiyordum. Yani, daha önce hiç kimsenin böyle bir durumdan sağ çıkmadığının farkındaydım. İnsan ya susuzluktan ölürdü ya da bir canavarın akşam yemeği olurdu. On beş yılın sonunda hâlâ nefes aldığını düşündüğüm için delirmiş olmalıydım ama içimde Pierce’ın bu şekilde ölmeyi kabul etmeyeceğine dair bir his vardı.
Onu kelepçeleyip götürdükleri günden beri pes ettiğini düşünmeyi kendime yasaklamıştım. İnsan isterse her şey mümkündür, değil mi?
Elbette, tehdit edilmişlerdi. Çizgiyi birazcık aşarlarsa çocuklarının başına kötü şeyler gelecekti. Bu itaat etmeleri için mükemmel bir korkutma yoluydu. Bu Vincent’ın tipik zorbalıklardan biriydi. Pierce sürgün edildikten sonra zorba herifin teki olup çıkmıştı. Yalanları ve örtbaslarıyla Evreni kontrol ettiğini sanıyordu. Bunu size saatlerce anlatabilirdim.
İyi sandığımız Vincent kötü çıkmıştı.
Ama beni hafife alıyordu. Onun için en büyük tehdit olduğumu fark etmiyordu.
Mahkeme duruşmasında küçüklüğümden beri idolüm olan adamın ölüm cezasına çarptırıldığına şahit olunca kendime bir söz vermiştim. Zora’yı Pierce’a ihanet etmesi için kandırıp ona karşı kullanmışlardı. Ama bu hikâyeyi başka zaman anlatırdım. Şu anda o acıyı deşecek enerjim yoktu. Zora Pierce’ı sürgün etme davasında kilit kişi olduğunda Pierce’ın yüzündeki ifadeyi unutamıyordum. Vincent’la Zora’nın iyilik meleği kız kardeşleri onu bir güzel manipüle etmişlerdi.
Derin bir nefes alıp bu anıları hızla bir kenara ittim.
Küçük utangaç, çirkin April. Hiçbir şeyin peşinde değildi.
Hiçbir şeyin.
“Başka tarafa bakın, sizi piçler,” diye fısıldarken masama doğru yürüdüm. Beni muhasebe bölümüne taşımışlardı, aptallar. Bu, bilgisayarlara ve sistem dosyalarına erişimim olduğu, evraklardaki tutarsızlıkları bulmak için yıllarım olduğu anlamına geliyordu.
Tanrım! Neler bulduğuma inanamazsınız.
Bulduğum şeyleri bilseler beni anında öldürürlerdi. O kadar suç vardı ki kanıtların yakılmamasına şaşırmıştım. Ama karıncayı bile incitmeyecek, saf April dışında herkes kovulmuşken neden böyle önlemler alsınlardı ki? Yeni çalışanları eğitecek birine ihtiyaçları vardı ve yazılımı bilen birinin kalması gerekiyordu. Bu yüzden kendilerine sorun çıkaracak son kişiyi seçmişlerdi.
Beni.
Kötü bir hamleydi.
Hesaplarda tonla dikkatsizlik vardı. Şimdi bile Alfa görevlerinde oynamalar yapıyorlardı. Derneğin yüzde yüz başarı oranı, kırılan rekorlar ve yüksek Göksel Saray’dan alınan olağanüstü onur ödülleri…
Homurdandım. Ne lanet bir yalandı. Sadece Pierce bu başarılara ulaşabilirdi.
Yüzde kırklık bir başarı oranı yakaladıkları için şanslıydılar. Bu yaptıkları kabul edilemezdi. Biri bunu öğrense, Vincent’ı o kadar hızlı postalarlardı ki güneş yörüngesinden kayıp patlardı.
Bu daha önce görülmemiş bir şeydi.
Eskiden İyilik Meleği A.Ş.’de çalışan herkes kötü adamları kasten öldürmenin büyük kelebek etkileri yaratabileceğini bilirdi. Bir gün bütün bunlar Vincent’ın elinde patlayacaktı. Bu olay örtbas edemeyeceği kadar büyüyecekti. Evrenler zincirleme bir reaksiyon gibi bundan etkilenecekti. Bu tür şeylerin yasak olmasının bir nedeni vardı. Bu evreni çevreleyen enerji o kadar büyük zarar görecekti ki, evren kalıcı olarak hasar görebilirdi.
Bu dehşet vericiydi.
Bu insanlar aklını mı kaçırmıştı?
Pierce’ı sahtekâr olarak yaftalayıp Vincent’ı gerçek dâhi tasarımcı olarak övüyor, onu onurlandırıyorlardı. Vincent’ın tasarımları korkunçtu. Pierce’ın eskiden yaptıklarına hiç benzemiyordu. Şık, sade ve sıkıcı tasarımları Pierce’ın tasarımları gibi bir kadının vücuduna uymuyordu. Pierce’ın uçuk ve cüretkâr tasarımları muhteşemdi. Vincent’ınkiler ise… Çok basitti.
Vincent’ın hayatta kalıp acı çekmesini istiyordum. Ama böyle bir şey Vincent’ın ölümüyle sonuçlanabilirdi. Bu proje Evrendeki en yüksek mahkeme olan Yüksek Göksel Saray’ın dikkatine sunulursa kıyamet kopardı.
Yani, evet. Odamı basmalarını istemiyordum.
Vincent için kelimenin tam anlamıyla en tehlikeli kişi bendim ve Vincent’ın başına geleceklerden haberi yoktu. Masama oturdum ve uzun bir nefes aldım.
Vincent’ı alaşağı etmeye ant içmiş olan Jensen ile yakın bir şekilde çalışıyordum. Bugün bizim için önemli bir gündü. On beş yıldır bugünü bekliyordum. Masamın kilidini açtım ve gizli bölmeden eski bir İyilik Meleği A.Ş. Sevgili kolyesi çıkardım. Zihnimi ona bağlayıp hâlâ çalışan büyülü telefon hattından Jensen’ı aradım. Dion tüm bu zaman boyunca hatları aktif tutmayı başarmıştı. Vincent bu teknolojinin sorunlu olduğunu iddia etse de hiçbir şey İyilik Meleği A.Ş.’nin teknolojisini geçemezdi.
Sorunlu olan Vincent’tı.
Jensen’ın cevap vermesini bekliyordum.
“Jensen,” diye fısıldadım. “Bugün ölüm belgesini yayınladılar, bizzat gördüm.”
“Evet!” dedikten sonra sesimi alçalttım. “Yanındaki Delilah mı?”
“Merhaba,” diye fısıldarken sırıtıyordum. “Jack’e de haber ver. Pierce’ın konumu ve birkaç şekil değiştireni bulmak için harekete geçsin. Onlar olmadan bunu yapamayız. Umarım bu gece Babsi dolunayda süper görüşünü güzel kullanır.”
Sinirlerimin gerildiğini hissederek titrek bir nefes aldım. “Evet.”
“Yapacağım. Merak etme. Benden şüphelenmiyorlar.”
Gözlerimi devirdim.
Bu ikisi bu uzun bekleyişi katlanılabilir hâle getirmişti ama Vincent aynı zamanda onlara da kazık atmıştı. Vincent’ın ekibinin son madalyon parçasını alıp bir yere sakladığını biliyordum çünkü madalyon olması gereken yerde değildi. On beş yıldır onu aramamıza rağmen hiçbir şey bulamamıştık, ki bu çok saçmaydı.
Vincent Jensen’dan nefret ediyordu. Madalyonun Vincent’ta olduğuna dair hayatım üzerine bahse girebilirdim.
Bu aksiliklere rağmen, şükürler olsun ki ellerindeki madalyon parçalarıyla Jensen’la Delilah iyi yaşamışlardı. Tek kötü yanı Jensen’ın madalyon bulunana kadar çocuk sahibi olamamasıydı. Bu yüzden durum onlar için çok daha kişiseldi. Çocuk istiyorlardı ama birbirlerine karşı o kadar büyük bir sevgi besliyorlardı ki bunun üstesinden geliyorlardı. Bir an birbirlerinin boğazına, sonra birbirlerine sarılıyorlardı. Bu da onların sevgi diliydi işte.
Biriyle böyle bir bağ kurmanın nasıl bir şey olduğunu bilmediğim için yüzüm ısındı. Çıldırıp kaçmadan önce sadece dört kez ikinci aşamaya geçebilmiş saf bir bakireydim. Hayatım boyunca aşırı korumacı olmuştum, bu yüzden neden süper garip biri olduğuma şaşmamalı. Sadece elimi tutmasına izin verdiğim eski erkek arkadaşım Jared’ı düşündüm. Göğsüme dokunduğunda ve gözlüklerimi çıkardığında anında tabanları yağlamıştım. Dediğim gibi, garip biriydim işte.
Ama sakladığım bir sırrım vardı. Bu sır, Pierce’ı bulma görevini tehlikeye atacak bir sırdı.
Kapımın açıldığını duyunca gerildim. Bir an kalbim durdu ama sonra Zoya’nın siyah takımıyla içeriye adım attığını görünce rahatladım. “Vay canına,” diye soludum. “Beni korkuttun.”
Onunla yıllar önce tanışmıştım. Hâlâ aynıydı, bir gün bile yaşlanmıyordu. Saçının topuzu bile hâlâ aynıydı. Bir avuç gezegen ve tabii ki ana gezegenimiz Dünya dışında Evren’in çoğunda yaşlanma diye bir şey yok denecek kadar azdı.
Nabzım hızla atarken ona baktım.
“Pierce’ın…”
“Ölüm belgesi,” diye araya girdim zayıf bir gülümsemeyle. “Cezası tamamlandı. Yaşıyorsa ona dokunamazlar. Cezası tamamlandı.”
Başını sallayarak yere baktı. Bir şey söylemiyordu ama ortamdaki gerilimin her saniye arttığını hissedebiliyordum. Benim Pierce hakkındaki gevezeliklerimi dinlemekten yorulduğunu biliyordum ama bu farklıydı. “Sonunda harekete geçebiliriz.”
Bu arada tek boynuzlu atların gerçek olduğunu eklemek isterim, yani Pierce’la ilgili hayallerim o kadar da abartılı değil.
Yutkunarak, “Evet,” diye fısıldadım ama keşke sesim daha emin çıksaydı.
Yaşıyor olmalıydı.
“Biliyorum ama onu bulacağım.”
“Kendini hazırlamalısın. Kalbin kırılmaya çok müsait…“
“Biliyorum…”
“Dinle!” diye emrettikten sonra içeriye girip kapıyı kapattı.
“Jensen da bunun farkında olmalı,” diye ekledi. “Hepinizin gerçekçi olması gerekiyor. Hepiniz onu buraya geri getirebileceğinizi düşünüyorsunuz. Nasıl?”
Söyleyecek çok şeyim vardı, ağzımı açtım ama tek kelime edemedim.
“Onu öylece buraya geri getiremezsiniz, onu sahtekâr olarak yaftaladılar. Tasarımların övgüsünü Vincent aldı. Onu buraya sokmazlar! Ona gülerler!” Sanki beni gerçekten sarsmak istiyormuş gibi başını salladı. “Çok fazla can yandı, çok fazla hayat...”
TP şekil değiştirenlerden ve severek büyüdükleri hayatlarından nasıl sürgün edildiklerinden bahsettiğini biliyordum. Burası onlarsız çok boş ve iğrenç bir yerdi. Etrafta yapay zekâlı robotlar dolaşıyordu. Vincent Pierce’la ilgili her şeyi silmiş, onu buradan temizlemişti.
Bana doğru yürüyerek devam etti. “Pierce bir ihtimal yaşıyorsa da, on beş yıldır çorak bir gezegende April. Ne bulacağını sanıyorsun? Ona ait parçalar mı?”
Çenemi dik tutarak ayağa kalktım. “Onu geri getireceğim.”
“Umarım getirirsin. Gerçekten bunu umuyorum,” derken sesi titriyordu. “Ama çok tehlikeli bir oyun oynamak üzeresin. Onu aradığını öğrendiği an Vincent seni uydurma bir suçlamayla hapse attırır. Vincent Pierce’ın cezasının bittiğini biliyor. Pierce’ın hâlâ hayatta olduğunu düşünüyor mu? Tabii ki hayır. Ama yine de onu aradığını öğrenmemeli. Yüzde bir ihtimal yaşıyor olsa bile bu Vincent’ı çılgına çevirir.”
“Zora’yla konuşmam gerek.” Bizi Pierce’a götürecek anahtarın nerede olduğunu biliyor olmalıydı.
Zoya güldü. “Neden? Zora bugünlerde solan bir çiçek, gevezelik eden bir deli. Bu yürek parçalayıcı.”
“Onunla konuşmam gerek.”
İyilik Meleği yaptıklarıyla yaşayamamıştı. Pierce mahkûm edilip götürüldükten sonra, Zora o gün yaptığı büyük hatanın ve ihanetin farkına varmıştı. Ciddi bir şekilde manipüle edilmişti. Pierce’ın onu suçladığını sanmıyordum. Bir yanım o gün ona büyü yapıldığını düşünüyordu çünkü son derece kayıtsız ve garip görünüyordu. Robot gibiydi.
Bunu isteyerek yaptığına asla inanmayacaktım. Zora’yı, Pierce’ın İyilik Meleği A.Ş.’yi ele geçirmeye ve onu ekarte etmeye çalıştığına ikna ettiler. İronik bir şekilde Vincent’ın yaptığı şey de buydu.
Tamamen saçmalık.
Zora ona karşı oy kullandığında Pierce’ın yüzünde hiçbir öfke belirtisi yoktu, sadece taştan boş bir maske vardı. Ne bir şoke ne bir öfke. Sanki Zora’nın manipüle edildiğini biliyordu ve onu çoktan affetmişti. Sanki ne olacağını başından beri biliyordu ve kendini bunu hazırlamıştı.
Pierce’ın nasıl bir öngörüsü olduğunu aklım almıyordu.
Zora ona gençlik ve güç veren asasına dokunmayı reddediyordu. Pierce gibi yavaş ve acı dolu bir ölüm istiyordu. Kendini cezalandırmak için yavaş yavaş intihar ediyordu, ki onu suçlamıyordum. Pierce Charming’i ölüme yollasaydım ben de aynı şeyi hissederdim. Ama bunun onu suçu olmadığını biliyordum ve bunu ona söylemem gerekiyordu.
“Bunun ne işe yarayacağını bilmiyorum...” Düşünceli bir şekilde dudağını ısırırken durakladı.
“Ona bazı sorular sormak istiyorum.”
“Ne hakkında?”
“Pierce hakkında.”
Güldü. “Tabii ki Pierce hakkında. Başka kim hakkında soru soracaksın ki?” Başını sallarken birkaç dakika beni inceledi. “Neden hiç onun dikkatini çekmeye çalışmadın?” derken baştan aşağı beni süzdü. “Neden bu tuhaf kıyafetleri giyiyorsun? Sana kıyafetlerin hakkında o kadar şey söyledim ama hiç beni dinlemedin. Madem Pierce’a bu kadar takıntılıydın, neden hiç fark edilmeye çalışmadın?”
Yüzüm kızardı. “Pierce’ın dikkatini çekmek mi? Delirdin mi sen?” Düşüncesi bile yanaklarımı kızartmıştı. Pierce bana baktığında kendimi zar zor tutuyordum. Yıllar önce Jensen’la ilgili görev sırasında beni kollarına almıştı. Bunu düşünmek bile hâlâ vücudumu karıncalandırıyordu.
Nereden başlamalı?
Nereden başlasam ki?
Zoya yüzümdeki saplantıyı görebiliyormuş gibi bana sırıttı. “Pierce o kadar da korkutucu biri değildi April. Karşımdaki rüküş kadının içinde bir katil yattığını biliyorum. Bunu denemeliydin.”
Homurdandım.
Bana bakarak tek kaşını kaldırdı. “Tamam, göz korkuttuğunu biliyorum. Ama sen de o berbat kıyafetlerinde işini hiç kolaylaştırmadın,” derken yüzünü buruşturdu.
“April, adam Charming. Onu suçlayamazsın. Bu onun kanında var. Pierce güzellik vampiri. Bu terimi hiç duydun mu?”
Güzellik vampiri.
Kaşlarımı kaldırdım. “Duyduğumu söyleyemem...” dedikten sonra kaşlarımı çatarak devam ettim.
Zoya sırıtıyordu. “Pierce’a kafayı takmış biri onun nereden geldiğini nasıl bilmez? Bildiğini sanıyordum,” dedi gülerek.
Eğer onu bulacaksam cevaplar istiyordum. Ya da onu bulma umudum varsa…
“Charming’ler mi? Soyadları dışında haklarında hiçbir şey bilmiyorum,” dedim bu yeni bilgiyi bir ilaç gibi yutarken. Küçüklüğümden beri cam bir fanusun içinde yaşıyordum. Bu yüzden bilgisiz olmama şaşmamalı. “Soyadının bu olduğunu anladım. Başka ne var?” diye sordum. “Neden bunları bana daha önce söylemedin?”
“Tanrım,” dedi başını sallayarak. “Zora’yla konuşmana izin vereceğim. Uzun hikâyeler anlatmaya katlanamam.” Acı çekiyor gibiydi. “Hikâye anlatmada iyi değilim, çocuklarıma sor. Bundan nefret ediyorum. Yakında hikâye anlatmayı bırakacağım.”
Güldüm. Zoya’nın sesini taklit ederek, “Evet, seni duydum. Bir prenses varmış. Annesini hiç üzmezmiş. Bütün sebzelerini yermiş. Bir prensle tanışmış ama önce kariyerinin peşinden gitmeye karar vermiş ve sonsuza dek mutlu yaşamış. Hadi uyu.”
Etkilenmiş görünüyordu. “Çok iyiydi. Bunu bu gece Layla’ya anlatacağım.”
Arkalarını döndüklerinde Dion onunla yumruk tokuşturmuştu. O ana tanık olmak beni güldürmüştü.
Kafamı kaldırdığımda Zoya’nın beni incelediğini gördüm. “Ne?”
“Sana bir şey söylemem gerekiyor.”
“Öyle mi? Pierce hakkında mı?” diye sorarken kaşlarımı kaldırdım. Kalbim çarpıyordu.
“Hayır.”
“Kim hakkında?”
“Senin.”



































