Kışın Laneti ve Ejderha serisi evrenlerinin yazarlarından bir iş birliği!
Lorelai'nin Alfaları ve İkiz Ejderhalar, âlemleri çarpıştığında ortak bir zemin bulabilecek mi?
İki dünya çarpıştığında, kaos ve tutku alevlenir.
Tanıdık kahramanlarımız, kırık kalbinin ardından her şeyi yok etmeye kararlı intikamcı bir büyücü olan Kanı Kuzgun'la yüzleşmek için bir araya gelmeye zorlanır.
Alfalar ve İkiz Ejderhalar, eski rekabetlerini bir kenara bırakıp güçlerini birleştirmek zorunda. Ancak âlemler sadece iş birliği değil, denge, bağlar ve birleşik güçlerinin paylaşılan ateşini de talep ediyor. Aşk, baştan çıkarma ve büyünün yüksek riskli bir oyununda...
TAVORA
“Orada mısın, Tavora?” Müstakbel eşim Reingard, giyinme odamın kapısının ardından seslendi. Ellerimle ve özenle diktiğim dantelli gelinliğimi gururla taşıyordum.
Reingard’ın beni bu gelinliğin içinde görmesi için iki saat daha vardı. İki saat sonra şelalenin yanında yeminlerimizi ederek hayatlarımızı birleştirecektik.
“İçeri gelemezsin, Reingard,” dedim elimi kapıya koyarak. “Beni görmene daha var,” diye fısıldadım.
“Şey…” Reingard’ın sesi tuhaf geliyordu. Acaba hasta mı olmuştu?
“Acil bir durum var, Tavora. Bunun için üzgünüm ama kapıyı açman gerekiyor,” diye yalvardı ondan duymaya alışık olmadığım bir tonda. Büyük bir terslik olmalıydı.
Kapıyı açtığımda gördüğüm manzara karşısında afalladım. Reingard yalnız değildi. Damatlığını giymişti ama tanımadığım güzel bir kadının elini tutuyordu.
Kadının üzerinden korkunun ve Reingard’ın kokusunu alabiliyordum. Benim Reingard’ımın. Buz mavisi gözlere sahip kadının boynunda taze ve kırmızı bir ejderha işareti vardı.
Ayrıca boynundaki gümüş kurt kolyesi Reingard’ın boynundaki altın rengi ejderha kolyesiyle eşleşiyordu. İkisi de ışık saçıyordu.
Onların sıradan takılar değil, tılsım olduğunu fark ettiğimde şaşkınlıkla gözlerimi kırpıştırdım. Bunlar farklı diyarlardan gelen özel objelerdi.
Biri ejderhalar âleminden, diğeri de kurtlar âlemindendi. Ama bu kadın kimdi ve neden nişanlımın elini tutuyordu?
“Kayıp mı olmuş?” diye sordum titreyen sesimle.
Ama Reingard gözlerini kaçırınca sertçe yutkundum. Gelinliğime baktı ama ne ona verdiğim emeği gördü ne de onunla ilgili bir yorum yaptı.
“Bu Aella.” Reingard derin bir nefes alıp nihayet gözlerimin içine baktı. “O benim eşim.”
İçimde kıpırdanan öfkeyi hissedince kapıyı daha sıkı kavradım. Yanlış duymuş olmalıydım. Bunun başka bir açıklaması olamazdı.
“İnan bana çok üzgünüm, Tavora. Reingard’la bu sabah gölde karşılaştık,” dedi Aella. “Ve aramızdaki güçlü çekime kaptırıp gölün kenarında birbirimizi işaretledik. Âlemlerimiz sana bunu yaptığı için çok üzgünüm. Bunu hak etmiyorsun.”
Reingard, Aella’nın bıraktığı yerden devam etti. “Bunun berbat bir durum olduğunun farkındayım. Ben de inanmakta güçlük çekiyorum ama âlemlerin emirlerine karşı gelemeyiz. Ailene haber verdim. Verdiğimiz onca emeği düşününce düğünü iptal etmenin doğru olmayacağını düşündüm.” Bana gülümsemeye çalıştı.
“Bizim için mi?” diye sordum şaşkınlıkla. Her detayıyla özenle ilgilendiğimiz düğünü başka biri için yapmayı düşünmüş olması imkânsızdı. Bu kadar düşüncesiz olamazdı, değil mi?
“Hayır, eşim, kurt eşim Aella için.” Reingard gözlerimdeki acıyı görünce yüzünü buruşturdu.
Bunun bir kâbus olup olmadığını sorgularken onlara bakakaldım. Eğer öyleyse korkunç bir kâbustu.
“Ama ben Kan Kuzgunu’yum, Reingard,” diye çıkıştım.
Aella korkarak onun arkasına saklandı.
“Seni seviyorum. Sen benim erkeğimsin. Çocukluğumuzdan beri en yakın arkadaşım ve ejderham oldun.”
“Ben de seni sevdim,” diye araya girdi Reingard, yaşlı gözleriyle. “Ama…”
Aella’yı daha çok sevdiğini söylemesi yangınımı harlayacağı için susmayı tercih etti. Ama artık ok yaydan çıkmıştı.
Akan gözyaşlarıma rağmen gülümsemeyi başarıp usulca kahkaha attım.
“Tavora,” diye kekeledi Reingard gözlerimdeki ifadeyi görünce. “Sen ne yapıyor…”
Geri çekilmek için bir neden göremiyordum. Mümkün olduğunca tatlı bir ses tonuyla, “İkinizi de öldüreceğim ve duyacağınız son şey gerçek eşlerinizin çığlığı olacak,” dedim.
MADELINE
İkiz Ejderha eşlerim beni işaretledikten dört yıl sonra resmen bir köleye dönüşmüştüm. Kelimenin tam anlamıyla bir köleye!
Her ne kadar onların özel eşi olsam da bir fani olarak Gök Tanrıların kölesi sayılıyordum.
Ejderha işaretleri canımı hiç acıtmamıştı. Ve onların şehvet pusuna ve zümrüt ateşine karşı bağışıklığım olduğunu keşfettiğim andan itibaren kaderim mühürlenmişti.
Onlarla düşman olmam gerekse de ruh eşiydim. İki çocuğumuz vardı ve görünürde mutlu bir aileydik ama onlar için durum farklıydı. Kapalı kapılar ardında ben onların kölesiydim.
Kurallarına itaat etmemi seviyorlardı ve evet, bazen Hael ile Lochness’e isteyerek boyun eğiyordum. Ama ejderha avcısı olarak doğduğumdan doğal dürtülerime de karşı koyamıyordum.
Ve bugün bu dürtülerim çok daha kuvvetliydi. İşleri kendi bildiğim gibi yapmak istiyordum.
Günün erken saatlerinde meydana gelen şiddetli bir deprem, yaşadığımız Requiem Dağı’nda yeni mağaralar açmıştı. Merakıma yenik düşerek keşfe çıktığımda duvardaki bir çatlağın çökmeye neden olduğunu gördüm.
Dağın zirvesine yakın bir yerde bulunan yatak odamın dolabında bir tünel oluşturmuştu. Tünelin doğrudan İkiz Ejderhalar’ın evine çıkıyor olması karşı konulamayacak kadar cazipti.
Bu yüzden kimseye haber vermeden sıvıştım. Yeni mağara sistemini saatlerce keşfettikten sonra sıcak mağaramıza döndüm.
Güneş çoktan batmış olmalıydı. Şu an şöminede yanan yeşil ateş, eşlerimden birinin yakınlarda olduğu anlamına geliyordu.
Altın kafesimin yanından geçerek duvara dayalı duşa doğru yürüdüm. Son maceramın kanıtlarını silmek için sığ bir kâseye akan ılık suda ellerimi yıkamak üzerek diz çöktüm.
Belli belirsiz bir sızlanmayla metal gıcırtısı duydum. Ses, koyu sarı renkteki kayanın kıvrımından geliyordu. Zevk odasından.
Dudaklarımı ıslatıp deri pantolonumla sütyenime bakarak beni ele verebilecek herhangi bir yırtık ya da sökük var mı diye kontrol ettim. Kendimi yokladıktan sonra eşlerimin benim için hazırladığı “ceza” odasına açılan büyük kapıya parmak uçlarımda ilerledim.
Zevk odası benim hem cennetim hem de cehennemimdi. Hafif aralık bırakılmış ağır metal kapıdan içeri şöyle bir baktım.
Hael, kendi iplerini yapmayı sevdiği tezgâhın yanındaki çekmeceleri karıştırıyordu. Hael burada oyuncak, ip ve zincir koleksiyonlarını değerli bir hazine gibi saklıyordu. Bunlarla bana sadece aşkı değil, oyuncağı olduğumu hatırlatmaya her zaman hazırdı.
Hael’in benim efendim olduğuna şüphe yoktu. Ve onu seviyordum. Ama başa çıkmam gereken tek kişi o değildi.
İkizi Lochness, zamanının çoğunu uçarak ve dağda çok fazla insan olduğundan yakınarak geçiren haydut bir ejderhaydı. Şu anda burada olmasa da uslu olmadığımı hissettiğinde aniden dibimde zuhur etme gibi bir hüneri vardı.
İki efendiyle uğraşmak şüphesiz çok zordu. Beni cezalandırma fırsatı Nessy’yi geri getireceği için daha önceki maceramdan dolayı başımın belaya girmemesi adına bunu hiç yapmamışım gibi davranmanın en akıllıcası olduğuna karar verdim.
“Merhaba efendim,” dedim kapıyı açarken. “Ne arıyorsun?”
Hael duraksadıktan sonra doğruldu. Yeni yıkanmış zümrüt rengi saçları nemden dolayı koyulaşmıştı ve nemli saçlarından belirgin karın kaslarına sular damlıyordu.
Belli ki öğleden sonra rahatlayabilmek için buraya gelmişti. Benden uslu durmamı beklediğini biliyordum. O kadar masum duruyordum ki suçluluğumu ele vermekten korktum.
Hael tek kaşını kaldırarak kocaman gölgesiyle beni hapsetti.
“Maddie. Öğleden sonra ortalıktan kayboldun.”
“Hayır,” diye hızla karşılık verdim. Ama bunun haddinden fazla hızlı olduğunu düşünerek bir yalan daha ekledim. “Yardıma muhtaç yaşlı bir köleye yardım ediyordum.”
“Elisha'nın kolunu kırdığını duydum,” dedi Hael sakince.
“Evet, doğru, ona yardım ettim. Hatta odasından yeni geldim.”
“Öyle mi? Çok tuhaf. Çünkü odasından yeni geldim ve nedense seni orada görmedim minik fare.” Hael kısık sesle konuşarak şeytani bir ifadeyle sırıttı. “Gizli zulanı buldum.”
Elini arka cebine atıp küçük bir sırt çantasından küçük bir paket çıkardı. Paketi açıp içinden bir avuç kuru çilek ile sarılmış bir parça peynir çıkardı.
“Bunu açıklamak ister misin? Seni izlemediğimi düşündüğün zamanlarda ormana küçük maceralar için çıkarken bunu mu yanına almayı planlıyordun?” Hael sert görünmeye çalışsa da gülümsemesini bastıramıyordu.
Beni sevimli buluyordu. Ama bu onu beni bağlamasından, bana vurmasından ve acıyı sevdiğimi itiraf ettirmekten alıkoymayacaktı.
“Neden gerçek bir fare gibi peynir zulası yapayım? Saçmalama. Bunu muhtemelen Lochness beni rezil etmek için oraya koymuştur.”
“Gözlerimin içine bak,” diye emretti Hael. Bakışlarımı kaçırdığımı görünce gerçeği gizlediğimi anlamaması imkânsızdı.
“Hael, efendim… Bir anlaşma yapsak? Sırlarımı saklayayım ama gözlerimi kapatıp ağzımı açayım. Sen de boğazımı istediğin kadar sert ve derin kullan.” Zamanla onu nasıl tatmin edeceğimi öğrenmiştim, bu yüzden fena bir teklif değildi.
Ayrıca aletini gırtlağıma kadar zorlamasını seviyordum. İki eşimin de sert ve sıcak vücutlarıyla ilgili her şeye bayılıyordum. Onlar saf ateşti. Bu fikre odaklanınca vücudumun da tepki vermesiyle dudaklarımı büzüştürdüm.
Onu kendime yaklaştırmak için dudaklarımı yaladım. Sonra gözlerimi kapatıp diz çökmeye başlayarak başımı havaya kaldırdım. Hael çenemi kavrayarak aradaki mesafeyi kapattı. Diz çökmeme izin vermedi.
Başımı yukarı kaldırıp sıcak dudaklarıyla dudaklarıma yapıştı. Baş döndürücü erkeksi kokusuyla nefesimi kesti. Onun hâkimiyetinin ve sertliğinin tadını çıkarırken pantolonumu indirdi.
“Bunu istiyorum,” diye hırladı boynuma doğru, beni metal tezgâha kaldırırken. Pantolonumu ayak bileklerimden çıkardıktan sonra beni oyuncaklarla dolu bir dolaba yasladı.
Beni sıcaklığıyla kaplarken gelmekte olduğunu bildiğim şeye karşı hazırlanmak için tırnaklarımı omzuna geçirdim.
Kocaman aletiyle ve büyük bir iştahla içime girdiğinde vajinam sonuna kadar kasıldı. İşte böyle. Bacağımı beline dolayıp sol elimin parmaklarını tezgâhtaki seyahat çantasına uzattım.
Onu yavaş bir hamleyle açık bir çekmeceye düşürdükten sonra çekmeceyi topuğumun arkasıyla kapattım. Bu sırada arkama yaslanıp Hael’in beni genişletmesinin ve boynumu emmesinin tadını çıkardım.
Kafamın içinde hırladı. “Sen yaramaz bir faresin, Maddie. Kardeşim saatlerdir seni arıyor.”
Zevke kendimi bırakıp kalçamı onun ritmine uygun hareket ettirirken azarını görmezden geldim.
Gözlerim kapalıyken Hael tek eliyle popomu kavrayıp beni tezgâhtan kaldırarak mağaranın derinliklerine yönlendirdi.
Beni nereye götürdüğünü anlamak için gözlerimi açtım.
“Sen ne…” Onun azarlayan gözlerine bakarken cümlem yarım kaldı. Beni karşı duvardaki zincirlere yaklaştırdı.
Hayır! Hael beni kandırmıştı. Aletini derinlerime sokarak ve boynumun her yerine sevgi dolu öpücükler kondurarak beni tahrik edip zayıf düşürmüştü.
Beni taş duvara yaslayıp sütyenimi çıkararak bileğimi kavradı.
İçimdeki sıcaklık arttıkça dizlerim titriyor, yarım kalmış tatmin duygum ruhumu boğuyordu ama ne zaman boşalacağıma ancak o karar verebilirdi.
Islak ve kasılmış vajinamdan çıkıp aletinin sıcak kafasıyla beni kışkırtmaya başladı. Beni boşaltmayarak cezalandırması çok acımasızcaydı.
“Lütfen efendim,” diye sızlandım.
Bir eliyle kolumu kavrayan, diğeriyle kelepçeyi tutan Hael duraksadı. “Şimdi gözlerimin içine bak, Madeline,” diye kulağıma hırladı. “Seni bırakacağım.”
Bir şey söylemeyip başımı öne eğdim.
“Yalan söylemenden nefret ediyorum. Doğruyu söylemeni ve benim istememe gerek kalmadan gözlerimin içine bakmanı bekliyorum,” diye hırladı kulağıma daha da yaklaşarak.
Usulca inleyerek belli belirsiz bir melodi mırıldandım. Bu melodiyle ejderha avcısı yeteneğimin bir kısmını kullanabilirdim. Melodi mırıldanarak ateşi çalabilirdim.
Ve Hael’in elinden kurtulmama ve onu benden uzaklaştırmaya yetecek kadar küçük bir melodi mırıldanmayı başardım. Dikkatinin dağılmasını fırsat bilerek toplarına tekme attığımda iki büklüm oldu.
Ben çıkışa doğru koşarken Hael ateş patlamasının etkisiyle sendeleyerek hırladı.
Hızlı davranıp saniyeler içinde kasadan çıkarak kapıyı arkamdan sıkıca kapattım. Artık çıkması mümkün değildi. Yaptığı hapishane fazlasıyla kusursuzdu.
Kapının üzerindeki tekerleği çevirip onu içeri kilitledim. Böylelikle eşimi tuzağa düşürdüm.
“Velet!” diye hırladı Hael diğer taraftan, metal kapıyı yumruklayarak.
Güldüm.
“Aç şunu, Madeline.”
“Seni seviyorum, Hael. Merak etme, Lochness seni kurtarır! En azından öyle düşünüyorum.” Keyifle kıkırdayarak dolaba doğru salındım.
Şık siyah bir elbise ve parlak yeşil zümrütlerle ve altın rengi bir halkayla süslenmiş deri tasma seçtim. Bu seçtiğim ilk taktığım tasmalardan biriydi ve onu çok seviyordum.
Beni yakaladıklarında bunun cezasını çekeceğimi bilsem de ara sıra üstünlük sağlamak eğlenceli oluyordu. Onlarla girdiğim savaşlardan galip çıkmam nadir olurdu. Geçici olarak etkisiz hâle getirilmiş bir avcı olarak bu küçük zaferin tadını çıkaracaktım.
“Kardeşim?” Lochness’in hırıltılı sesi dışarıdaki kasanın ardından kulaklarıma ulaştı.
Nefesimi tutarak dolabın içinde olduğum yerde durdum.
“Fareyi yakala! Tekrar kaçmadan önce onu kilitle!” Hael’in hırıltısı boğuk geliyordu. Metalin döndüğünü ve çarkların çevrildiğini duyabiliyordum.
“O nerede, Hael?” Metal kapının açıldığını duydum. Onun serbest kalması zamanımın azaldığı anlamına geliyordu.
“Yeni tünelin yerini henüz tespit edemedim ama çok uzaklaşmış olamaz.”
Olabildiğince sessiz nefes alarak paltomu kenara itip ellerimle dizlerimin üzerine çöktükten sonra deliğe geri döndüm.