
Bekle Beni
Kyra, ailesinin vahşice katledilmesinin ardından, istismarcı bir koruyucu ailenin elinde umutsuzluk döngüsüne hapsolmuş, çaresiz bir yaşam sürmektedir. Umudun tamamen tükendiği bir anda, ateşli ve gizemli bir motorcu olan Chance ile yolu kesişir. Aralarındaki yoğun çekim, ilişkilerini tutkulu bir ateş ile duygusal tereddütler arasında gidip gelen bir serüvene dönüştürür. Chance’in amansız koruyuculuğu, Kyra’yı kaosun içinden çekip çıkarmaya çalışırken ona iyileşme umudu sunar. Travma, direnç ve tehlikeli, soluk kesici bir aşkın hikâyesini anlatan sürükleyici bir roman olan Wait For Me, en karanlık anlarda bile umudun filizlenebileceğini hatırlatıyor.
Her Şey Nasıl Başladı?
KYRA
31 ARALIK 2019
“Beş! Dört! Üç! İki! Bir! Mutlu Yıllar!”
Yatak odamın penceresinden arka bahçedeki rengârenk havai fişekleri seyrediyordum. Koruyucu ailem neredeyse her bayramda büyük bir parti verirdi. Bu partilere kasabadan bir sürü insan gelirdi çünkü herkes Simpson ailesini severdi. Neden mi? Simpsonların insanların gönlünü fethetmekte üstlerine yoktu da ondan.
Benim gönlüm hariç...
Başlangıçta her şey iyi gidiyordu. Sosyal hizmet görevlilerinin gözünde kusursuz bir imaj çizmişlerdi. Kocaman bir malikânede yaşıyorlardı. Beverly Hills gibi zengin muhitlerde görebileceğiniz türden aşırı beyaz, şatafatlı, devasa bir evde...
Küçük bir kasabada böyle bir ev olması biraz tuhaf kaçıyordu. Gerçi insanların bu aileyi sevmesinin bir diğer nedeni de buydu. Ev âdeta belediye binası gibiydi.
Simpsonlar bana güzel bir yatak odası verdiler, beni pahalı bir özel okula yolladılar ki fena da olmadı çünkü üvey kız kardeşim Lisa da oraya gidiyordu ve onu seviyordum. Bana hep iyi davranırdı.
Diğer Simpsonlar ondan biraz farklıydı. Neden bilmem, resmen bir gecede benden nefret etmeye başladılar. Sanki insanlar onları pohpohlamayı bırakınca beni yanlarına aldıklarına pişman oldular ve beni sevmemeye başladılar. İyi davranma numarası yapmayı bıraktılar.
Lisa da olmasa hayat çekilmezdi. Annesi “kilo alma lüksüm olmadığını” düşünerek tatlı yememe izin vermediğinden o, bana gizlice dondurma ve cips getiriyordu. Ayrıca, bana herkesin gözü önünde asılan sapık ağabeyine beni rahat bırakmasını söylüyordu. Babası öfkesini benden çıkarmaya çalıştığında beni yine o koruyordu.
Simpsonlara dört yıl önce, on üç yaşındayken taşınmıştım. Ailem ve kız kardeşim evimize yapılan bir saldırıda öldürüldüler. Ben o gece bir arkadaşımın evinde kalıyordum.
Her gün, keşke o gece evde olsaydım, kız kardeşimle paylaştığımız ranzada olsaydım diye düşünüyordum. Her gün, keşke ben de onunla birlikte ölseydim diyordum.
Katiller ne yazık ki yakalanamadı. Polis bunun birtakım çete üyeleri tarafından yapılan ritüel benzeri bir cinayet olduğunu düşünüyordu. Bana göre sadece talihsizlikti. Aşağılık mahluklar bizim evi seçip hayatımı altüst etmişlerdi.
Bahçede devam eden partiyi izlerken gözümden bir damla yaş süzüldü. Bu hayattan bıkmıştım. Eski hayatımı istiyordum ya da hiç yaşamasam da olurdu.
Kapım bir anda açılınca düşüncelerimden sıyrıldım. İğrenç üvey kardeşim Jason’dı. Tabii ki kapıyı çalma zahmetine bile girmemişti. Jason genelde sadece popoma dokunup pis pis şeyler söylerdi ama yakında daha beterini yapmaya kalkışacağını hissediyordum.
“Süper bir partiyi kaçırıyorsun, kardeşim,” dedi, şirin görünmeye çalışarak.
Onu başımdan savmak için zoraki bir gülümsemeyle, “Evet, eğlenceli görünüyor. Bu gece biraz yorgunum ama yeni yılını kutlarım!” diye cevapladım. Kapıda durup sapık gibi bakmaya devam etti.
“Partiye dön, Jason. Yatmak istiyorum,” dedim, gergin bir sesle.
Bana doğru yürüyüp nefesindeki votka kokusunu alabileceğim kadar yaklaşırken, “Bence asıl parti burada,” dedi. Pis pis sırıtarak her yerime baktı. Üstümde sadece bol bir tişörtle külot vardı.
Geri çekildim, o odadayken boğuluyormuş gibi hissediyordum. Ağır parfümü ve ürkütücü sırıtışı midemi bulandırıyordu. Yatağa oturup battaniyenin altına girdim, o bana böyle bakarken kendimi çok savunmasız hissediyordum. “Ne istiyorsun, Jason?”
“Ne istediğimi biliyorsun, Kyra,” dedi, yatağa oturup battaniyenin üstünden bacağımı sıkarak.
“Asla olmayacak. Çık dışarı!” Elini itmem onu daha da kızdırdı. Elini geri koyup daha sert sıkarak bembeyaz tenimi kızarttı. Battaniyemi birden çekip külotumun üstünden bana dokundu.
“Bu, benim olacak; başka kimseye vermeyeceksin. On sekiz yaşına geldiğinde alacağım.” Bacaklarımın arasını tekrar avuçladıktan sonra kapıyı çarpıp odadan çıktı. Beni hem tiksintiyle hem şaşkınlıkla donakalmış bir hâlde bıraktı.
Jason’dan kurtulmak için çok uğraşmıştım. Defolup gitmesini, beni rahat bırakmasını söylemiştim, hatta iyi davranmayı bile denemiştim ama olmuyordu, bir türlü yakamdan düşmüyordu. Buraya taşındığımdan beri beni istediğini açıkça belli etmişti. Bana malıymışım gibi davranıyordu ama bana asla sahip olamayacaktı.
Üç ay sonra, on sekiz yaşına girdiğimde buradan ayrılacaktım. Garsonluk işimden kazandığım her kuruşu biriktirmiştim bu yüzden bu aileden uzaklaşmaya yetecek kadar param vardı.
Lisa neler çektiğimi biliyordu ve bana yardım edeceğini söylüyordu. Ama ne kadar yardım edebilirdi ki? Benim yüzümden başının belaya girmesini istemiyordum. Zaten ailesi beni bu hikâyedeki kötü kahraman gibi gösterecekti.
Şimdiden, “Onun için her şeyi yaptık, kendi çocuğumuz gibi sevdik. Bize böyle mi teşekkür ediyor?” dediklerini duyar gibiydim.
Her neyse...
Oda bir anda üstüme üstüme gelmeye başlayınca dışarı çıkmaya karar verdim. Simpsonlar bana kimlik bile sormayan bir bara yakın oturuyorlardı. Bardakiler, çok üzgün olduğumu, hayatımdan nefret ettiğimi bildiklerinden bana acıyıp bir köşede yalnız içmeme göz yumuyorlardı. Bazen benden para bile almıyorlardı.
Pijamalarımı çıkarıp siyah bir kot pantolon ve göğüslerimi güzel gösteren dar, uzun kollu kırmızı bir bluz giydim. Sade kahverengi saçlarımı dağınık bir topuz yapıp çıktım. Daha doğrusu, ikinci kattaki odamın penceresinden atlayıp evin yanındaki ağaçtan yere indim.
Bunu yaparken bir kez ayak bileğimi bile incitmiştim ama değmişti. Gece, Simpsonlardan kaçabildiğim tek zaman dilimiydi. İş ya da okul dışında dışarı çıkmama pek izin vermiyorlardı.
Ancak beni geceleri kontrol edecek kadar da umursamıyorlardı ki bundan gayet memnundum. Gece saat birden sonra kavuştuğum özgürlüğü seviyordum.
Loş bara girip de içeride gerçekten birileri olduğunu görünce şaşırdım. Sadece kasabanın yaşlı ayyaşları değil, koca bir motosiklet kulübü vardı.
Arkamı döndüğümde çarptığım şeyin bir duvar değil de şimdiye kadar gördüğüm en yakışıklı ama en ürkütücü adam olduğunu gördüm. İnsanı sersemletecek kadar yakışıklıydı. Onun gibi sert, korkunç görünümlü bir adama yakışıklı demek garip kaçabilirdi ama öyleydi. Gerçekten çok çekiciydi. Boynu ve elleri kimi eski kimi yeni dövmelerle kaplıydı. Deri ceketle kot pantolon giyiyordu ama görünmeyen yerlerinde de dövmeleri olduğunu tahmin ediyordum.
Hele gözleri... Parlak, masmavi gözleri öyle derin bakıyordu ki sanki ruhumu delip geçiyordu.
Beni nefessiz bırakan ve konuşamadığıma göre biraz da aptallaştıran gülümsemesiyle, “Bu kadar çabuk mu gidiyorsun, melek?” diye sordu. Gözlerinde öyle kaybolmuştum ki konuşamıyordum. Sanki gözlerinde bütün bir galaksiyi görebiliyordum. Ya da belki de okyanusun en derin yerine bakıyordum.
Galiba ağzımın suyu da akıyordu.
Sonunda sadece, “Ö… Özür dilerim,” diyebildim. Adam bana bir garip bakıyordu, sanki biraz şaşkındı, belki de biraz öfkeli.
“Buraya girebilmek için fazla küçüksün,” dedi, beni şöyle bir süzerek. Jason böyle baktığında midem bulanırdı ama bu yabancı yaptığında heyecanlandım.
Benim neyim vardı böyle? Bu adam bana göre fazla büyüktü ve biraz da ürkütücüydü. Onu bu kadar ürkütücü yapan neydi bilmiyorum. Belki dövmeleri ya da aşırı kaslı vücuduydu ama aynı zamanda nazik birine benziyordu, biraz da bebek yüzlüydü.
Ona bakarken yorgun göründüğünü fark ettim ki bu yorgunluk onu daha da büyük gösteriyordu. Ayrıca çok düzgün bir sakalı ve ondan bile daha çekici bir çenesi vardı. Dilimle boydan boya yalamak istediğim bir çene...
Birden garip bir öz güven hissederek bu düşünceleri kafamdan attım.
“Buraya hep gelirim,” dedim. Göz devirerek arkamı dönüp birkaç tanıdık ayyaşın ve bir sürü motosiklet kulübü üyesinin bakışlarına aldırış etmeden bara yürüdüm.
Attığım her adımda kalbim daha da hızlı atıyordu. Tam bara varırken onun arkamda olduğunu hissettim. Varlığı içimi bir tuhaf ediyordu. Beni takip etmişti.
Alçak, sert sesi masalardan gelen uğultuları böldü: “Tehlikeli bir oyun oynuyorsun.”
Arkamı döndüm, meydan okurcasına başımı kaldırdım ama o tehlikeli, yoğun bakışları beni yerime çiviledi. Eğilip kulağıma sokuldu. Dudakları kulağıma o kadar yakındı ki nefesini hissedebiliyordum. “Burası için fazla küçüksün, meleğim. Çok geç olmadan arkanı dön ve git,” dedi.
Yanaklarım bu sefer öfkeden kızardı ve karnımda uçuşan kelebekleri görmezden gelmeye çalışırken istemeden de olsa sesimi yükselterek, “Ben çocuk değilim,” dedim. “Ve senden korkmuyorum.”
Gülümsemesi büyüdü ama neşeli değil, tehditkâr bir gülümsemeydi bu. “Henüz korkmuyorsun,” dedi, beni uyarır gibi. “Ama korkmalısın. Çünkü bir kez bu dünyaya girdin mi bir daha çıkamazsın.”













































