
Yasak Deney
Yıllardır, onu reddeden Alfa’dan kaçıyordu. O ise aynı süredir onu bulmak için peşindeydi. Şimdi, tehlikeli bir deney sayesinde bir yaz boyunca birbirlerine mahkûmlar. Kaçamıyorlar, kavga edemiyorlar… ve artık aralarındaki arzuyu bastıramıyorlar.
Damarlarında dolaşan yeni bir arzu ilacı, geçmiş acıyı tehlikeli bir tutkuya dönüştürürken, bedenlerine ihanet eden sadece arzuları değil, sırları da ortaya çıkıyor.
Bir yaz. Bir deney. Ve yok olmayan bir eş bağı.
Bölüm 1
MACKENZIE
OLANLARDAN YİRMİ DÖRT SAAT SONRA
ŞİMDİ
“Mackenzie Murlow!” Hemşire bana seslendiğinde irkildim. Bacağımın titremesi durdu, güçlükle yutkundum.
Neden burada olduğumdan bile emin değildim. Aradıkları kişi ben değildim. Ben bir melezdim. Oksijen israfı bir ucubeydim.
Genlerimi her ne bozduysa bilim insanlarının bunu düzeltmesinin imkânı yoktu.
Ama para… Para her kapıyı açardı ve benim o paraya ihtiyacım vardı.
Denek olmayı kabul etmek delilikti ama başka çarem kalmamıştı. Meteliğe kurşun atıyordum ve ilk kez deneklere nakit ödeme yapmayı teklif etmişlerdi.
Eskiden insanlar buna gönüllü olurdu. Bilim insanları kendilerini toplum yararına çalışan kahramanlar gibi tanıtırdı. Demans, kanser gibi tedavisi olmayan hastalıkların çaresini arıyorlardı.
Ama sonra… Deneylere katılan insanlar geri dönmemeye başladı, bu yüzden artık gönüllü bulmak için ödeme yapmaları gerekiyordu. Benim için iyi olmuştu.
Üniversitedeydim, zar zor geçiniyordum. Çoğu şeyin bedelini bedenimle ödüyor, kalanını da yerlerden topluyordum. Ki toplayabildiğim pek bir şey de yoktu.
Her şeyden yorulmuştum. Bu dünyada melez olmaktan, insanların ve kurtların yan yana yaşadığı ama melezlerin asla kabul görmediği bir düzende var olmaktan bıkmıştım...
Titreyen bedenimi zapt etmeye çalışarak sandalyeden kalktım. Kalabalığın arasından hemşireye doğru yürüdüm. İnsanlar önümden çekilirken tıslayıp hırladılar ama umursamadım. Umursayamazdım.
O parayı istiyordum. Buna ihtiyacım vardı. Artık kampüste sıcak bir yatakta uyumak ya da tek bir sıcak öğün için bedenimi satmak istemiyordum.
Bu yüzden insanların iğrenç davranışlarını görmezden geldim ve hemşireye gülümsedim.
“Benim,” dedim. Yaşlı suratı ifadesizdi, cam gibi gözlerle başını salladı. Otomatikleşmişti sanki.
“Benimle gel,” diye emretti. Ayak seslerimizin yankılandığı bir koridordan geçtik. Burası bana ömrümün yarısının geçtiği hastaneleri anımsatıyordu.
Hemşire hızla bir perdeyi kenara geçti. İçeride duşa kabini andıran daracık bir alan vardı. Kabinde iki tane beyaz önlük asılıydı.
“Bunu giy. Çağrılana kadar burada bekle,” dedi ve ben tamam diyemeden perdeyi kapattı.
Önlüğe bakıp kazağımı çıkardım. Altımda sütyen yoktu çünkü memelerim organlarımı satsam elde edeceğim paradan daha pahalıydı.
Muhtemelen sütyen takmalıydım. Gözüm beyaz kumaşa kaydı. Çok inceydi, neredeyse transparandı.
Ama elli bin lira için? Ne isterlerse giyerdim.
Önlüğü elime aldığım anda perde bir anda metal rayında “çın” ederek açıldı. Hızla arkamı dönerken hemşirenin geri döndüğünü sandım.
Ama karşımda duran kişinin hemşire olmadığını gördüğümde nefesim boğazıma takıldı. Karşımdaki, bu daracık alanda sıkışıp kalmak isteyeceğim son kişiydi.
Storm Kanı Sürüsü’nün Alfası Ryken Storm.
Yalnızca adını düşünmek bile mideme ağır bir taş gibi oturuyordu. Gözleri önce ellerimle kapattığım göğüslerime kaydı. Sonrasında hiçbir şey söylemeden bölmeye girdi. Hemşire tekrar sessizce uzaklaştı.
O umursamazlık… Bunu itiraf etmek zordu ama beni görmezden gelmesi canımı çok daha fazla yakıyordu.
Önlüğü çıplak göğsüme bastırdım. Ona bakarken hızlı hızlı soluyordum ama o beni görmezden geliyordu. Göğsümde hissettiğim acıyla savaştım.
Onu son gördüğüm zamandan bu yana ne kadar da değişmişti. O zamanlar ben on yaşımdaydım. O da benden birkaç yaş büyüktü. Beni görünce bana gülümserdi. Ne olduğum umurunda bile değildi.
Ama şimdi… Her şey değişmişti. O da değişmişti. Artık kocamandı. Aşırı uzundu. Ürkütücü görünüyordu.
Koyu renk saçlarını ensesinden aşağıya doğru örmüştü. Gözleri buz mavisiydi, dudakları dolgundu. Pislik babasına çok benziyordu. Belki de canımı en çok yakan şey buydu. Çünkü sadece yüzünü görmek bile bana verdiği sözleri, sonrasında da hepsini nasıl çiğnediğini hatırlatıyordu.
“Alfa Ryken,” dedim titreyerek. Hafifçe başımı eğdim. Sessizliğimi yanlış anlayıp hâlâ canımı yakabileceğini fark etmesin diye kibar davranmaya çalışıyordum. Bana baktı. Sonra dudaklarını bükerek küçümseyici bir ifade takındı. Varlığı küçük kabini boğucu bir kafese çeviriyordu.
“Ben senin Alfan değilim melez,” diye tükürdü âdeta. Gözlerimi yere indirdim. İşte biraz saygı gösterdiğimde aldığım karşılık buydu. Pekâlâ, sikerler saygıyı. Öfkemin gazabını hak ediyordu, başka bir şeyi değil.
“Eğer annemin kanı senin için bir şey ifade etseydi alfam olurdun,” diye çıkıştım. “Ama sürünüz bir avuç melezle bile baş edemiyorsa sanırım haklısın. Sen benim Alfam falan değilsin,” dedikten sonra arkamı döndüm. Öfkeyle önlüğü üzerime geçirirken sesimdeki hiddeti gizlemeye çalışmadım.
Hızlıca kot pantolonumla iç çamaşırımı çıkardım ve onları verilen tel sepete koydum. Ardından sessizce beklemeye başladım. İçten içe bana duyduğu nefret karşısında kuduruyordum.
Benden nefret etmeye hakkı yoktu. Evet, bir melezdim. Ne olmuş yani? En azından ben sözümü tutmayı biliyordum. En azından ben sadıktım. O daha sadakatin ne anlama geldiğini bile bilmiyordu. Babasının oğluydu işte.
Ryken ters ters bana bakarken tişörtünü başından geçirip çıkardı. Bana cevap verme zahmetine bile girmedi.
“Bir Alfanın, bilim insanlarına denek olmayı kabul etmesi de neyin nesi?” dedim sesime sinen huzursuzlukla. Rakibimin bir Alfa oluşu beni hem rahatsız ediyor hem de içimde kıvılcımlar çakmasına neden oluyordu.
Kampüste kurtlar arasında dolanan dedikodulara göre Cerberus yalnızca deneyler tamamen kurtlara yönelik olduğunda sürüsünün bilim insanlarıyla çalışmasına izin veriyordu. İşin içine insanlar karıştığı anda geri çekiliyor, hiçbir şekilde hiçbir şeye bulaşmıyordu. Ama bu deney herkese açıktı.
“Seni ilgilendirmez.”
“Pekâlâ,” dedim titrek bir nefesle. Nefes almaya çalıştım ama aldığım her nefes lanet olası Alfanın kokusuyla doluydu.
Kahveyle çamı andıran kokusu hafif bir miskle harmanlanmıştı. Oldukça yoğun ve baş döndürücü bir kokuydu. Unutmak için toprağa gömdüğüm anıları yerin altından çekip alıyordu. On yaşımdayken o kokuya ve gülümsemeye kanmıştım. Onu bir daha göreceğimi sanmıyordum, hele de böylesine dar bir alanda, böylesine yakınımda. Bütün bunlar beni derinden etkiledi ama yutkundum ve anılarla savaştım. Onları düşünmek çok acı veriyordu.
Ryken’de benim yaşadığım türden bir çalkantı yok gibiydi. Ne üzgün görünüyordu ne de yaptıklarından pişman. Bütün bedeni öfke saçıyordu. Hareketleri sertti, sanki her adımıyla zemini dövüyordu. Çenesini sıkarak önlüğü üzerine geçirdi. Botlarıyla kotunu tek hamlede çıkardı ve ardından dimdik durdu. Vücudu gereğinden fazla biçimli ve güçlüydü. Bu kadar büyük ve ezici olması normal değildi.
Tam o anda başımızın üzerinden bir robot sesi duyuldu. “Lütfen adınızı ve türünüzü söyleyin.”
Boğazımı temizledim. “Mackenzie Murlow. Melez. Kurt adam. İnsan.”
“Ryken Storm. Alfa. Kurt adam,” diye gürledi o derin sesiyle. O ses içimde gömülü bir şeyi yerinden söküp çıkardı.
Storm Kanı Sürüsü, aslında ait olmam gereken sürüydü. Annem o sürünün bir parçasıydı. İnsan olan babamla tanışana kadar yıllarca onların çatısı altında bir kurt adam olarak yaşamışlardı. Babamla birbirlerine âşık olmuşlardı ve annem onunla birlikte olabilmek için kurt benliğinden vazgeçmişti. Bana sevginin ne olduğunu, eş olmanın ne anlama geldiğini onlar göstermişti.
O zamandan beri annemle babamın paylaştığı şeyin özel ve nadir olduğunu biliyordum. Annemin dönüşüm büyüsü durduktan sonra dünyaya gelmiştim. Onuncu yaş günümde ise annemin yaptığı seçimi asla kabul etmeyen Storm Kanı Sürüsü’nün kurtları, Cerberus’un emriyle annemi ve babamı öldürmüştü.
Cerburus’a göre annem kendi türü yerine bir insanı seçmişti ve bu affedilemezdi. Oysa ben öyle düşünmüyordum. Benim gözümde annem yalnızlık yerine aşkı seçmişti, ancak Storm kurtları ne düşündüğümü umursamadıklarını çok açık bir şekilde belli etmişlerdi.
Cerberus beni sürü evine getirdikten sonra kaçmasaydım beni de öldürürlerdi. Üzerimde hâlâ annemle babamın kanı vardı. Beni tam yirmi dört saat orada tutarken sözde kaderimi tartışıyorlardı. Bu süre Ryken’in beni her şeyin farklı olabileceğine inandırması için yeterliydi. Annemle babamın seçimi yüzünden beni yargılamayacaklarını düşünmüştüm. Ama ta en başından beni reddedeceklerdi. Ve beni gerçekten reddettiklerinde kaçmak için çok az zamanım kalmıştı.
“Lütfen sözleşme şartlarını ve koşullarını okuyun. Sonra altını imzalayın.” Robotik ses düşüncelerimi tekrar bölerken mekanik bir koldan bir tablet uzandı. Güçlükle yutkundum ve tablete doğru bir adım attım. Ryken’e yaklaşmak zorunda kaldığımın oldukça farkındaydım. Ama o yerinden kıpırdamadı. Bana doğru bir adım bile atmadı. Bu tutumunu anlamıyordum. İhanete uğrayan bendim. İkimizden biri öfkelenecekse o bendim.
Midemde dönüp duran o derin, keskin acıyı ve içimde kabaran kırgınlığı bastırarak ince yazıları okumaya başladım.
Yutkundum ve derin bir nefes vererek kendimi toparlamaya çalıştım. Ryken kolunu sıyırarak önüme uzandı. Sıcaklığı bedenimi saran sıcak bir dalga gibi üzerime çökerken bir kez daha nefesimi tuttum. O kadar yakındı ki kollarındaki kasları görebiliyordum. Kalemi alıp hiç tereddüt etmeden kâğıdın altını imzaladı.
“Bilim insanlarının ne üzerinde çalıştığını biliyor musun?” diye sordum temkinli bir şekilde. “Başvuru yapacak kişilere ihtiyaçları olduğunu söylediler ama… Test edilen ilacın ne olduğu hakkında gerçekten bilgisi olan var mı?”
Ryken bana doğru dürüst bakmadan eşyalarını muntazam bir şekilde katlayıp bir kenara koydu. “Fark eder mi?”
“Sanırım etmez,” diye mırıldandım. Sonra adımın altına ben de imzamı attım. Kalbim yerinden çıkacakmış gibi atıyordu. Bilim insanları her zaman ketumdu ama en son böyle bir deney yaptıklarında dünya tamamen değişmişti. İnsanlarla kurt adamların birlikte yaşayabildiği bir düzen kurulmuştu. Kurt adamların dönüşümlerini kontrol edebilecekleri bir ilaç geliştirmişlerdi.
Ondan önce kurt adamlar saklanarak yaşardı. Her dolunayda kontrolsüzce dönüşmekten ve kendilerini insanlara ifşa etmekten korkarlardı çünkü insanlar sayıca bizden fazlaydı ve insanlar korktuklarında öldürmeyi tercih ederlerdi. Ta ki bilim insanları işin içine girene kadar. Kurt adamlar normal doğuyordu ama içlerinde, doğaüstü gücü eğip bükebilen bir genetik iz taşıyorlardı.
Bilim insanları bunu fark ettiğinde kurt adamlar onlara bir istekle gelmişti. “Bize dönüşümü kontrol altına alacak bir şey verin.” Bunu yapmak yıllar sürmüştü ama sonunda işe yaramıştı.
Şimdi, on yıl sonra, ilacı alan her kurt adam serbestçe topluma karışabiliyordu ama diğerleri, haydutlar hâlâ tehlikeliydi ve genellikle insanların yaşadığı yerlere yaklaştıkları anda öldürülüyorlardı. Ben buna ihtiyaç duymamıştım, çoğunlukla insan genlerim baskındı. Yani tamamen kurda dönüşemiyordum. Evet, canımı sıkarlarsa oldukça keskin dişler ve pençeler çıkarabiliyordum ama bunun dışında? Sıkıcıydım.
“Lütfen kolunuzu uzatın,” dedi o mekanik ses. Ryken’e ya da sürüsüne yeniden bu kadar yaklaşmak… Buna değer miydi? Bilmiyordum ama imzayı çoktan atmıştım, bu yüzden kolumu uzattım. Ryken de kolunu uzattı. Dövmeli kolu benimkinin iki katıydı. Bacağımdan daha fazla kası vardı. Ben ise öğün atlamaya alışkın, cılız bir şeydim.
Steril beyaz duvarların her iki tarafından mekanik bir kol çıktı ve kollarımızı kavradı. Bir saniye sonra bir iğne indi. İğne yaklaştıkça yüzüm seğiriyordu. Nefesimi tutmuştum. Tenimde ter damlacıkları belirirken içim ürperdi. O şeylerden hiç hoşlanmıyordum. İğne derime saplandığında başım döndü. Kanım yavaşça tüpe dolarken içimden soğuk bir titreme geçti.
“Şey… Pardon robot? Bunu oturarak yapsam olur mu? Şu kol hareket ediyor mu?” dedim ama karşılık gelmedi.
Tekrar kana ve iğneye baktım. Kusmamaya çalışırken titrek bir nefes verdim. Güçlü bir el diğer kolumu kavrayıp beni sabit tutana kadar vücudum hafifçe sallandı.
“Ona bakma,” dedi Ryken. Başımı kaldırdım. Gözleri bana dikilmişti. O buz mavisi bakışlar midemdeki bulantıyı bastırdı, içimdeki her şeyi ele geçirdi. Bakışlarımı kaçırmak istesem de yapamadım. Bakışları çok keskindi. Mavi gözlerinin etrafındaki koyu siyah çizgiler, onları daha da belirginleştiriyordu.
Koyu kirpikleri gözlerini öyle zarifçe çerçeveliyordu ki her seferinde, sanki kirpikleri tenime değiyor, tenimi öpüyordu. Alfa hakkında böyle düşünmemem gerekiyordu ama inanılmaz yakışıklı olduğu düşünülürse bu aptalca bir kuraldı. İğne tenimden çekiline kadar mavi gözlerini üzerimde tuttu.
Beni bırakırken titrek bir nefes verdim ve ardından bileğimi göğsüme bastırarak karıncalanan bileğimi ovuşturdum. Ryken çoktan önüne dönmüştü bile. “Sağ ol,” dedim sessizce. Ben de yüzümü karşıdaki duvara çevirdim. Ryken sadece başını salladı. Boğazımı temizledim. Aramızdaki sessizlik canımı acıtıyordu.
Annem yıllarca onların sürüsüyle yaşamış, onlara her şeyini vermişti ama gerçek eşini bulduğu anda ona gösterdikleri tek şey nefret olmuştu. Bu beni çok öfkelendiriyordu. Ama işin en acı tarafı neydi biliyor musun? Hâlâ onlara ait olmak istiyordum. İçimdeki kurt kıpırdadı. Bir sürüye ait olma arzusu iliklerime kadar işlemişti.
Bana yaptıkları her şeye rağmen hâlâ ait olmak istiyordum. Bu içgüdüsel bir şeydi. Yanımda duranın, aslında benim Alfam olması gerektiğini bilmekle ilintili bir his. Zaten başka hiçbir sürü beni kabul etmezdi. Melez olmasam bile onların kanından değildim. Ya Storm Kanı Sürüsü ya da hiçbiri. Bu da her zaman hiçbiri olacağı anlamına geliyordu.
“Mackenzie Murlow,” dedi mekanik ses. “Kan grubu A negatif. Storm Kanı Sürüsü. Gözlük gerektiren göz problemi. Doğumsal kalp kusurundan kaynaklı üfürüm onarılmış. Tamamen kurda dönüşemiyor. Yeterince beslenmiyor. İnsani iyileşme. Kan testi tamamlandı.”
Listelenen her kusur, içimdeki melez ruhun derinlerine saplanmış bıçağı biraz daha çevirdi. Kurtlar kalp kusuruyla doğmazdı. Gözlük takmazlardı. Ve asla besinsiz kalmazlardı. Her madde bu sürüye ait olmadığımı doğruluyordu. Şu anda Ryken’in de bunu düşündüğünden emindim.
Ellerimi önümde kıvırarak yüzüme vuran sıcaklığı fark etmemiş gibi yaptım. “Ryken Storm. Kan grubu doğaüstü. Kurt adam. Storm Kanı Sürüsü. Alfa kanı. Başka sorun yok. Hızlı iyileşme. Kan testi tamamlandı.” Ses yankılandığında içim acıdı. Farklı olduğumuzun hatırlatılması yaralarıma tuz basıyordu.
“Tabii ki mükemmelsin,” diye mırıldandım.
“Tabii ki sen değilsin,” diye karşılık verdi anında.
Cevap vermek için ağzımı açtım ama robot önce konuştu. “Uyumluluk hesaplanıyor.” Başımı sesin geldiği tavana çevirdikten sonra Ryken’e baktım. “O şey az önce… Ne dedi?”
“Uyumluluk,” dedi alçak sesle. Sanki o da kulaklarına inanamıyordu. Gözlerindeki nefret ateşi hâlâ yanıyordu ama başka bir şey daha vardı. Kafa karışıklığı, merak. Benimle aynı şeyi düşündüğünü söyleyebilirdim. Aramızda ne uyumu olabilirdi ki? Ve bunun deneyle ne ilgisi vardı?
“Hesaplama tamamlandı.” İkimiz de bir anda donduk. Göz göze geldik. Nefeslerimi tutmuştuk. “Yüksek derecede uyumluluk tespit edildi.”
Bir an sessizlik oldu, sonra ikimiz aynı anda konuştuk.
“Şaka mı bu?”




































