
Mancini Kardeşler 1. Kitap: Fabrizio'yu Savunmak
“Böyle konuşmamalıyız. Davayı konuşmamız gerekiyor.”
“Bizi denetleyecek kimse yok. İstediğimiz konu hakkında konuşabiliriz. Üstelik ben dün geceyle ilgili söyleyeceklerimi bitirmedim.”
Fabrizio Mancini, işlemediğini iddia ettiği bir suçtan yargılanıyor ama deliller tam tersini söylüyor. Cinayet silahı yok, cevaplanmamış soru çok. Güçlü mafya ailesi ise New York’un en iyi savunma avukatı Benedetta D’Angelo’yu tutuyor. Bu davayı kazanmak kariyeri için bir dönüm noktası olacak. Ama bir sorun var. Tehlikeli derecede çekici olan müvekkili Riz, bazı sırları gizliyor. Benedetta gerçeği ortaya çıkarmak için savaşırken, Riz bambaşka bir savaşa giriyor: Onu kendi dünyasından ve yatağından uzak tutmak. Ama bazı sınırlar aşılmak içindir ve bazı cazibeler karşı konulmazdır.
Birinci Bölüm
Mancini Kardeşler: Fabrizio’yu Savunmak
Neredeyse bir yıl sonra ilk kez dışarı çıkmak o kadar iyi gelmişti ki keşke bunu daha sık yapsaydım diye düşündüm.
Kafa dağıtmak istediğimde genellikle evimin altındaki şarap barına giderdim. Şu an o her zamanki barda değildim ama zaten kendimi her zamanki gibi hissetmiyordum.
Evet, dışarıdan ben gibi görünüyordum. Dans pistine yakın küçük masalardan birinde oturuyordum. Omzuma gelen uzun, siyah saçlarım vardı. Yuvarlak yüzüm daha iyi görünsün diye makyaj yapmıştım. En güzel yerim olan dolgun, kırmızı dudaklarıma hafif bir parlatıcı sürmüştüm.
Fakat yorgundum. Son altı aydır neredeyse her geceyi, on yıldan fazla süredir yok yere hapis yatan bir adamı özgürlüğüne kavuşturmak için dosyalar arasında kaybolarak geçirmiştim.
Kulübe şöyle bir göz gezdirirken sakin görünmeye çalıştım. Dans eden, içen, birbirine sürtünerek dans eden kalabalığın içinde, bana bakan bir adam vardı.
Kahverengi gözleri biraz baygın bakıyordu. Dikkat çekmek için kılını kıpırdatmaya gerek duymuyormuş gibi rahatça gülümsüyordu.
Kısa, kıvırcık, simsiyah saçları vardı. Kavisli kaşlarından çıkık elmacık kemiklerine, keskin burnundan güçlü çenesine kadar yüzündeki her çizgi mükemmeldi. Yüzü bu kadar etkileyici ise gömleğinin altındaki vücudunun nasıl olduğunu hayal dahi edemiyordum.
Teninin sıcak, zeytine çalan bir rengi vardı, benimkinden sadece bir ton koyuydu. Belli ki o da benim gibi İtalyan kökenliydi.
Bulunduğum yerden, ellerine ve parmaklarına dağılmış küçük, ince dövmeleri görebiliyordum. Sayıca fazla olmalarına rağmen zarif ve küçük görünen bu dövmeler, o heybetli görünüşüyle hoş bir tezat oluşturuyordu.
Gösterişli, iri yarı bir adamdı; boyu da rahat 1.80 santimetrenin üzerindeydi.
Bara yaslanmış, duruyordu. Tiril tiril, beyaz bir gömlek, siyah pantolon ve muhtemelen benim bir aylık avukat maaşımdan daha fazla eden, gıcır gıcır ayakkabılarıyla çok albenili görünüyordu.
Kulüpteki en şık giyimli kişiydi, benden bile şıktı. Benim üstümde siyah, sade bir elbise, parlak kısa bir ceket ve alçak topuklu ayakkabılar vardı.
Yakışıklı yabancıya bakmadan ayağa kalktım, gerçi bakmama bile gerek yoktu çünkü bana baktığını biliyordum. Ondan birkaç tabure ötedeki bir köşeye geçtim ve barmene nazikçe gülümseyerek bir Sex on the Beach kokteyli sipariş ettim.
Arkamdan hafif çatallı, kalın bir erkek sesi duyuldu: “Bu kaçıncı Sex on the Beach’in?”
Sırtımdan bir ürperti geçer gibi oldu, omzumun üzerinden arkaya bakmadan önce üç saniye bekledim.
Yakından daha da yakışıklıydı. Bakışlarına baygın bir hava katan upuzun kirpikleri ve ağzının sol tarafında küçük bir beni vardı.
Bir an nefesim kesildi.
“Bu gece ikinci,” diye cevapladım, barmen içkimi getirirken tekrar ona dönerek. “Sen de ister misin?”
“Bana içki mi ısmarlıyorsun?” diye sordu, tek kaşını kaldırarak.
Sıcak nefesi boynuma değiyordu.
“Evet,” dedim, ona dönüp içkimi hafifçe yudumlayarak.
“Sex on the Beach mi yoksa başka bir şey mi istersin?”
“Onu hiç denemedim,” diye cevap verdi.
Ona da bir içki sipariş etmek için önüme dönüyordum ki bana doğru eğildi. Derin kahverengi gözlerini gözlerime dikip ardından az önce benim içtiğim pipeti dudaklarının arasına alıp bir yudum çekti.
“Biraz fazla şekerli ama fena değil,” dedi.
Ardından dudaklarını yaladı.
Fazla sırıtmamaya çalışarak, “Sana da bir tane alacaktım,” dedim,
Hafif bir tebessümle, “Hepsini içemezdim ki,” diye cevap verdi. “Ama hâlâ bir şey ısmarlamak istiyorsan buzlu viski isterim.”
“Ben de tadına bakabilirsem olur,” diye karşılık verdim.
“Anlaştık,” diye sırıttı.
Siparişimi verdikten sonra bir tabureye oturdum. Yanımdaki tabureye oturmak yerine, ellerini ceplerine koyup bara yaslandı.
Biraz yaklaşarak, “İtiraf etmeliyim ki daha önce hiçbir kadın bana içki ısmarlamamıştı,” dedi.
“O zaman çıtayı biraz yükseltme zamanın gelmiş,” diye muzipçe gülümsedim.
Barmene buzlu viskisi için teşekkür ederken gülümseyerek, “İyi tavsiye,” dedi. “Tadına bakmak ister misin?”
Başımı sallayarak biraz daha yaklaştım. Gözlerini gözlerimden ayırmadan bir yudum almasını izleyip sonra ben de aynısını yaptım.
Olabildiğince rahat görünmeye çalışarak, “Peki, sana içki aldığıma göre, artık adını öğrenebilir miyim?” diye sordum.
“Cidden mi? Bana içki almanın, sana adımı öğrenme hakkı verdiğini mi düşünüyorsun?” diye takıldı.
Onun gibi sırıtarak, “Seks beklemekten daha iyi değil mi?” diye sordum.
“Haklı olabilirsin,” diyerek kadehini benimkiyle tokuşturdu. “Sen bana ver, sonra ben sana, ne dersin?”
“İnşallah isimlerimizi kast ediyorsundur,” diye hafifçe güldüm.
“Başka neyi kastediyor olabilirim ki?” dedi, masum numarası yaparak ama gözlerindeki muzır bakışı görebiliyordum.
“Hiçbir şeyi,” derken yanaklarımın daha fazla kızarmaması için dua ediyordum. “Ben Detta.”
“Sadece Detta mı?”
“Benedetta.”
“İtalyan olduğunu anlamıştım,” dedi, gözlerinde tanıdık bir parıltıyla.
Onu anlıyordum çünkü ben de başka İtalyanlarla tanıştığımda heyecanlanıyordum.
“İtalya’nın neresindensiniz?” diye sordu.
“Annem de babam da Toskanalı. Orada evlenip ben doğmadan önce buraya taşınmışlar. Ee, benimle adımdan fazlasını paylaştığıma göre bence şimdi sıra sende.”
“Adım Riz.”
Başta şaka yaptığını düşünerek güldüm fakat hiçbir şey söylemeden sırıttığını görünce gülümsemeyi kestim. O, ciddi ciddi adını söylemiş ve ben de onunla dalga mı geçmiştim?
“Ailen sana cidden Riz adını mı koymuş?” diye sordum çok kısık sesle.
“Evet, neden?” diye sordu, tepkime gülerek. “İnanamadın mı?”
Tepkime kızmamış olmasına sevinmiştim. Bunun rahatlığıyla gülümserken dürüstçe, “Evet,” dedim.
Riz bir an ağzı açık bakakaldı. Hemen ardından başını arkaya atarak güldü.
“Çok ilginç birisin, Benedetta,” dedi, gülmeye devam ederek. “Kimse bana karşı bu kadar dürüst olmamıştı.
“Gerçekten çıtayı yükseltmelisin,” diye takıldım, daha kocaman gülümseyerek.
Bir süre sessizce bakışarak içkilerimizi yudumladık.
“Kaç yaşındasın?” diye sordum.
Otuz iki yaşında olmama rağmen daha genç gösterdiğimi biliyordum ama Riz’in benden birkaç yaş küçük olduğu belliydi.
“Sence kaç yaşındayımdır?” diye sordu, dudaklarında bir gülümsemeyle.
“Benden genç olduğun kesin.”
Tek kaşını kaldırarak, “Sen kaç yaşındasın peki?” diye sordu.
Gülümseyerek, “Yirmi yedi,” diye yalan söyledim.
Doğruyu söylemediğimi anlayacak mı görmek istedim ama ya düşündüğümden daha naifti ya da yalanımı yüzüme vurmayacak kadar kibar.
“Eh, sanırım seni yanılttım çünkü otuzum,” diye cevapladı, nasıl şaşırdığımı görünce daha çok gülümseyerek.
“O kadar şaşırma,” diye güldü.
“Otuz göstermiyorsun.”
Riz viskisini yudumlayarak gülümsedi.
“Beni şaşırtmaya devam ediyorsun, Benedetta,” diye mırıldandı.
İçkilerimizi çabucak bitirdik. Riz bir sonraki turu ısmarlamayı teklif ettiğinde nazikçe reddettim. Dans teklifine ise hayır diyemedim.
Farkına bile varmadan dönüp kendimi onun kollarına bırakırken ellerimi boynuna doladım. Göğsünden gelen o taze, topraksı koku insana evini hatırlatıyordu ki artık favori kokum buydu.
Konuşmak yerine daha da yaklaştım, kalçalarımı müziğin yavaş temposuna ayak uydurarak ve baştan çıkarıcı bir şekilde ona yaslayarak dans etmeye başladım. Kulağımın dibinde nefesi kesilir gibi oldu, beni kavrayan elleri daha da sıkılaştı.
Durumun kontrolünü elime alarak, “Aynı şeyi mi düşünüyoruz?” diye fısıldadım.
“Sen ne düşünüyorsun ki?” diye sordu sessizce.
Kendisi sormak yerine benim sormamı bekliyordu.
Gerçekten çekiniyor muydu yoksa bu gece ipleri bana bırakmanın tadını mı çıkarıyordu bilemedim. Kontrol bende olduğu sürece şikâyetim yoktu gerçi.
Hatta, itiraf etmem gerekirse bu hâli bayağı hoşuma gitmişti.
Ona bakmak için geri çekildim. Benden yaklaşık yirmi santim uzundu. Ben 1.68 cm olduğuma göre o, 1.90 cm vardı.
Göğsüne ancak geliyordum, hatta gözlerine bakmak için başımı arkaya eğmek zorunda kalıyordum ama hâlimden şikâyetim yoktu.
“Bu gece bana gelmeni çok istediğimi düşünüyorum,” diye cevapladım, başımı kaldırıp gülümseyerek.
“Memnuniyetle,” diye sırıttı.
Nazikçe elini tutup onu dans pistinden çıkışa doğru yönlendirdim. Dışarı çıktığımız gibi bana döndü.
“Bu gece ne kadar içtin?” diye sordu.
“Çok değil,” diye cevapladım, ona yanaşarak. “Bir Sex on the Beach, bir de bayağı seyreltilmiş bir Espresso Martini. Sen?”
“Sadece ısmarladığın viskiyi içtim.”
“O zaman ikimiz de ayıklık testini geçtik,” diye karşılık verdim, yaramaz bir gülümsemeyle.
Riz de gülümsedi.
“Evin buradan ne kadar sürer?”
“Yürüyerek yaklaşık yarım saat,” diye yanıtladım.
“O zaman taksi tutuyoruz,” deyip yola çıkarak hemen bir taksi çağırdı.
O bakış, bu geceden sonra birçok yalnız geceyi, onun hayaliyle kendime dokunarak geçireceğimi de söylüyordu.
Taksiye bindiğimizde Riz, sanki sevişmeye gitmiyormuşuz gibi ellerini nazikçe kucağına koyup sessizce oturdu. Ben de taksi yolculuğumuzu şoförle sohbet ederek geçirdim.
Kısa bir süre sonra yaşadığım apartmanın önündeydik. Apartmana girer girmez hemen önüme geçip beni yavaşça kapıya doğru sıkıştırmaya başladı.
Dudaklarında oyunbaz bir gülümsemeyle hiç acele etmeden yavaş yavaş üstüme geliyordu.
Bana saatler gibi gelen bir sürenin ardından, nihayet bedenlerimiz birbirine yaslanmıştı.
Alnını benimkine dayayarak, “Beni, benim seni istediğim kadar istiyormuş gibi görünüyorsun,” diye fısıldadı.
Dudakları çok yakındı.
Sıcak, nane kokulu nefesini hissedeceğim kadar yakından, “Söylesene, Benedetta,” dedi. “Benim seni istediğim kadar istiyor musun beni?”
“Daha bile fazla,” diye fısıldadım, gözlerimi kapatarak. “Seni, senin beni istediğinden bile daha çok istiyorum.”
“İmkânsız, tesoro (canım),” diye kıkırdadığı an bacaklarımın arası ısındı.
Kendim de İtalyan olmama rağmen daha önce, bir İtalyan erkeği ile birlikte olmamıştım.
“Tesoro mu?” diye fısıldadım.
“Tesoro,” diye tekrarladı, gülerek. “Ve söylediğimin arkasındayım. Beni, benim seni istediğim kadar istemiyorsun.”
“Kanıtla,” diye meydan okudum.
Cümlemi bitirmeme izin vermeden dudaklarıma yapışırken, “Oldu bil,” dedi.



































