
Zohra'nın Kadınları 2: Shurak
Onu ehlileştirmesi için gönderildi. Ama kuralları çiğneyen o oldu. Şimdi tehlikeyle dolu bir evrende, devasa ve sessiz bir uzaylıyla birlikte kaçıyor. Uzaylı sinir bozucu, işe yaramaz ve asla işbirliği yapmıyor. Ama onu geride bırakmak da imkânsız.
Hedef özgürlüktü. Ama kalbin işin içine karıştığında özgürlük yeterli olur mu?
Burg İşi
Kitap 2: Shurak
Rita, sanki not ona bir hakaretmiş gibi kâğıdı şak diye tezgâha bırakırken, “Yine Burg’den aradılar,” dedi.
O ismi duyunca omzumdaki bezi kaptığım gibi, dişlerimi sıkarak hırladım. “O lanet yerdekiler yine ne istiyor?”
“Her zamanki şeyi istiyorlar. Bela.” Rita, yeni silip parlattığım tezgâha yaslandı.
Nota dokundum. İşti tabii… Risk büyüktü, getirisi de öyle.
Burg hapishanesi kölelerle uğraşıyordu. Satın al, tutsak et, ‘ehlîleştir’ ve yeniden sat felsefesi ile çalışıyorlardı.
Mahkûmların seks işçiliğine uygun olup olmadığını ya da kaliteli seks kölelerine dönüştürülüp dönüştürülemeyeceğini kontrol etmek için bizi çağırıyorlardı.
Kahretsin ki yeri çok doğudaydı.
“Doğudan hiç hazzetmiyorum,” dedim.
Rita, “Sen zaten hiçbir şeyden hazzetmiyorsun,” diye mırıldandı.
Doğru söylüyordu.
Ben aslında buralı bile değildim, patronumla çıktığımız bir iş seyahatinde bu curcunaya yakalanmıştım. Oysa avukat olacaktım.
Sonra birbirimizi kaybettik ve beni batıya giden grubun içine ittiler. Kıl payı kurtulduk, haritalarda bile olmayan dağlarda gizlenerek uzaylılardan saklandık.
Irk savaşları yeniden alevlendiğinde biz tam sınırdaydık, diğer taraftaki insanlar ise uzaylı istilasından çok ten rengini dert eden köylülerdi.
Bir süre oyalanıp sonunda Finn’in yardımıyla oradan sıvıştım.
Birkaç yıl vahşi doğada yaşadıktan sonra talihsizlik yine yakamı bırakmadı. Finn denen o alçak beni sattı.
Bazı uzaylılar “güzel kızları” uzay gemilerine alıp diğer uzaylılara pazarlıyorlardı.
Ben kimsenin malı olmak istemediğimden diğer kızlarla bir olup bir plan yaptım. Uzaylıların gözüne girdik, uygun anı kolladık ve sonunda onları hakladık.
Şimdi, seks işçisi gemimizin kaptanıydım. Avukat olmaktan çok daha iyiydi.
Finn’den hayatta kalmaya dair birkaç şey kapmıştım.
Bu yüzden kızlarımın ateş yakmak gibi temel şeyleri öğrenmelerini sağladım. Hepimiz fahişeydik. İstediğimizden değil, mecbur olduğumuz için...
Bizi başka kimse kabul etmezdi. Yeni hayatın bize sunduğu artıklardan ibarettik, elimizde hangi beceri kaldıysa onunla idare ediyorduk.
“Bu sefer kime gidiyoruz?” diye sordum.
Rita cevap vermeden önce duraksadı.
Ona dikkatle baktım. “Duraksıyorsun. Duraksamak, hiçbir zaman hayra alamet değildir.”
İç çekti. “Tanıdığımız bir mahkûm. Burg, son bir şans vermek niyetinde. Durumu düzeltebiliyor muyuz görmek istiyor.”
Kaşlarımı çattım. “Onu tanıyor muyuz?”
“Candice, Greece ve Reyes onu gördüler.”
Notu tezgâhtan iterek yere düşürdüm. “Ve hâlâ daha fazlasını mı istiyorlar? Bu adam çok özel biri olmalı.”
Rita, “Adam, bir Zohra,” diye hafifçe sırıttı. “Özel olup olmadığını diğerlerine sorman gerekecek.”
Daha fazla ziyaret istemelerine şaşmamalıydı.
“Pekâlâ,” diyerek kapıya döndüm. “Herkesi uyandırın.”
Telsizi açıp mürettebatı komuta merkezine çağırdım. Komuta merkezi yarı kokpit, yarı savaş odasıydı.
Loş ışıklar arada bir titriyor, çiziklerle dolu metal masaların üzerine veri akışlarıyla yaşayan ekranların solgun parıltısı düşüyordu.
Önde durdum. “Tamam. Burg mahkûmu hakkında bilgi var mı?”
Reyes arkasına yaslanıp sırıttı. “Burg’deki o dilsiz Zohra’yı mı kastediyorsun?”
Reyes bizim hırçın sarışınımızdı; baskın yaptığımız hapishanelerden birinden aldığımız beyaz bir kızdı.
Kaşlarımı çattım. “Dilsiz mi? Gerçekten mi?” Rita’ya baktım. “Adam dilsiz mi?”
Rita omuz silkti. “Aldığım tek bilgi ‘daha önce gördüğümüz mahkûm’ olduğu, başka ayrıntı yok.”
“Bir Zohra’yı nerede yakalamış olabilirler ki?”
Reyes omuz silkti. “Ben de senin kadar şaşırdım ama onu görünce mantıklı geldi. Diğerleri kadar iri yarı değil.”
“İri olsun olmasın, bir Zohra ile şaka olmaz.” Botlarımı çıkarıp koltuğa kuruldum.
Daha önce Zohralarla uğraşmıştık. İyilerdi ama kızdırırsan yanardın. Ellerini, kocaman kılıçlarını, kısacası ne bulurlarsa kullanırlardı.
Silahları ise nadiren kullanırlardı. Silahlı bir Zohra korsanı görünce fotoğrafını çekmek lazımdı, o kadar nadir bir andı.
“Genç miydi?” Sandalyemi ona çevirdim.
Reyes saçlarını geriye atıp kaşlarını çattı. “Emin değilim. Biraz duygu belirtisi göstermişti. Belki genç olabilir.”
Kolombiya’dan, ağzı laf yapan, gizli diplomatımız Candice ise her zaman bize en belalı müşterileri bulur ama işin içinden ya burnu bile kanamadan ya da daha da zengin çıkardı.
“Çok genç görünmüyordu. Belki de o herif gibi bir serseridir.”
“Finn,” dedim, tiksintiyle yüzümü buruşturarak.
Kimse bir şey söyleyemeden Greece ağır adımlarla içeri girdi. Deri koltuğa çökerken esneyerek, “Çok tatlı bir uyku çekiyordum. Neden gürültü yapıp beni uyandırdınız?” diye sordu.
Gülümsedim. “Günaydın, prenses. Dün gece parti mi vardı?”
Suratı asıldı. “Sen akşamdan kalma olduğunda ben senin kulağının dibinde bağırmıyorum ama.”
Greece uzaylı saldırısının başlarında kafasından vurulmuştu. Uzaylılar onu iyileştirmişti ama yaralanma anılarını da silmişlerdi. Hatırladığı tek şey Yunanistan olduğundan ona Greece diyorduk.
“Dilsiz Zohra’yı sen de gördün mü?” diye sordum.
“Evet. Garip bir adam. Zohra tarzı zincire vurulmuşken bile dokunulmaktan kaçıyordu. Deli gibi kıvranıp duruyordu. Çok üstüne gitmedim, zincirini koparırsa altında kalırım falan diye korktum.”
Boynumu ovuşturdum. “Of, neden illa bir Zohra olmak zorunda? Bu iş duyulursa kesin birileri peşimize düşer.”
Reyes gülerek omzuma dokundu. “Para yüzünden, Kaptan. Daha fazla cephaneye ihtiyacımız var. O herifi harekete geçirebilecek biri varsa o da sensin.”
Candice’i işaret ettim. “O, zaten gitti ve Burg konusunda uzmanımız o.”
Candice sakızını patlattı. “Açık konuşmak gerekirse beni biraz ürküttü. Ben Zohralarla pek anlaşamıyorum.”
İç çektim. “Ah, ben de doğuya dönmeyeceğimizi umuyordum.”
Reyes alay eder gibi güldü. “Jas, ırk savaşları yıllar önce bitti.”
Candice yüksek sesle iç çekti. Sonra, mükemmel bir zamanlamayla, “Sandığımdan daha safmışsın,” diye tekrarladı.
Greece de ona katıldı, alaycı bir şekilde, şarkı söyler gibi, “Asla bitmez,” dedi.
Bu konu her açıldığında yaptıkları gibi beni taklit ediyorlardı.
Dik dik baktım. “Aman ne komik! Hadi bakalım, bu kadar yeter. Beni Burg’e götürün.”
Rita, bir ekrana bakarak, “Valletta’dan yeni bir istek geldi,” dedi.
“Of, kötüye rahat yok,” diye mırıldandım. “Pekâlâ. Beni Burg’e gönderin. Siz Valletta’ya gidin. Beni o cehennem deliğinde mahsur bırakmayın.”
Rita alaycı bir gülüşle, “Hiç bırakır mıyız?” dedi.







































