
Güneşin Sahibi
Callista, Güneş Kralı olarak hüküm sürüyor. Kudretli, tanrısal ve Ay’ını sahiplenmeye hazır.
Yehseeka mı?
Vahşi, gururlu ve hiçbir erkeğe boyun eğmeye niyeti yok.
Ama gelenek izin istemez. O seçer.
Ve Callista gözlerini ona ilk kez diktiği anda, kıvılcımlar havayı sarar.
Yehseeka bu kabile dünyasında yolunu ararken, her köşe başında başka bir ayartı vardır:
Sessiz kral, karanlık çekiciliğe sahip kardeşi ve yüzündeki yaralardan fazlasını gizleyen üçüncü biri…
Direnmeye çalışır, ama arzu kendi dilini konuşur.
Tam da bağ kurmanın gücünü keşfetmeye başlamışken, geçmişi kanla cevap isteyen bir tehdit olarak geri döner.
Aşk, ihtiras ve kader… şimdi kabile yıldızlarının altında çarpışıyor.
1. Bölüm
Daha parlak ve gür yanan ateşler onun gelişini müjdeliyordu.
Hepimiz uzun zamandır kralın eşini seçmesini bekliyorduk.
“Sovrex’in Güneşi, Callista!” diye duyurdu baş şifacımız.
Sovrex savaşçılarının Güneş’e dans ettiği uzun ve közlerle dolu Ateş Yolu’nun etrafında toplanmış bekliyorduk. Callista hâlâ görünürde yoktu.
Geniş savananın karanlığında tek ışık kaynağı Ateş Yolu idi. Ben kız topluluğunun en arkasında durmuş, onlar şarkı söylerken yere bakıyordum.
Callista’nın dikkatini çekmek için süslenip püslenmiş kızların aksine ben sadece tüm bedenimi örten bir kurt postu giymiştim.
O ne de olsa benim erkekliğine köle olarak gördüğüm eşi seçmek için buradaydı.
Sovrex Kabilesi, bereketli Dampwater topraklarını yönetiyordu. Sovrex halkının yıllardır dönüşme yeteneğine sahip liderleriyle övündüklerini biliyordum.
En yakın rakipleri Engerek Klanı ve Kanlı Nehir Kabilesi idi. Geri kalanlarımız bir klan seçmezsek küçük aile kabilelerine dağılmış durumdaydık. Bu yüzden anneme destek olmak için güçlü olmak zorundaydım.
Bağlı olduğumuz bir kabile yoktu. Sadece birbirimize sahiptik.
Bu gece, tüm kabilelerin Güneşi, vârisini doğuracak bir Ay seçecekti. Çoğu kabile savaşçısı kadınların sadece çocuk doğurmaya yaradığını düşünüyordu. Onun tarafından seçilecek Ay, onun kraliçesi olacak ve vârislerinin annesi olacaktı.
Ama benim seçilmek gibi bir niyetim yoktu. Davullar susarken kalabalığın arkasında saklanmaya çalışıyordum.
Kadınlar için yaygın veya saygın olmasa da kendimi bildim bileli savaşçı olmak istiyordum. Gerçek bir savaşçı olarak kabul görmek için kabilelerden birinin Savaşçı Ayini’nden geçmem gerekiyordu.
Ama çocuğum olursa bunu yapamazdım, bu yüzden bu gece mümkün olduğunca dikkat çekmemeye çalışıyordum.
Arkamda, yaşlı kadınların çıngırak seslerinin kesildiğini duydum. Ve müziğin kesilmesi tek bir anlama geliyordu.
Callista geliyordu.
En az yüz kişiydik. Arkamda duran kızlar, öndeki daha güzel kızlar tarafından geriye itilmişti. Çoğu kızın sesi güzeldi, onlardan birinin sesini beğeneceğini umuyordum.
Herkes, hatta diğer kabileler bile Sovrex’te dış görünüşün her şey olduğunu bilirdi. Boya sürmemek kabalık sayılırdı ama onları kışkırtmak umurumda değildi, tek istediğim kabalığın içinde fark edilmemekti.
Ağaçların arasında duran annem de muhtemelen tam bu sebepten üzgündü. Arkamda onun bakışlarını hissedebiliyordum. Bu sabah bana sürekli ne yapmam gerektiğini söyleyip durmuştu.
Burada eğreti ve yersiz hissediyordum.
Bana biraz olsun daha iyi hissettiren tek şey, arkada saklanırken omuzlarıma sardığım kurt postuydu. O kurdu on yaşındayken öldürmüştüm.
Küçücük bir çocukken bile, hayatta kalabilmenin tek yolunun güçlü olmak olduğunu biliyordum.
Müzik tamamen durduğunda, olabildiğince az dikkat çekmek için başımı öne eğdim. Sonra, önümdeki kızlar şarkı söylemeyi bıraktığında donakaldım.
Önümdeki kızların omuzlarının üzerinden bakınca, közlerin üzerinde ağır ağır yürüyen Callista’yı ilk defa gördüm.
Karanlıkta bir dev gibiydi ama ona tanrı havası katan asıl şey, Ateş Yolu’nda yürürken kızgın kömürler onu hiç yakmıyormuş gibi davranmasıydı.
Callista otuzlu yaşlarda görünüyordu. Ama aslında hepimizden çok daha yaşlıydı. O başka bir boyuttaydı.
Daha doğrusu, Şamanik Boyut’ta idi.
Duyduğuma göre, ayıların ruhlarını çağırıp onlarla konuşabiliyordu. Ya da bu topraklardaki herhangi bir hayvanın ruhuyla.
Meşaleler onun etrafında parlıyordu. Vücudu zehirle işlenmiş kalıcı dövmelerle kaplıydı. Kabile işaretleri ve desenleri vücudunun her yerini süslüyordu.
Vücudu sadece kastan oluşmuş gibiydi. Güçlü, keskin bir çene hattı ve geniş omuzları vardı. Boyu diğer tüm erkeklerden daha uzundu.
Parlak siyah gözleri közlerin turuncu ışıltısını yansıtırken içlerinde sert bir savaşçının yaşadığını görebiliyordum. Kim bilir Callista nasıl zorluklara göğüs germişti?
Derin bir nefes aldım. Onda bir kralda olması gereken her şey ve daha fazlası vardı. Bunu düşünürken tüylerimin tepeden tırnağa ürperdiğini hissedebiliyordum.
Kanımda tuhaf bir his, tenimde garip bir karıncalanma vardı.
Yine de içgüdüsel tepkimi bastırmaya çalıştım. Bu planın bir parçası değildi. Yakışıklı olabilirdi ama onun dış görünüşüne kanmayacaktım.
Ateş Yolu’nda yalınayak durup onu bekleyen kızlara bakarken, sert ifadesinde yumuşak bir ruhun izi yoktu.
Kızlar artık ona doğrudan bakmıyordu. Hepsi başını öne eğmişti. Ben de başımı öne eğdim ama korkularına gülmemek için kendimi zor tuttum. Çoğu benim gibi Sleetr idi.
Sleetr, Callista’nın kabilesinin dışında, onun altında yaşayan insanların genel adıydı. Buradaki tüm kızlar, onun damızlık kısrağı olmak için toplanmıştı. Asıl amaç Sovrex’e katılıp bir daha asla aç kalmamaktı.
Ama onunla sadece deneyimli bir kadının olması gerektiğini düşünüyordum, kadınlığa yeni adım atmış genç kızlardan birinin değil. Büyük çoğunluğumuz on sekiz ile yirmi bir yaşları arasındaydık.
Yirmi iki yaşından sonra eşsiz kalmak nadir görülürdü. Ve ben yirmi üç yaşındaydım.
Callista sonunda hareket ettiğinde gölgelerin arasından biri sevinçle bağırdı. Ben de diğerleri gibi başımı kaldırdığımda onun közlerin üzerinden tam önüme geldiğini gördüm.
Boyu uzun olduğu için herkesin tepesinden baktı. Ve sonra gözleri tesadüfen bana takıldı.
Sovrex’in Güneşi, Callista.
Bakışlarına karşılık verirken hafifçe sırıttım. Kibrim onu benden uzak tutacaktı.
Erkeklere kafa tutmak gibi bir alışkanlığım vardı. Onlar bana haddimi bildirmeden önce, onlara hadlerini bildirmeyi küçük yaşta öğrenmiştim.
Yüce Ay’ın çılgınlığına kapılmış yalnız ve kendini bilmez savaşçılar tarafından tecavüze uğrayıp öldürülmemek için, çok erken yaşlarda sert olmayı öğrenmiştim.
Kurt gibi davranarak kurtları kendimden uzak tutuyordum. Ne eksik ne fazla, mantalitem buydu.
Callista’nın simsiyah gözleri benden ayrılmayınca önümdeki kızlar kenara çekilmeye başladı.
Önümdeki savunma hattım yeterince kenara çekildiğinde…
Kibirli sırıtışım soldu.
Sovrex’in Güneşi tüm heybetiyle bana doğru yürürken içimde bir yerlerde ağır ve yavaş bir ölüm hissettim.
Alanıma giren Callista, kurt postunu kenarlarından tutup altında ne olduğunu görmek için çekiştirdi.
Vücudumda boya yoktu.
Herhangi bir boncuk yoktu.
Hiçbir şey yoktu.
Sadece ben vardım.
Callista benim kabalık niyetiyle boyamadığım çıplak vücudumu incelerken, annemin arkamızdaki seyrek ağaçların arasından ağladığını duyabiliyordum.
“Adın?”
Callista gür ve tehditkâr sesiyle sorusunu sorup yavaşça benim hizama eğilerek gözlerime bakmaya çalıştı ama ben onunla göz göze gelmemek için elimden geleni yaptım.
Ona kısa bir bakış atmayı başarsam da korkudan ağzımı açamadım.
“Yehseeka.” Annem benim için cevap vermek üzere öne çıktı.
Callista bana başını sallayıp doğrulduktan sonra kolunu kaldırıp annemi işaret etti.
“O Dampwater’a götürün ve beni böldüğü için boğdurun,” diye emretti Callista.
Kabile üyeleri ve Sleetr halkı ona itaat etmek için ölümcül bir sessizliğe büründü. Annemin korkudan sızlandığını duydum. Fikrini değiştirmesini umarak gözlerimi Callista’ya diktim. Ciddi olamazdı.
Ama başımı çevirip savaşçıların annemi kollarından sertçe yakaladığını gördüğümde bu cezanın gerçek olduğunu anladım.
Alaycı gözlerle bana baktığında, avazım çıktığı kadar bağırıp ellerimi kaldırarak ona saldırdım.
Callista beni bileklerimden yakaladı.
“Vakit geldi, Yehseeka. Sen benim Ay’ımsın. Seni seçiyorum.”
Kalbim hızla atmaya ve basınçtan kulaklarım çınlamaya başladı. İlk defa aynı anda hem korku hem de öfke hissediyordum.
“NEDEN?” diye haykırdığımda afalladığını gördüm.
Anlaşılan hayatı boyunca sorgulanmamıştı. Tek kaşını kaldırarak bana bakarken beni bekleyen makûs talihi gözlerinin içinde gördüm.
“Sovrex,” diye kabilesine seslendiğinde, onlar da beni almak için harekete geçti.
Ne kadar debelensem de beni zapt etmeyi başardılar. Beni annemle Dampwater’a götürüyorlardı. Hem de öldürmek için.
Callista bir meydan okuma istiyordu. Beni kırmak istiyordu.
Boynumu çevirip ellerimi arkadan bağlayan savaşçının yüzüne tükürdüm. Savaşçı dişlerini sıkarken bileklerimdeki halatı daha da sıkıştırdı.
“Ay Ayinleri sırasında bunu hatırlayacağım,” diye fısıldadı savaşçı öfkeyle. “Kız kardeşim yarışanlar arasında. Kanını akıttığını görmeyi sabırsızlıkla bekliyorum.”
Gözlerimi kısarak ona bakıp çenemi sıktım.
Yakında beni tanıyacaktı. Kırılmaktansa ölmeyi tercih ederdim ve Sovrex’ten kimsenin elinde ölmeye niyetim yoktu. Ne bu savaşçının kız kardeşinin elinde ne de Sovrex’in Güneşi’nin ta kendisinde.





































