Lisedeki son yılının en büyük partisinin olduğu gece Helen, partiye gitmek yerine annesinin yıldırım nikahına gitmek zorundadır. Annesi, Bear Creek’li bir dağ adamıyla evlenmek üzeredir ve Helen bu durumdan pek de memnun değildir. Ta ki Sam’le tanışana kadar. Sam, dağların en ateşli adamıdır ama şimdi Helen’ın üvey kardeşi olacaktır. Karakterleri birbirlerine zıt olmasına rağmen, iki yeni akraba birbirine çekilir. Ancak yaklaştıkça Helen bir şey keşfeder: Sam’in bir sırrı vardır...
Yaş Sınırı: 18+
Bölüm 1
Öğretmen PornosuBölüm 2
Aferin, Anne!Bölüm 3
Kahvaltıda SeksBölüm 4
Evde Tek Başına 🌶🌶🌶HELEN
Karşımda çırılçıplak duruyordu.
O kadar çekiciydi ki Michelangelo’nun David’i yanında lanet bir sopa gibi kalırdı.
Kalın boynunu izledim. Şişkin pazıları... Hafifçe dalgalanan karın kasları...
Bacaklarının arasında sallanan büyük organı...
Salyalarımı akıtmamak için ağzımı kapatmak zorunda kaldım.
Yüzüne baktım. Melek sarısı saçlarının altındaki koyu gözleri Shakespeare sonelerini okuyordu.
Ed Sheeran albümlerini söylüyorlardı.
Beni istiyordu.
Ve bana sahip olabilirdi.
Tam burada, sınıfın ortasında… Başka hiçbir şey umrumda değildi.
İçimde biriken şehvetle ona daha da yakınlaştım.
Dilimde, sevgilimin adı sıcak bir tatlının ilk ısırığı gibiydi...
“PROFESÖR HAMMOND!”
Brittany’nin ciyaklayan sesi beni aniden gerçekliğe geri döndürdü.
Sanat dersindeydim, etrafım benim gibi son sınıfa giden arkadaşlarımla çevriliydi, önümüzdeki çıplak modeli çiziyorduk.
Sıramın üzerinde duran çizimime baktım...
Hayır, hayır. Hayır hayır hayır hayır hayır hayır hayır hayır hayır...
Ben yaptığım şeyi örtbas etmeye çalışırken Brittany bağırdı.
“HELEN PROFESÖR HAMMOND’ı ÇİZMİŞ! AMAN TANRıM!”
Herkes çizimimi görmek için sırama yaklaşırken sınıf kahkahalarla doldu.
Doğruydu. Hayallerime dalmıştım, yakışıklı Profesör Hammond’ı hayal ediyordum ve yanlışlıkla önümüzdeki modelin kafasına onun kafasını çizmiştim.
Oh, kahretsin...
Ve görünüşe göre ona devasa bir sik de eklemiştim.
Helen, senin neyin var?!
Profesör Hammond masasından kalkıp bana ve Brittany’e doğru yürümeye başlayınca suratım kıpkırmızı oldu. Onun yüzünden bilgisayarımın son aramalarında öğretmen pornosu vardı.
“Herkes sakin olsun. Hala yarım saatlik dersimiz var. Herkes Ah... kendi...”
Sınıf arkadaşlarım kıkırdamalarını bastırmaya çalışıyordu. Gözlerimi kapadım..
Bay Hammond’ın çizimimi gördüğündeki ifadesini görmek istemedim. Tanrı’nın tam şu an üzerime bir yıldırım göndermesini istedim.
“Fena değil” dedi Bay Hammond alçak sesle. Bir an için sessizdi, nefes almadığımı fark ettim.
“Ama bir dahaki sefere, Helen... lütfen ödevden şaşma.”
***
Saat 3:00’te sınıftan kaçtım, kafamı bir kaplumbağanınki gibi vücuduma çektim.
Çocukluk düşmanım beni yine utandırmıştı.
Brittany Childress lisedeki ilk yılımızdan beri hayatımı cehenneme çeviriyordu ve artık Boulder Eyalet Üniversitesi’nde son sınıf öğrencisi olmamıza rağmen çok az şey değişmişti. Oysa gerçek yetişkinler olmamıza sadece bir dönem kalmıştı.
Aslında ortaokulda arkadaştık ama babası hayatından çıktığından beri benim için dünyanın en büyük sürtüğü olmuştu. Nedenini bilmiyordum. Benim de babam yoktu, ama ben bunun acısını diğer insanlardan çıkarmazdım.
Brittany’yi görebiliyordum. Sarı saçlarıyla oynayarak bana doğru mutlu mutlu yürüyordu. Çok yakında tüm okul en yeni çizimimi duyacaktı.
Lanet kaltak. Keşke göğüsleri patlasa.
Elbette, her kadın sanat öğrencisi (ve bazı erkek öğrenciler), Profesör Hammond’ı becermek isterdi ama hiçbiri onu çıplak çizmemişti.
En azından toplum içinde değil.~ Bahçeye çıkınca sıcak, güzel kokulu hava sinirlerimi yatıştırdı. Bahar tatilinden önceki son ders günümüzdü ve muhtemelen okula döndüğümüzde herkes bu olayı unutmuş olacaktı..~
Umarım.
“Helen!”
Adımı duyunca İçgüdüsel olarak ürperdim.
Haberler bu kadar hızlı mı yayılmıştı?
Herkes bunu mu konuşuyordu?
Brittany’yi ve onun haberleri hemen Twitter’a taşıyan kötü parmaklarını geçemezdim; gerçekten yirmi birinci yüzyıl sürtüğüydü.
Kimin seslendiğini görmek için döndüm ve Emma’nın öğrenci birliğinden bana doğru yürüdüğünü görünce rahat bir nefes aldım.
En iyi arkadaşımdı.
“Ne oldu bebeğim?” Emma sordu, beni inceliyordu. “Gergin görünüyorsun. Bu hafta sonu partimi kaçıracağın için hala üzgün mısın?”
Emma ertesi gece ailesinin evinde büyük bir parti planlıyordu. Ailesi Meksika’da bir gezideydi.
Ben asla böyle bir şey yapmazdım.
“Yani... Hayır,” dedim. “Ama aynı zamanda, Evet. Annem evlenmek için başka bir tarih seçemez miydi? Sarhoş olmak istiyorum. Bugünden sonra ihtiyacım var.”
“Profesör Hammond olayını duydum.”
“Ne?! Nasıl?”
Emma omuz silkerek “Brittany Instagram hikayesinde yayınladı,” dedi. “Doğruyu söylemek gerekirse harika sik çiziyorsun.”
“Evet, Picasso gibiyim,” diye homurdandım.
Harika, çok güzel. Brittany’nin sadece bin tane takipçisi var
Kampüste yurda doğru yürürken Emma, “İyi tarafından bak,” dedi. “Muhtemelen bu hafta sonu o köyde kaslı birileriyle sevişeceksin.”
“Anneme sordum bile, düğünde tam olarak sıfır çekici genç olacak. Üvey kardeşimi saymazsan tabii.”
“Kulağa seksi geliyor!” Emma güldü. “Tıpkı izlediğin pornolar gibi.”
Gözlerimi devirdim.
Porno fantezidir. Bu ise gerçek hayat.
“Annemin daha altı ay önce görüşmeye başladığı biriyle evlendiğine inanamıyorum. Adamla tanışmadım bile! Aslında onun yapacağı bir şey değil.”
Annem hayatında hiç fevri bir şey yapmamıştı. Etsy’de yaptığı el işlerini satarak geçimini sağlardı. Onu çok seviyordum, spontane işler yapacak biri değildi.
Emma “Aşk insanlara çılgınca şeyler yaptırır,” dedi. “Ya da belki de gerçekten büyük bir penisi vardır. Belki profesör Hammond’ınkinden bile büyüktür”
“İğrenç!” diye bağırdım, kulaklarımı tıkadım. “Annemi ve kirli, yaşlı dağ adamını düşünmek istemiyorum!”
Kartımla odamızın kapısını açarken ortaokula giden çocuklar gibi kıkırdadık.
Emma hep daha iyi hissetmemi sağlardı.
***
Toparlandım ve eşyalarımı güvenilir, paslı Corolla’ma yerleştirdim. Bear Creek ıssız bir yerdeydi ve annem bütün bahar tatilimi orada geçirmeme neden oluyordu.
Anneme göre, yürüyüşle dolu bir hafta geçirecektik. Kampçılık, yüzme, doğa...
Başka bir deyişle, nefret ettiğim her şey.
Ben bir şehir kızıydım. Partileri severdim. Öğle yemeğimi Instagram’da yayınlardım. Pijamalarımı giyip Netflix izlemeye bayılırdım.
Okul yıllarımın son tatilini bir hödük gibi dağlarda geçirmeyi dört gözle beklemiyordum.
Bagajı kapattım, en sevdiğim atıştırmalıklarla dolu olduğu gerçeği beni biraz rahatlattı - ve tabii ki birkaç şişe Smirnoff votka.
Jack’in kulübesinde internet yoksa bir şeylere ihtiyacım olacak
Arabaya binmek üzereyken bana doğru yürüyen iki adam gördüm.
Biri Chris’ti.
Lanet olsun.
Kalbim hızla atmaya başladı.
Birinci sınıftan beri Chris’ten hoşlanıyordum. Okul bitmek üzereyken “ya şimdi ya da asla” diye düşünüyordum. Bir araya gelmek için zamanımız azalıyordu. Yine de bunun gerçekleşeceğini düşünmüyordum.
Hiç şansım yoktu. Chris bronzdu, squash takımındaydı ve dişleri kutuplardaki karlardan daha beyazdı. Ailesi zengindi çünkü babasının ilaç şirketi vardı ve Vail’de bir kayak evleri vardı.
Vail!
Kampüsteki en çirkin kız değildim ama kendimi hep şişman kampından birkaç çikolata uzakta gibi hissederdim. Kıvrımlarım kötü hissetmeme yol açıyordu.
Buna bir de annemin yakın zamandaki evliliğini ekleyin, muhtemelen kampüsteki en seksi erkek beni istemezdi.
Bugün sanat dersinde olanları duyduğundan emindim. Brittany yılanı Chris’e karşı bir şeyler hissediyordu ve benim de öyle hissettiğimi biliyordu. Her zaman beni sabote etmenin yollarını arıyordu.
“Nereye gidiyorsun Helen?”
Chris bana doğru eğildi, yanında Sean duruyordu. Chris’in neden böyle garip biriyle takıldığını hiç anlamıyordum - muhtemelen Sean hiç kız bulamadığı için kötü hissediyordu.
Aşkımın altın gibi bir kalbi var.
Arabama yaslandım, normal görünmeye çalıştım. Titreyen ellerimi ceplerime sokup saklamaya çalıştım ama sonra lanet olası taytımın cepleri olmadığını hatırladım.
“Annemin düğünü için Rockies’e gidiyorum.”
“Rockies, öyle mi?” Chris gülümsedi. Dişleri neredeyse beni kör etti. “Ailemin Vail’de bir evi var. Oraya yakın bir yerde mi?”
“Hayır, um... Vail değil,” dedim, zar zor konuşuyordum.
“Aspen mi?” diye sordu Sean.
“Ben... Bear Creek’e gidiyorum.”
Yüzümün ısındığını hissettim. Tanrıya şükür hava kararıyordu.
Chris kaşlarını kaldırdı. “Bear Creek mi? Gerçekten mi?”
Başını salladım. Sean’a bir bakış alıp kaşlarını çattı. Daha sonra buna güleceklerine emindim.
“Yani, sanırım Emma’nın partisine gelemeyeceksin..,” dedi.
Aklımı mı kaçırıyordum, yoksa sesi...
Hayal kırıklığına mı uğramıştı?
“Hayır, bu sefer değil,” dedim.
Chris başını salladı, gülümsedi. “İyi tatiller. Döndüğünde görüşürüz.”
Bana sarıldı. Neredeyse kollarında eriyecektim.
“Evet... Görüşürüz,” dedim. “Yarın iyi eğlenceler.”
“Çılgınlarca partileyeceğiz!” dedi Sean, domuz burnunun altında yarım bir gülümseme belirdi. Bir haftalık nargile tozu gibi kokuyordu.
Chris, “Oradaki ayılara dikkat et” dedi, beni şakayla karışık uyardı.
Kıkırdadım. “Ederim.”
O güzel gülümsemesini bir kez daha gösterdi ve arkasını döndü. Bayılacak gibi hissediyordum, arabama oturdum.
Bana mı öyle geliyor yoksa Chris ve ben… iyi mi anlaşıyoruz?
Hayal ediyor olmalıydım.
Öyle mi?
Hasiktir!
Neden Emma’nın partisi yerine Bear Creek’e gidiyorum?
Anahtarımı kontakta çevirdim, Corolla’m inledi.
Annem için yaptıklarım...
***
Birkaç saat sonra karanlık dağ yollarında araba sürüyordum. Tamamen kaybolmuştum. Görünüşe göre Bear Creek sadece ıssız bir yer değildi, aynı zamanda dünyanın sonuydu.
Benzin istasyonu ya da McDonald’s bir kenarda dursun, kilometreler boyu başka bir araba bile görmemiştim. Yani McFlurry yiyip gün batımını izleyemeyecektim.
Burada sokak lambası yoktu. Telefon direği yoktu. Yol kenarı bariyerleri yoktu. İki tarafımda da ağaçlardan başka bir şey yoktu. Ağaçlar, ağaçlar ve daha fazla lanet ağaç...
Karanlıkta sarı bir parıltı gördüm. Bir tabela!
Annemle bir yol ayrımında buluşmam gerekiyordu ama telefonum çekmiyordu ve GPS’im de çalışmayı bırakmıştı.
Bear Creek yoluna yaklaşıyor muyum?
Lanet olsun, bilmiyorum
Tabelaya yaklaştıkça yavaşladım, kelimeleri okuyabilmek için karanlıkta gözlerini kıstım...
DİKKAT! AYI ÇIKABİLİR.
Ayı mı?! Tanrı aşkına!
Chris’in şaka yaptığını sanmıştım.
Devam ettikçe yol daraldı. Rüzgar kuvvetlendi.
Yükselen Rockies dağları yıldızları ve ayın parıltısını engelledi. Dışarısı zifiri karanlıktı.
Neredeyim ben?
Saniyeler geçtikçe daha da gerildim. Dinlediğim Camila Cabello albümünü kapattım. Sürüş zorlaştıkça müzik dikkatimi dağıtmaya başlamıştı.
Başka bir virajı dönerken farlarımda bir hareket gördüm. Korktum ve frene bastım.
Lanet...
Ellerimle direksiyonu sımsıkı kavradım.Ormandan büyük bir gölge çıktı.
Lanet olası bir BOZ AYI yolun ortasına fırladı!
Kıllı canavar önümde durdu, parıldayan gözleriyle arabama bakıyordu.
Lanet olsun.
Bana bakıyordu!