Lois Scott
JAMES
Üniversiteye geri dönmüştüm. Bunu kabul ettim çünkü onu tekrar göreceğimi biliyordum.
Münazara için onu seçtim çünkü başarılı olacağını biliyordum. Bu kadar yorgun görüneceğini tahmin etmemiştim. Son birkaç haftadır hiç uyumamış gibiydi.
Claire koşarak sınıfa gelip Anna'yı sorduğunda hemen endişelendim. Elimde değildi. Anna'nın gözlerindeki bakışı gördüğümde önemli bir şeyler olduğunu anladım.
“O iyi mi?” diye sordu.
Kim?
Claire başını sallayınca Anna hızla eşyalarını topladı.
“Nerede o?” Her şey çok hızlı gelişti. Sınıftan koşarak çıktı.
“Anna?”
Kapıdan uçarak çıkarken omzunun üzerinden “Şimdi olmaz, James,” diye seslendi.
Çok endişelendim. Sınıf hemen dedikoduya başladı.
Ne konuştuklarını duyunca onlara, “Hey, kesin şunu,” dedim. Akıl hastanesine geri dönmesi gerektiği gibi saçma sapan şeyler söylüyorlardı.
Şirret sarışın bir öğrenci, “Neyi keselim?” diye sordu.
“Onu tanıyormuş gibi hakkında konuşmayı,” dedim öfkeyle.
“Onu kimse tanımıyor. Hiçbirimizle konuşmuyor.”
“Kesinlikle. Ve inanın bana, Anna'nın bir akıl hastanesine ihtiyacı yok. Onu tanıyorum,” diye itiraf ettim.
“Onu nereden tanıyorsunuz?” Ben açıklayamadan Anna koşarak içeri girdi. Gözyaşları yanaklarından aşağı süzülüyordu.
Sesinde korkuyla, “James!” diye bağırdı.
“Arabanla mı geldin? “
“Evet” anlamında başımı salladım.
“Beni hastaneye götürebilir misin?” Bu beni daha da endişelendirdi. Anna hastanelerden nefret ederdi. Gerekmedikçe hastanenin yakınından bile geçmezdi.
“James, sana ihtiyacım var!” dedi ve bu kadardı. Çantamla anahtarlarımı alıp sınıftan çıktım. O çoktan çıkmıştı. Koridora girdiğimde onu kucağında küçük bir çocukla ayakta dururken gördüm.
O...
Kız?
Anna'nın bir kızı var.
“Sen bir anne misin?” diye sordum.
Claire, “Hayır, seni salak! Başkasının çocuğu,” diyerek kendimi bir pislik gibi hissetmeme neden oldu.
Arabama doğru yürüdüğüm yolun geri kalanı bulanıktı. Ailesinin onu evden atmış olması ve çok yorgun görünmesi şimdi daha anlamlı geliyordu. O bir anneydi.
Anna küçük kızı arabanın arkasına koyarken bir yandan da onu uyanık tutmaya çalışıyordu. Kimin çocuğu olduğunu merak ettim.
İki, belki de üç yaşlarında görünüyordu. Çok şirin bir şeydi. Açık kahverengi saçları vardı, annesine çok benziyordu.
Anna, “James, hadi!” diye bağırdı.
Arka koltuğumdaki küçük kıza, “Aşk böceğim, uyanık kalmalısın,” dedi.
Aşk böceğim mi?
“Livvy, bana o çok sevdiğim gözlerini göster.”
“Anne, acıyor,” diyen kız gözlerini açtı.
“Biliyorum bebeğim, neredeyse geldik.”
Küçük kız aynada bana baktı ve onları görüyorum. Benim gözlerim. Zümrüt yeşili gözler.
Bu benim kızımdı. Anna benim kızımı doğurmuş.
Ne yaptım ben?
~
Küçük kız tekrar gözlerini kapattı.
Anna, “Olivia,” dedi.
Olivia. Ne güzel bir isim.
Sürücü koltuğunun arkasına vurarak, “Kahretsin, James. Daha hızlı sür. Lütfen!” dedi. Gözyaşlarımı tutmaya çalışarak ona başımı salladım. Tüm bunları tek başına yaşamak zorunda kaldığına inanamıyordum.
Bana bu kadar kızgın olmasına şaşmamalıydım... Onunla iletişimi kestim, dolayısıyla da bana hamile olduğunu söyleyemedi.
Beş dakika sonra hastanenin acil girişine vardık. Anna dışarı atlayıp Olivia'yı araba koltuğundan aldı. Arabadan inip peşlerinden koştum.
İçeri girdik ve sanki kıyamet kopmuş gibiydi. Bir hemşire Anna'nın yanına gelip Olivia'ya endişeyle baktı. Saf bir endişe.
Hemşire, “Anna, ne oldu?” diye sordu.
“Jackie, ateşi çok yükselmiş. Otuz dakika önce 40’tı. Göğsünde de ağrı var.”
Hemşire, “Gel bakalım küçük Olivia,” diyerek Olivia'yı Anna'nın kollarından alıp bir sedyeye yerleştirdi.
“Ben doktoru çağıracağım. Lütfen üstünü değiştirin.” Anna başını salladı.
“James,” dedi.
Onu yatıştırmaya çalışarak “Sorun yok,” dedim..
“Hayır, var. Dersten sonra sana söyleyecektim. Gerçekten,” deyince ona başımı salladım. Doğru şeyi yapacağını biliyordum. Son karşılaştığımızda bana söyleyemeyecek kadar şok olmuş olmalıydı.
“Yine burada olduğumuza inanamıyorum,” dedi bana.
“Yine mi?” diye sordum.
“Evet,” diye cevap verince tek yapabildiğim daha fazla endişelenmek oldu.
O yine burada.
“Bana yardım edebilir misin?” diye sordu.
“Elbette.”
“Üzerini değiştirmem gerek. Perdeleri kapatıp sırt çantamı getir.” Olivia'nın kıyafetlerini çıkarırken dediğini yaptım. Küçük kızım bana baktı.
“Merhaba prenses,” dedim.
Utangaç bir sesle, “Merhaba,” dedi. Anna'dan kıyafetleri alıp sırt çantasına koyuyorum.
Perdeler açıldı ve bir doktor içeri girdi.
Doktor, “Olivia Johnson-Brown?” diye sordu.
Brown mı? ~Ona soyadımı mı verdi?~
Anna gözyaşlarını silerek, “Evet, bizi tanıyorsunuz Doktor Frank,” dedi.
“Anna? Ne oldu?” Anna olanları anlatmaya başladı. Doktor da başını sallayarak dinledi.
“Anna, daha derine inmeliyiz. Aile geçmişine ihtiyacımız var. Bu normal değil, altı aydan kısa bir süre içinde geçirdiği altıncı zatürre. Son iki ay çok ağır geçti.”
Şok olmuştum. Kahretsin, küçük kızım hastaydı. Gerçekten hastaydı. Anna bana özür dileyen bir bakış attı. Başımı salladım.
Doktora, “Ne bilmek istiyorsunuz?” diye sordum.
“Siz kimsiniz?” diye karşılık verdi.
“James Brown.” Doktor rahatlayarak iç geçirdi.
Başını arkaya atıp ellerini havaya kaldırarak, “Tanrı’ya şükürler olsun,” dedi.
“Aile geçmişinize ihtiyacımız var. Astımdan kansere kadar her şey. Neler olup bittiğini anlamak için MR çekmemiz gerekiyor.”
“Bunu neden daha önce yapmadınız? MR'ı kastediyorum.” Anlam veremedim. Yapılması gerektiğini biliyorlarsa neden daha önce yapmadılar?
“Yapamayız. Anna hastaneye parça parça ödeme yapıyor. Parayı almadan MR çekemeyiz, sigorta olmadan on bin dolar eder.”
“Anna'nın sigortası var, ama iki bin beş yüz doları karşılıyor. Buna hastanede kalma masrafları dahil değil. Tüm masrafları karşılayamıyor,” derken suçluluk duygum bir anda yüzeye çıktı.
Bütün bunları tek başına yaşamıştı. Bu kadar yorgun olmasına şaşmamalıydım.
Anna, “Param var,” dedi.
“MR'ı çekin. Son birkaç haftadır iki kat fazla çalıştım. Hadi yapın.”
“Size baba tarafı hakkında bildiğim her şeyi anlattım. Her şeyi düşündüğümden neredeyse eminim. Siz MR'ı çekin, ben gerisini halledeceğim.”
Doktor onaylayıp Olivia'yı acil servisten çıkarmaya hazırladı.
“Sizi odasına götüreceğiz,” dediklerinde başımızı salladık.
Anna onu başının üstünden öperek “Hoşça kal, aşk böceğim,” dedi.
Hemşire bizi beşinci kata, pediatri koğuşuna çıkardı. Odaya girer girmez Anna iç çekip yere çöktü.