
Gideon
Likan Kraliyet ailesinin danışmanı 200 yaşındaki Gideon, çoğu insanın ömründen daha uzun süredir Erasthaisini arıyor. Uzun zaman önce bundan vazgeçmişti, ama bu gece onunun kokusunu alıyor... Kokuyu yatağına kadar takip ettiğinde, onu birinin beklediğini fark ediyor...
Bir insan olan 22 yaşındaki Layla, hayatı boyunca bağımsız olmaya çalışmıştır. Ancak hasta bir iş arkadaşının vardiyasını aldıktan sonra, kendini sahibinin yatağına çıplak halde tırmandıracak kadar güzel kokan bir evde bulur.
Yaş Sınırlaması: 18+
Farklı Dünyalar
GIDEON ARCHER
“Lord Archer! Sizinle burada karşılaşmak ne güzel.”
Alistair Pembroke. Küçük uçaklardan lüks otomobillere, teknelerden yatlara birçok şeyin üreticisi olan Pembroke Motor Şirketi’nin kurucusu.
Sarayla bağlantı kurmak için pek hevesli, âdeta kuduruyor. Prens ve sürüsünün burada, Kaliforniya’da olduğunu bilseydi…
Alistair elime uzanıyor ve eski arkadaşlarmışız gibi sırtımı sıvazlıyor.
“Bay Pembroke.” Ona nazik davranıyorum çünkü diğer türlüsü kabalık olur ve ben görgüsüz biri değilim.
Yine de bu, o heriften hoşlandığım anlamına gelmiyor.
“Bayan Helen Aristophanes.” Alistair, dikkatini yanımdaki kadına çeviriyor. “Nasılsınız?”
Alaycı bir yorumda bulunmamak için kendimi tutuyorum çünkü Helen bana sadık kalacağını söylese de ikisinin daha önce birkaç kez birlikte olduğunu biliyorum.
“Bay Pembroke.” Helen adama yüzünde tutkulu, baştan çıkarıcı bir gülümsemeyle bakıyor ve ona elini uzatıyor. Alistair, Helen’in elini dudaklarına götürmeden önce onu baştan aşağı çabucak süzüyor.
Alistair, Helen’in elini yavaşça bıraktıktan sonra, “Efsanevi Lord Archer’ı bu akşam buraya getiren nedir?” diye soruyor.
“Sizi insanların arasında göreceğimi hiç düşünmezdim.”
Ellerimi ceplerime daldırıp etrafıma bakınıyorum.
Yardım Galası tüm hızıyla sürüyor: sürekli şampanyayla doldurulan kadehler, pahalı takım elbiseler içindeki erkekler, tasarım elbiseleriyle ortalıkta dolanan kadınlar… Etraf insan kaynıyor.
Bu akşam burada bizim dışımızda yalnızca iki likan var. Onlar da muhtemelen Pembroke’un güvenlik görevlileri ya da arkadaşları. Mekânın olayı görmek ve görülmek. Bu galanın veriliş amacı kimsenin umurunda değil.
“Yardım derneğini desteklemek için buradayım,” diyorum.
Alistair, “Elbette,” diye yanıtlıyor.
“İşte buradasın, Alistair.” Güzel bir likan kadın, Alistair’ın yanına geliyor. Kadın, bakışlarını bana çevirmeden önce ona, “Seni arıyordum,” diyor.
“Lord Archer, size kız arkadaşım Juana Vega’yı takdim edeyim,” diyor Pembroke. “Juana, Lord Archer ve sevgilisi Bayan Helen Aristophanes’le tanış.”
“Ben onun partneriyim aslında,” diyor Helen, konuşmama fırsat vermeden. Parmaklarını koluma doluyor. “Tanıştığımıza memnun oldum.”
“Aman Tanrım… Siz Lord Archer’sınız,” diyor Juana Vega nefes nefese. Gözleri parlıyor. “Alistair, bana Lord Archer’ı tanıdığından bahsetmemiştin.”
“Sizinle tanışmak bir zevk Bayan Vega,” deyip kadının bana uzattığı elini sıkıyorum.
“O zevk bana ait.” Kadın bana hâlâ hayran gözlerle bakıyor. Helen kolumu daha sıkı tutuyor, rahatsız olduğumu belli etmemeye çalışıyorum.
Helen’le sahiplenici davranışları hakkında konuşmalıyım. Birbirimizin hayatına karışma hakkımız olmadığı konusunda anlaşmıştık.
“Gelin, bizimle oturun.” Pembroke elini kaldırıp ön taraftaki VIP kısmını işaret ediyor.
“Korkarım uzun süre kalmayacağız,” diyorum ona.
“Ah, kalın lütfen. Yakında dans pisti dansa açılacak,” diye ısrar ediyor adam.
Pembroke yıllardır bana yaklaşmak için uğraşıyor. Bunun sarayla olan bağlantımdan kaynaklandığını tahmin ediyorum.
“Keşke kalabilsem ama yapmam gereken işler var, Bay Pembroke.”
“Hayatım, sen hep çalışıyorsun. Parti eğlenceli görünüyor.” Helen dudak büküyor. Eminim Alistair Pembroke’a göre bu, seksi bir harekettir. Bana göre çok sinir bozucu.
“Kalamayacağımı sen de biliyorsun. Ayrıca Providence'da rezervasyonumuz var,” diyorum Helen’e.
Buraya Krallık’ın dışındaki en güçlü müttefiklerimize saraydan bir mesaj ulaştırmak için geldim. Mesajı ulaştırdım, işim bitti. Gitmem gerek.
“Belki bir gün yollarımız tekrar kesişir, Bay Pembroke.”
Limuzinin arkasında seyahat ederken Helen suratını astı ve tek kelime etmedi. Ne var ki restorana geçince susmak bilmedi.
Ağzının hareket ettiğini görüyorum fakat aklım başka yerde ve bu, kötüye işaret.
Partnerim olması için Helen’le beş yıl önce anlaşma yaptım. Birbirimize bağlanmak yoktu. O zamanlar eğlenceli olduğunu düşünürdüm.
Bu ilişki geçiciydi, öyle anlaşmıştık. Onu asla eşim yapmayacağım. Böyle bir teklif söz konusu değil. İkimizden biri erasthaisini bulursa veya birbirimizden sıkılırsak anlaşmayı kavga etmeden sonlandıracaktık.
Böyle bir anlaşma yapmış olsak da her zaman birlikte kalmıyoruz. Bazen aylarca, bazen de neredeyse bir yıl boyunca farklı yerlerde bulunuyoruz. Yanımdan ayrıldığında ailesinin yaşadığı Mikonos’ta takıldığını iddia ediyor ama bunun doğru olduğunu sanmıyorum.
Nereye gittiğini asla sormuyorum. Beni ilgilendirmez. Ben de ona nerede olduğumu ya da ne yaptığımı anlatmıyorum.
Son birkaç aydır Helen’in hiç olmadığı kadar sinir bozucu olduğunu düşünüyorum.
Dürüst olmak gerekirse daha uzun süredir durum böyle. Cazibesini ne zaman kaybettiğini hatırlamıyorum.
Ağzından çıkan her kelime sinirlerimi hoplatıyor.
Veliaht Prensi Caspian ve sürüsünü içeren, prensin erasthaisi Quincy'i eski sürüsünün pençelerinden kurtarmaya çalışırken üstlendiğim son görevden sonra Helen’le ilişkimi sonlandırmam gerektiğine karar verdim.
Belki de Caspian’ın sürüsündeki samimi dişilerle tanışmak, bana partnerimle nasıl bir ilişkim olması gerektiğini hatırlattı.
Ya da Helen, Prens’in üstüne atladığı ve onu uyarmama rağmen Prens ile eşinin arasına girmeye çalıştığı için bu karara vardım.
Erasthaimle tanışma umutlarımı çoktan bir kenara bıraktım ama güvenebileceğim ve gerçekten hoşlanabileceğim birine ihtiyacım var.
Bir kurt adam için eşi çok kıymetlidir, onun diğer yarısıdır. Bir likan için de erasthaisi böyledir. İçinizdeki sesin zihinsel, duygusal ve fiziksel olarak sizinle en uyumlu olduğunu söylediği kişidir.
İçgüdüleriniz size, bu kadına zamanla duyduğunuz aşkın ömrünüzün sonuna kadar süreceğini söyler. Tabii eğer ona ilk bakışta ya da kokusunu alır almaz âşık olmamışsanız.
Onun için çıldırırsınız. Hayatınız, her şeyiniz olur.
“Eşleşme Töreni’nin Banehallow Sarayı'nda yapılacağını ve Prens ile sürüsünün Rusya'ya geri döndüğünü duydum. Seni kesin davet etmişlerdir.” Helen’in sesi beni düşüncelerimden sıyırıyor. “Neden Rusya’ya dönmüyoruz? Balonun muhteşem olacağından eminim.”
Evet, davet edildim ama burada ve başka yerlerde yapmam gereken şeyler var. “Gidebileceğimi sanmıyorum.”
Helen tekrar dudak büküyor. “Tam bir işkoliksin,” diye şikâyet ediyor. Bu ilk şikâyeti değil. “Ah, ne yapalım. Prens’in müstakbel eşini reddedeceğini duydum zaten.”
“Prensin o kadını kraliçesi yapacağına hâlâ inanamıyorum. Quincy çok sıradan değil mi sence de?”
Quincy St. Martin’in sıradan biri olmadığını adı gibi biliyor. O kadın aşırı güzel ve güçlü biri.
Hatta Quincy St. Martin eşleşmeye değecek kadar ilgi çekici olduğunu düşündüğüm tek kadındı. Ne yazık ki kendisi Veliaht Prensi’nin erasthaisi ve yakında kraliçe olacak.
Kraliyet ailesine sadığım, beni besleyen eli ısırmam.
“Sıkıldım. Los Angeles’tayız. Sen istemesen de ben partilemek istiyorum.”
“Tamam. Araba bu gece senin, şoföre haber vereceğim.” Helen’in Alistair Pembroke’un yanına gideceğinden eminim. Yalnız olmak beni rahatlatıyor. Alistair, Helen’in geceyi birlikte geçireceği ilk erkek değil.
Alistair istiyorsa onu alsın.
Helen’e veda etme vakti geldi. İlişkimiz artık yürümüyor. Aramız iyiyken ilişkiye son vermek en iyisi. Yalnızca bunu Helen’i çıldırtmadan yapmanın bir yolunu bulmalıyım.
Belki de ona pahalı bir hediye alıp yumuşamasını sağlayabilirim. Helen pahalı hediyeleri sever…
Kendime taksi çağırıyorum ve Helen’in garsona karşı takındığı kaba davranışı telafi etmesi amacıyla masaya birkaç yüz dolar bahşiş bırakıyorum.
Evim dört buçuk metre yükseklikte bir tavana ve Pasifik Okyanusu'nun mükemmel manzarasına sahip 5 bin metrekarelik bir çatı katı dairesi. Bir yerde fazla süre kalmıyorum, bu yüzden burası yalnızca geçici evim.
Sarayla dünyanın geri kalanı arasında bir köprü görevi görüyorum.
Kendi ekibim var ama bazı şeyleri tek başına yapmayı tercih ediyorum. Tıpkı bu akşam yaptığım gibi, Kral’dan diğer liderlere ya da liderlerden Kral’a gelen mesajları ileterek sürüler arasındaki çatışmaları çözmek için birçok yere gönderildim.
Kraliyet ailesini ilgilendiren herhangi bir şey olması yeterli ve tüm dünyayı kapsıyor.
Bara doğru yürürken ceketimi çıkarıp papyonumu gevşetiyorum ve gömleğimin birkaç düğmesi ile kol düğmelerini açıp kollarını dirseklerime kadar kıvırıyorum.
Kendime içki koyuyorum, koltuğa geçip çalışmak için dizüstü bilgisayarımı açıyorum.
Cebimdeki telefon titriyor, telefonu çıkarıp ekranına bakıyorum. Güvendiğim sayılı kişilerden biri olan dostum Louis de Vauquelin arıyor. Duyduğuma göre en son İbiza’daydı.
“Gideon, neredesin adamım?”
“Louis,” diye cevaplıyorum. “Los Angeles’tayım. Sen neredesin?”
“Hâlâ İbiza’dayım ama buradaki işim sona erdi.”
Cep saatimi çıkarıp kapağını açıyorum. Neredeyse gece yarısı olmuş, yani orada sabahın dokuzu.
Kahkaha atıyorum. İş mi? “Parti demek istiyorsun herhalde. Partilemeye ne zaman son vereceksin?”
Gülüyor. “Hepimiz senin gibi 7/24 çalışmıyoruz. Bazılarımız… Neydi ya… Yaşamayı seviyor.”
“İşimi seviyorum.”
“Evet, evet… Hep böyle diyorsun ama Los Angeles yılın bu zamanı çok güzel olmalı. Gelip seni ziyaret edeceğim,” diyor Louis.
“Yok ya, uğraşma. Yakında buradan ayrılacağım. Belki birkaç gün içinde Lizbon’da buluşabiliriz, ne dersin?” Lizbon’da işim var, bir grup sürü lideriyle buluşacağım.
Louis telefonu kapatmadan önce, “Kulağa harika geliyor. Los Angeles’tan ayrılırken bana haber ver,” diyor.
LAYLA
Yırtık kotum ve bol, yeşil kazağıma bakan annem, “Akşam yemeğinde bunu mu giyeceksin?” diye soruyor.
Kazağın önünde kocaman gözlü gülümseyen bir inek ve “Süt var mı?” yazısı bulunuyor. Birkaç tane de şeytani bakışlı ördek ve tavuk.
“Ne var ki? Çok sevimli!” diyorum kendimi savunmaya çalışarak.
Tamam, çirkin olabilir ama kazak hakkındaki asıl düşüncelerimi bilmesine gerek yok.
Annem gözlerini patlatıyor. “Hayır, hemen şimdi git ve üstünü değiş, Layla.”
“Of be anne!” Ayaklarımı yere vura vura dolabıma yürüyorum. Yirmi iki yaşında olmama rağmen annem bana çocukmuşum gibi davranıyor. Bu gerçekten çok üzücü.
Eskiden abime ait olan gri üste uzanıyorum. Annem, “Olmaz! Bu da çirkin,” diyor.
“Al, bunu giy,” diyor kontrolü ele alarak. Bana daha önce yalnızca bir kez giydiğim açık pembe elbiseyi uzatıyor.
İstemeyerek de olsa elbiseyi alıyorum ve annem odamdan çıkıyor. Öf ya! Ona karşı kazanamam.
Bir yıl önce insanlarla yaşamak için evden taşındım. Sürü bölgesinden yaklaşık yarım saat uzaklıkta ama ailem neredeyse her hafta sonu yanlarına gelip onlarla yemek yemem için bana duygu sömürüsü yapıyor.
Belki de daha uzağa taşınmalıydım.
Ailemi seviyorum ama hayatıma çok fazla karışıyorlar.
Elbiseyi giyer giymez annem içeri dalıyor.
“Otur bakalım, Layla.” Annem benim için makyaj masasının önüne bir sandalye çekiyor. Otururken gözlerimi devirmemek için kendimi zor tutuyorum.
“Sen çok güzel bir kızsın tatlım. Neden güzelliğini gizliyorsun ki?”
İkimiz de aynadaki yansımama bakıyoruz. Anneme pek benzemiyorum. Annem bir insan, babamsa kurt adam.
“Kurt adam genlerine sahip olduğun için şanslısın,” diyor annem.
Ona kurt adam genine sahip olmadığımı söylemek istiyorum. Ben bir insanım… Tıpkı onun gibi. Aramızdaki tek fark, annemin onu seven bir eşi olması. Benim yok.
Annem, ondan aldığım tek özellik olan açık ela gözleriyle bana bakıyor ama tek kelime etmiyorum.
Karman çorman, kıvırcık, kahverengi saçlarımı okşuyor ve başını iki yana sallıyor. Sonra saçımı topuz yapmaya koyuluyor. Görünüşümden memnun kalınca gitmeme izin veriyor.
“Anneanne, senin yerin şurada.” Anneannemi her zamanki sandalyesine oturması için "nazikçe" itmeye çalışıyorum.
Şu anda benim sandalyemde oturuyor, bu da demek oluyor ki tek boş sandalye, aramızı yapmaya çalıştıkları Kofi’nin yanında. Bu yüzden kendimi olabildiğince çirkin göstermeye çalışıyordum.
Anneannem yerinden kıpırdamamak için direniyor. “Off, kalçam. Ayağa kalkabileceğimi sanmıyorum. Yakında yeni bir kalçaya ihtiyacım olacak. Ne dedin, Layla tatlım?”
87 yaşındaki anneannemi öldürmemek için kendimi zor tutuyorum. On yıl önce dedem öldüğünden beri bizimle yaşıyor.
Anneannem, gayet zinde olan ama istediğini elde etmek için utanmadan türlü hastalıktan mustaripmiş gibi davranan kurnaz bir ihtiyar.
Bu akşam sofrada babam, annem, anneannem, kız kardeşim Maya ve yeni eşi Abraham, abim Kaleb ve eşi Carmen ile Kofi oturuyor.
İç çekip yenilgimi kabulleniyorum.
Masanın diğer tarafına geçip Kofi'nin yanına oturuyorum. Kofi, abimin arkadaşı, on yıl önce eşini kaybetmiş.
Her hafta sonu buraya geliyor çünkü ailem onun benim için mükemmel bir eş adayı olduğunu düşünüyor.
“Bu akşam çok güzel görünüyorsun, Layla,” diyor Carmen. “Öyle değil mi Kofi?”
Kofi yüzünde kocaman bir gülümsemeyle, “Layla her zaman çok güzel görünüyor,” diye cevaplıyor.
Söylenmemek için kendimi zor tutuyorum. Tanrım bana yardım et.




































