Alfa'nın Misafiri - Kitap kapağı

Alfa'nın Misafiri

Michelle Torlot

Ash’in İtirafı

XAVIER

Önümde duran küçük insan yavrusuna baktım; korktuğu çok belliydi. Belki çok ileri gitmiştim ama işe yaramıştı. Sonunda o hayduttan bazı cevaplar alacaktık.

Eğer daha fazla susacak olsaydı, onu yavruyla tehdit edecektik.

Yavruyla bağlantısının ne olduğunu anlayamadım. Belki de sadece doğası gereği onu korumaya çalışmıştı. Alfa kurdu değildi ama yüksek rütbeliydi. Belki beta ya da gama.

Fıtratımız her zaman kendimizden daha zayıf olanları korumaktı. Elbette istisnalar vardı, Regan da onlardan biriydi.

Fakat kızın güzelliğiyle ilgili yalan söylememiştim. Özellikle de bir insan için. Yüzündeki morluklara rağmen doğal bir güzelliği vardı.

“G-Georgie,” diye kekeledi. “Be— benim adım Georgie.”

Gözlerini kapatıp dişlerini sıkışını izledim.

Yalan söyleyip söylemediğini merak ediyordum ama hayır, başka bir şey vardı.

Derin bir nefes alıp gözlerini tekrar açarken onu izledim.

O mavi gözlerle ilgili bir şey olmalıydı. İçlerindeki acıyı görebiliyordum. O bir casus değildi. Ona bir şey olmuştu, ama ne?

Parmaklarımı çenesinden çektim ve metal masanın kenarına yasladım.

“Uslu kız”, mırıldandım.

Buna isyan etmesini bekliyordum ama tepkisiz kalmıştı.

Zayıf ırkları ve kurtları her ne kadar korumak istesem de bir alfa olarak bana itaat etmesini bekliyordum.

Eğer bizimle kaldıysa, bunu öğrenmesi gerekiyordu. Halihazırda gidecek başka bir yeri olduğundan da şüpheliydim.

“Kaç yaşındasın Georgie?” diye sordum.

Ses tonumu nazik ve arkadaşça bir tonda tutmaya çabaladım.

Gözlerini kapadı ve bir anlık tereddüt etti.

“16” diye fısıldadı.

Sesinde bir titreme vardı ama bu sefer kekelemiyordu. Yalan söylüyordu, belliydi. İlk olarak, sesinin tonu kendini ele vermişti.

İkincisi, evet küçük görünüyordu ama 16 yaşında bir yavrudan daha büyüktü.

Kendi kendime mırıldandım. Sonra çenesinin tekrar sıktığı gördüm. Nefes aldı ve tuttu, sonra yavaşça nefesini verdi.

Yüzündeki morluklara baktım. Acı çekiyordu. Yüzündeki morlukların sebebi her kimse belli ki vücudunun başka yerlerine de zarar vermişti.

“Georgie,” diye başladım. “Canın yanıyor mu?”

Başını indirip onaylarcasına sallamadan önce bir saniyeliğine bana baktı.

Metal masadan uzaklaştım ve ona bir adım daha yaklaştım. Gömleğinin kenarını tuttum. Ufak bir inleme duyuldu.

Kaburgalarında ve karnında mor ve mavi izleri görmek için nazikçe gömleğinin ucunu kaldırdım. Gömleğin ön tarafını bıraktım ve bu sefer arka tarafına baktım.

Sırtında da benzer morluklar vardı.

Gömleğini bıraktım, içimdeki öfke birikiyordu.

“Bunu sana kim yaptı!” diye hırladım.

Dudaklarından bir hıçkırık duyuldu ve gözünden bir damla yaş aktı. Onu yine korkutmuştum. Oysaki niyetim bu değildi.

Elimin arkasını yavaşça alnına götürdüm. Kız ürktü. Ona vuracağımı düşündü.

Kafamı salladım.

“Ateşin var”, diye kendi şüphemi doğruladım, sesim fısıltının bir tık üzerinde ve nazikti.

Zihin yoluyla sürü doktoruna seslendim.

Miles, acilen buraya gel, tamam mı? Burada hasta bir insan yavrusu var, sorgu odası 1.”

Cevap neredeyse anında geldi.

”Geliyorum.”

Şimdi sessizdi, gözleri kapalıydı ve kafası alçalmıştı. Nefes alışverişi dengelenmişti.

Parmaklarımı çenesinin altına koyup başını hafifçe yukarı kaldırdım, sonra diğer başparmağımla yanağındaki gözyaşını sildim.

“Georgie, bunu kimin yaptığını söylemelisin,” dedim.

Gözlerini açtı. Gözyaşları hala göz pınarlarında parlıyordu; ağzımdan çıkacak yanlış bir kelime tekrar akmalarına sebep olacaktı.

Ama başka bir şey daha vardı. Öfke, nefret gibi.

“Bunu bana sen yaptın”, “sen ve senin türün!” diye tısladı.

Kaşlarımı çattım ama ne demek istediğini soramadan kapı açıldı ve Miles içeri girdi.

Ayağa kalktım ve bana neler olduğunu soruyormuşçasına baktı.

“Ateşi var ve ağır bir şekilde dövülmüş.”

Miles başını sallayıp ona doğru yürüdü.

“Dinle küçüğüm, ben doktorum; senin için neler yapabileceğime bakacağım, tamam mı?” diye nazikçe fısıldadı.

Kız onu baştan aşağıya süzdü. Ona güvenemediğini görebiliyordum ama doktora benden bir tık daha fazla güvendiği anlaşılıyordu.

Miles onay için bana baktı ve onay verdim. Bize güvense de güvenmese de onu acı içinde bırakmayacaktım.

Gömleğini kaldırırken ve cansız tenine hafifçe dokunurken kızın ürkmesini izledim. Kontrol etmek için sırtına dokunduğunda, kız acı içinde haykırdı.

Birinin bunu bir yavruya nasıl yapabildiğini düşünerek yumruklarımı sinirle sıktım.

Miles ayağa kalktı ve bana doğru yürüdü. Sesini alçalttı.

“Durumu hiç iyi değil, Xavier! Lütfen bunu bana gardiyanların yaptığını söyleme.”

Kafamı salladım. “Sanmıyorum, ama kapsamlı bir soruşturma yapacağım.”

Miles başını salladı. “Onu revire götürmeliyim. Önce ona sakinleştirici vermek akıllıca olabilir.”

Küçük yavruya baktım. Çok şey yaşadığı belliydi. Onu daha da incitip kırmak istemiyordum, bu isteyeceğim son şey olabilirdi.

Onay verdim ve Miles cebinden bir şırınga çıkardı.

Ona doğru yürüdü ve kız henüz ne olduğunu anlayamadan sakinleştiriciyi boynuna enjekte etti.

Çığlık attı ve sakinleştiriciye karşı savaşırken onu izledim.

Yanına hızlıca koştum ve yüzünü elime aldım, başını destekledim.

“Sorun değil Georgie,” diyerek onu yatıştırdım. “Seninle ilgileneceğiz.”

Kelepçelerin anahtarını cebimden çıkardım ve Miles’a verdim. Çabucak kelepçeleri çıkardı ve onu taşımak için kucağına aldı.

“O çok küçük,” dedi. “Kaç yaşında?”

İç çektim. “Böylesine dövülmek için çok genç.”

Onu koridora taşırken kapıyı açık tuttum. Bunu ona kimin yaptığına dair verdiği cevap kafamda dönüp duruyordu. Sürüm bir yavruya zarar verilmemesi gerektiğini bilirdi.

Belki de Regan’la karşılaşmıştı. Bu işin aslını öğrenmem, Ash’le konuşmam gerekiyordu.

Sorgu odalarının hepsi ses geçirmezdi, bu yüzden kapıyı açana kadar dışarıda kıyamet koptuğunu fark etmemiştim.

Sam, sürünün betası, Ash’in gırtlağını sıkarak duvara dayamıştı. Hiddetle yüzünü yumrukluyordu.

Sam “Seni lanet olası şeytani piç, bunu nasıl yaparsın?” diye hırladı.

Ash’in güzelce benzetildiğini görmek hoşuma gitse de onu canlı istiyordum.

“Dur!” diye bağırdım. “Bu kadar yeter. Bana neler olduğunu anlatır mısın?”

Sam Ash’i yumruklamayı bıraktı ve onu sorgu odasına fırlattı. Karşı duvara çarpıp yere düştü.

“Bu pislik o küçük yavrunun ailesi de dahil Umut Pınarları’ndaki madencilerin yarısını öldürmüş!” dedi Sam sinirle.

Yerde mecalsiz şekilde yatan Ash’in üzerine yürüdüm.

“Bu doğru mu?” diye hırladım.

Yüzünü korumak için ellerini kaldırdı. Belli ki Sam’in başladığı işi bitireceğimi düşünüyordu.

“Benim hatam değil... Kimsenin ölmemesi gerekiyordu!” dedi panik içinde.

Eğildim ve gömleğinin yakasından kavradım.

“Sen neyden bahsediyorsun?” Onu sertçe duvara yapıştırıp sordum.

“Regan... Ve Ben... Madendekilere hastalık bulaştırdık,” diye başladı.

“Madenciler hastalandığında hastaneye götürüleceklerini düşünmüştüm. En azından Regan’ın planı buydu.

“Böylelikle para kaybedecektin, elinde hiç işçin kalmayacaktı çünkü hepsi hastanede olacaktı ve hastane faturaları da zarara girmene yol açacaktı.”

Şaşkın bir şekilde ona baktım.

“Neyden bahsediyorsun, madenciliğe başladığımız günden beri hiç kaybımız olmadı!” diye hırladım.

Ash kafasını salladı. “Madeni işletenler kasabayı yönetiyor. Kasabada yolsuzluk aldı başını gidiyor.”

Gömleğini bıraktım ve bir adım geri gittim. Ona bakarken gözlerimi kıstım. Söyledikleri mantıklıydı. Regan gelip sürümüzle kafa kafaya savaşacak kadar güçlü değildi.

Bana zarar verebilmesinin tek yolu bana para kaybettirmekti. O haydut sahiden de bir aptaldı. Madenin sahip olduğum tek para kaynağı olduğunu mu düşünüyordu?

Sonra Georgie aklıma geldi. Tüm bunlar, Ash’in maden işçilerine hastalık bulaştırması yüzünden ailesini kaybettiği anlamına mı geliyordu? Onu nereden tanıyordu?

“Kızla bağlantın nedir?” diyerek sorguladım.

Ash gözlerini kapadı ve iç çekti, “Hiç… Hiçbir bağlantım yok.”

Parmaklarını saçlarının arasından geçirdi.

“Onu gördüm... Yaklaşık üç gün önce, bir serseri tarafından hırpalanıyordu. Sanırım annesiyle birlikteydi. Kadın hasta gibiydi, kız yine de serseriye kafa tutuyordu.”

Ash gülümsedi. “Bunu sevdim.”

Sonra iç çekti ve gülümsemesi yok oldu.

“Cesaretliydi; onun için üzülmüştüm. Bu sabaha kadar kim olduğunu bilmiyordum.”

Gardiyanlara baktım.

“Onu hücresine götürün”, dedim.

Onu kollarından tutup kapıya doğru sürüklediler. Tam kapının ağzındayken onları durdurdum ve Ash’e baktım.

“Bu serserinin adı ne?”

Ash yüzünü buruşturdu. “Madden veya Malden... Hayır, Maddox; adı Maddox’tu”

Başımı salladım, ardından kaşlarımı kaçtım.

“Senin bir çeşit kahraman olduğunu ve benim de kötü biri olduğumu düşünüyor. Ailesini öldürenin sen olduğunu öğrenince ne düşünecek merak ediyorum.”

Ash’in yüzü düştü. “Bunun olacağını hiç düşünmemiştim, yemin ederim.”

“Yaydığınız neydi? Hangi hastalıktı?”

Ash bana baktı; iç çekti.

“Tüberküloz. Oldukça bulaşıcıdır, öksürdüklerinde yayılır; hava yoluyla bulaşıyor. Yine de tedavi edilebilir. Tedaviyi karşılayabilselerdi hepsi hayatta kalırdı.”

Gözlerimi devirdim ve gardiyanlara onu hücreye geri götürmeleri için başımla emir verdim.

Sam’e baktım ve hala burnundan soluyordu.

“Ona söyleyecek misin, Xavier?” Sam sordu.

Kafamı salladım. “Henüz değil... Bence bu onu tamamen yıkabilir. Ayrıca, herhangi bir şey dinleyecek durumda değil. Miles onu revirde tedavi ediyor.

Sam kaşlarını çattı. “Yoksa… O da mı tüberküloz olmuş?”

İç çektim. Acısının yediği dayaktan kaynaklandığını sanıyordum. İşler daha da karmaşıklaşmıştı.

“Miles’a haber veririm. Kontrol etmesi gerekecek. Üç gün önce annesiyle birlikte olduğunu ve şimdi öldüğünü düşünürsek, büyük olasılıkla evet.”

Kapıya doğru yöneldim. Zaten yavrunun durumunu kontrol etmeyi düşünüyordum.

Kapıda durdum ve Sam’e bakmak için döndüm.

“Bir grup oluşturmanı, neler olup biteni araştırmanı istiyorum. Madene çat kapı gidin, hastaneyi kontrol edin,” deyip duraksadım.

“Ve Maddox denen herifi bul. Buraya getir. Onu bizzat kendim sorgulamak istiyorum!”

Sorgu odasından çıktığımda revire doğru yöneldim. Elde ettiğimiz kârdan o kadar memnunduk ki, işlerin nasıl gittiğini kontrol etmeye gerek dahi duymamıştık. Bunlar bir nevi benim suçumdu.

İnsan yavrusunun neden bu kadar kızgın olduğunu şimdi anlamıştım. Neler olduğunu bildiğimizi zannediyordu. Aslında öyle olması da gerekiyordu.

Geçmişi değiştiremezdim ama bazı şeylerin değişeceğinden emin olabilirdim. Her şeyi denetlemek için oraya bir kurt adam grubu göndermemin sebebi de buydu.

Buna sebep olan yozlaşmış insanlar, yaptıklarının bedelini ödeyeceklerdi.

Sonraki bölüm
App Store'da 5 üzerinden 4.4 puan aldı.
82.5K Ratings
Galatea logo

Sınırsız kitap, sürükleyici deneyimler.

Galatea FacebookGalatea InstagramGalatea TikTok