Çarpışma - Kitap kapağı

Çarpışma

Denicea Christina

Bölüm 3

Kahvaltıdan sonra Lucy ve ben annemin deyişiyle 'temizlenmek' üzere odalarımıza götürüldük.

Odamda geçirdiğim zaman boyunca binlerce beyin hücremi kaybettiğime emindim.

Dört saat boyunca kadınlar saçlarımı çekiştirip yüzüme bir şeyler sürdüler, hatta bacaklarıma ağda bile yaptılar.

Dünyada cehennemi yaşadım resmen.

Daha önce hiç bu kadar acı çekmemiştim.

Bir saat içinde parti başlayacak ve insanlar ruh eşlerini arayacaktı.

Bu yılki partiyi annem ayarlamıştı. Partiyi her yıl farklı bir Luna ayarlardı.

Annem tema olarak “Güzel Yaz” temasını seçmişti.

Bir sürü çiçek sipariş etmişti, eminim etraf çok güzel görünecekti.

Saçımı çekiştiren kadın aniden bıraktı.

“İşimiz bitti,” dediğinde rahatlayarak iç çektim.

Makyözlerden biri elinde bir aynayla yanıma geldi.

Gördüğüm şey karşısında ağzım açık kalmıştı.

Makyajım garip bir şekilde doğal görünüyordu, gözlerime çekilmiş koyu renk kalem dışında.

Yine de gözlerimin mavisi karanlığa karşı çok güzel görünüyordu.

Saçlarımdaki milyonlarca minik bukleye bakınca yaptıkları işten etkilendiğimi söylemeliydim.

Çok ateşli görünüyordum! Bu noktada ben bile kendimle çıkabilirdim.

Bayanları takdir ederek kocaman gülümsemelerine sebep oldum.

“Anneniz elbisenizi henüz giymemenizi söyledi, çünkü üzerinize bir şey dökmenizden korkuyor. Ya da ormana gidip onu kirletmenizden,” dediklerinde omuz silktim.

Kulağa oldukça mantıklı geliyordu.

Bu tam da benim yapabileceğim bir şeydi.

Bayanlar eşyalarını toplayıp odadan çıkarken kendimi bir kez daha inceledim.

Birkaç dakika sonra kapım açıldı ve içeriye Lucy girdi.

Çok harika görünüyordu. Bir süre ağzımız açık şekilde birbirimize baktık.

“Yüce Tanrıça, ikimiz de süper görünüyoruz,” dedi Lucy kocaman sırıtarak.

Kiraz kırmızısı rengindeki elbisesini çoktan giymişti bile.

Kahverengi bukleli saçları düzleştirilmiş ve kalçalarına doğru iniyordu.

Dudakları elbisesiyle aynı renkteydi ve koyu göz makyajı yemyeşil gözlerini ortaya çıkarmıştı.

Ayakkabılarının topukları çok uzundu, böylece bacakları olduğundan da güzel görünüyordu.

Gerçekten de çok seksi görünüyordu.

“Pencereyi birkaç kez gizlice kontrol ettim ama sanırım annen kurtları buradan uzak tutuyor. Muhtemelen ya senin kaçacağından ya da birini 'kibarlıktan' öldüreceğinden korkuyor.”

İkimiz de Lucy’nin dediğine karşı kıkırdadık.

“Biliyorsun, eğer bu işe yaramazsa onları her zaman ateşe verebilirim,” derken Lucy şakacı bir şekilde koluma vurdu.

Birkaç dakika daha şakalaştık.

Partinin başlamasına son on beş dakika kaldığında Lucy elbisemi giyerken bana yardımcı oldu.

Gömme dolabımın içinde duran dev aynanın önünde yan yana durduk.

Harika görünüyorduk.

Aşağı inme zamanının geldiğine karar vermeden önce hızlıca birkaç selfie ve boydan fotoğraf çekildik.

Tam ön kapıyı açmak üzereyken annem yanımıza geldi.

İkimize de sarıldı.

“İkiniz de çok güzel görünüyorsunuz. Bir annenin isteyebileceği her şeye sahipsiniz,” derken gözyaşları yüzünden aktı, ama onları hızla sildi.

“Annen seninle gurur duyardı,” dediğinde Lucy'nin gözleri de doldu ama hemen koluna hafifçe vurdum.

“Sakın makyajını bozayım deme,” diye kızdım dişlerimin arasından.

Makyajı umurumda değildi. Sadece onu ağlarken görmekten nefret ediyordum.

İkimiz de derin bir nefes almadan önce bir an birbirimize baktık.

İşte başlıyorduk.

Çimlere adımımı attığım anda topuklu ayakkabı giymenin zorluklarını hatırladım.

Zaten hiçbir zaman topuklularla yürüyebilen biri olmamıştım, özellikle de topuklarım sürekli yere batıp çıkarken.

Mümkün olduğunca yavaş yürümeye çalışırken Lucy'nin kollarını sıkıca tutuyordum.

Bilinmeyen farklı kokular bize doğru geliyordu.

İkimiz de derin derin nefes alıyorduk.

Şimdiye kadar beni kendine çeken herhangi bir koku almamıştım, yani şimdilik güvendeydim.

Ancak Lucy aniden yanımda kaskatı kesildi. Kalp atışlarının hızlandığını duyabiliyordum.

Beni bırakıp hızla koşmaya başladı, evet gerçekten de o gülünç yüksek topuklu ayakkabılarla partiye doğru koşuyordu.

Ayakkabılarımı çıkarıp peşinden koştum.

Ondan biraz daha yaşlı görünen bir adamla çarpıştığını gördüm.

Sarı saçlara sahip tam da Lucy'nin tipi olan bir adamdı bu.

Onun için mutluydum, üzgündüm ama bir yandan da mutluydum.

Mide bulandırıcı bir öpüşme seansından sonra çocuğu yanıma getirdi.

“BU BENİM RUH EŞİM. ADI ERIC,” derken o kadar heyecanlıydı ki artık tüm parti Eric'in onun eşi olduğunu biliyordu.

Ona saygıyla başımı salladım.

Lucy onu kim bilir nereye doğru sürüklerken partiye tek başıma gitmeye karar verdim.

Şu ana kadar hala güvendeydim.

Bazı kurtların bana baktığını görüyordum ama beni etkileyen herhangi bir koku hala almıyordum.

Bar kısmına doğru yürüyüp barın arkasındaki kurttan bir kadeh votka aldım.

Ayakkabılarımı bir köşeye bırakıp partinin tam ortasına doğru yürüdüm.

Partinin güzel olacağını düşünmekte haklıydım.

Tam ortada kocaman bir dans pisti vardı.

Pist kalp şeklindeydi ve etrafı çiçeklerle çevriliydi.

Annem çok güçlü kokuları olmayan ama görüntüleri oldukça güzel olan çiçekler seçmişti.

Çimlerin üzerinden bir araba gelirken herkesin konuşmayı bırakıp arkasını döndüğünü gördüm.

Ortama büyük bir cip yanaştı ve içinden birkaç adam indi.

Onları tanımıyordum ama etrafımdaki fısıltılara bakılırsa gelmesini beklemedikleri birine aitti bu araba.

Arabadan en son inen adamın çekiciliği karşısında eridim.

En az 1.80 boylarındaydı.

Başını yana çevirmiş, yanındaki birini dinliyordu.

O çene, tanrım o çene mükemmel görünüyordu.

Yüzü yavaşça kalabalığa doğru çevrildi.

Siyah saçları, yataktan yeni kalkmış kötü çocuk bakışları atan gözleriyle uyum yakalamıştı.

Gözlerim yeşil gözleriyle buluştu.

Resmen gözlerinin içinde kayboldum.

Dostum.

Avına doğru ilerleyen bir yırtıcı gibi yavaşça bana doğru yürümeye başladı.

İnsanlar yolundan çekildiğinde ben de ondan dalga dalga yayılan gücü fark ettim.

Boğazım kururken kalbim küt küt atıyordu.

Son adımları o atmıyor, onun yerine beni kendine doğru çekiyordu.

Burnu boynumda kaybolurken değdiği her yerde tüylerim diken diken oldu.

Beni kokladığını hissedebiliyordum ama ben tamamen hareketsiz duruyordum.

Nefes alıp almadığımdan bile emin değildim. Yavaşça geri çekildi.

“Adın ne?” derken sesi derin ve güçlüydü. Kalp atışlarımı daha da hızlandırıyordu. Sorusuna henüz cevap vermediğimi fark etmeden önce ona hayretle baktım.

Neredeyse çocuksu bir gülümseme yüzüne yayıldı ve gamzelerini ortaya çıkardı.

“Katelynn, alfanın kızı,” derken sesim bana yabancı geliyor, hoşuma gitmeyecek kadar kız gibi çıkıyordu.

“Roman, yakında alfa kralı olacağım,” dediğini anlamam biraz zamanımı aldı. Alfa kralı mı?

Lanet olsun, başım büyük beladaydı. Bunu düşünemeden bir adım geri çekildim. Bana doğru bir adım atmadan önce gülümsemesi yerini hızla çatık kaşlara bıraktı. Bir kez daha geri adım attım.

“Eşyalarını topla, gidiyoruz. Kıyafet getirme, onlara ihtiyacın olmayacak,” dediğinde sesinde hafif bir aksan fark ettim.

İtalyan aksanı olduğunu hemen anladım.

Doğru, alfa kralı İtalya'dandı.

İtalya!

Lanet olsun, İtalya'ya taşınmam gerekecekti.

Zihnimde İtalya hakkında bildiğim her şeyi hızlıca tartmaya başladım.

Aklıma gelen tek şey pizza oldu.

Biraz şokta olduğumun farkındaydım, çünkü kim ruh eşini bulduğunda pizza düşünürdü ki?

Roman elimi tutup beni kendine çekti.

Vücudumda karıncalanmalar hissederken ellerimize baktım.

Bedenim bir kez daha benim rızam olmadan tepki veriyordu.

Onunla birlikte eve doğru yürümeye başladım.

Bana bakarak kaşlarını çattı.

“Ayakkabıların nerede?” alfa prensinin önünde ayakkabısız durduğumu fark ettiğimde yüzüm kızardı.

“Beni rahatsız ettikleri için çıkardım,” dedim düşünmeden.

Roman'dan gelen bir kahkahayla rahatladım.

Bu iş belki de her şeye rağmen o kadar da kötü olmayacaktı.

Annemle babamın bize doğru yürüdüğünü gördüğümde bize kibarca selam verdiler.

Ben de eğilmeli miydim? Ruh eşleri birbirlerini selamlar mıydı?

Bir alfa prensinin yanında nasıl davranılırdı ki?

Kahretsin, derslerimi daha dikkatli dinleseydim keşke.

Babamla Roman'ın konuştuklarını duyabiliyordum ama kelimelere odaklanamıyordum.

Zihnim aşırı hızlı çalışıyordu.

İtalya'ya taşınmam gerekecekti. Ailemden kilometrelerce uzakta olacaktım.

İngiltere ile İtalya arasındaki mesafe ne kadardı ki?

Lucy nereye gidecekti?

Elimi Roman'ın elinden çektim.

“Üzgünüm, bir şey yapmam gerek,” deyip Lucy'yi bulmak için koştum.

Kokusu diğer kurtlardan gelen yüzlerce kokuya karışmıştı.

Roman'ın baskın bir sesle bana seslendiğini duyabiliyordum ama onu duymazdan geliyordum.

Koşmaya devam ettim ve kendimi aniden ormanda buldum.

“LUCYYYYY,” derken neredeyse panik atak geçirdiğimi sandım. Kalbim hızla atarken nefes almakta zorlanıyordum. Ağaçların arasında bir yerden Lucy koşarak yanıma geldi ve birbirimize çarptık.

Ruh eşinin üzerine sinmiş kokusunu şimdiden alabiliyordum.

“Vay canına, sorun ne?” derken endişesi yüzünden okunuyordu. Hâlâ nefes almakta zorlanıyordum.

Tenimin ne kadar solgun olduğunu tahmin edebiliyordum.

Onu tekrar kendime çekip kokusunu içime çektim.

Kokusunu o kadar derinlemesine ezberlemiştim ki nerede olsa tanırdım.

Yavaşça geri çekilip bana baktı.

Arkamdan gelen hızlı ayak seslerini duyabiliyordum.

“Ruh eşini buldun mu?” sorusuna cevap veremeyerek sadece başımla onayladım. “Eee, kimmiş?!

“Alfa prensi,” dediğimi duydum bayılmadan önce.

Sonraki bölüm
App Store'da 5 üzerinden 4.4 puan aldı.
82.5K Ratings
Galatea logo

Sınırsız kitap, sürükleyici deneyimler.

Galatea FacebookGalatea InstagramGalatea TikTok