Denicea Christina
“Alfa prensi, Kralı ya da Lunası olman umrumda değil, sana öyle sert vuracağım ki iyileşene kadar en az birkaç saat pipetle yemek yiyeceksin,” diyen Lucy'nin sesi beni kendime getirdi.
Derin ve tehditkâr bir hırıltı gözlerimi açmamı sağladı.
Lucy Roman'ın önünde duruyor, ruh eşi ise onu geride tutmaya çalışıyordu.
Roman ona hırlarken alnındaki damarlar belirginleşmişti bile.
Gülmek için muhtemelen kötü bir zamandı ama bu beni durdurmadı.
Kıkırdamam üzerine üçü de bana döndü.
Roman'ın yüzünde hala kızgın bir ifade vardı, Lucy aynı anda hem kızgın hem de üzgün görünüyordu, ruh eşi ise onun ten rengine sahip birine göre fazla solgun görünüyordu.
Onu böyle görmek beni daha da çok güldürmüştü.
Çok geçmeden karnıma ağrılar girene kadar gülerken gözümden yaşlar akıyordu.
Lucy bana doğru yürüyüp yüzüme bir tokat attı.
Kahkaham aniden kesildi ve şok içinde ona bakakaldım.
Bir kez daha Roman'ın tehditkâr hırıltısını duydum.
Lucy bana dönmeden önce Roman'a kaşlarını çatarak, “Kapa çeneni pislik,” dedi.
“Çok özür dilerim. Çok hızlıydı ve ben daha ne yaptığını anlayamadan seni çoktan işaretlemişti. Çok çok özür dilerim, Kat,” dediğinde elim omzumdaki küçük yarayı buldu ve o an tıpkı Eric gibi betim benzim attı.
“BENİ İZNİM OLMADAN İŞARETLEDİN Mİ?!” diye bağırdığımda Roman umursamaz bir şekilde omuz silkti. Öfkenin beni ele geçirerek avuçlarımı ısıttığını, büyümü kullanma zamanımın geldiğini hissediyordum.
“SEN ÖZGÜVENSİZ ORO... “
Kapı büyük bir gürültüyle açıldı ve annem büyük bir hışımla içeri girdi. Hemen ağzımı kapattım. Annemin öfkeyle gelişi büyümü kullanmama engel oldu.
“Lucy, Eric, dışarı,” diyen annem gözünü bile kırpmadan bana bakıyordu.
Lucy alnıma hızlıca bir öpücük kondurdu ve ruh eşinin peşinden koşarak odadan çıktı.
“Katelynn Annemarie Moon...” diye başladı annem herkes dışarı çıkar çıkmaz. Kendimi kurabiye çalarken yakalanmış altı yaşında bir çocuk gibi hissederek yatağa uzandım.
“Bunu uzun yıllardır konuşuyoruz. Kibar olacaksın, anlaşıldı mı genç bayan?” Anneme dudak bükerek bakarken gözlerim doldu.
“Anne, ben baygınken beni işaretlemiş. Bana sormadı bile,” derken zavallı gibi göründüğümü biliyordum ama bir şekilde kendimi kullanılmış hissediyordum.
Annemin gözleri artık benim üzerimde değil rahatsız bir şekilde ayakta duran Roman'ın üzerindeydi.
“Kızımın rızası olmadan onu işaretledin mi?” derken sakin görünüyordu ama annemi tanıyorsam o an aslında hiç de sakin değild.
“Bu kızımın rızası olmadan yapabileceğin son şeydi. Bir alfa prensi bile konseyde yargılanır. Baban uzun yıllardır çok sevdiğimiz bir dostumuzdur, beni onu aramak zorunda bırakma.”
Roman artık kafasını yere eğmişti, şüphesiz kendini altı yaşındaki bir çocuk gibi hissediyordu. Hafifçe başını sallıyor, muhtemelen ne söylerse söylesin kendini haklı çıkaramayacağından korkuyordu. Akıllı adamdı.
“Katelynn, bir duş al ve eşyalarını topla. Eminim alfa prensinin bir an önce babasının yanına dönmesi gerekiyordur. Misafirlerimizi kontrol etmem gerekiyor ama sen gitmeden önce birlikte yemek yiyeceğiz.”
Annem bu sözlerle kapıyı açıp işaret etti.
Roman başı hâlâ eğik bir şekilde onun önünde dışarı çıktı.
Kalbim yerinden çıkacak gibi hissetmiyor olsam muhtemelen buna gülerdim.
Kendimi tam anlamıyla bok gibi hissediyordum.
İtalya.
Oraya kadar gitmem gerekecekti. Herkesi geride bırakmak zorunda kalacaktım.
Hemen kalkıp duş alırken hüngür hüngür ağladım.
İşim bittikten sonra kendime bunun son ağlayışım olduğuna dair söz verdim.
Sade, soluk bir kot pantolon, kolsuz bir tişört ve bir deri ceket giydim.
Saçlarımı tepeden at kuyruğu yaparak aynada kendime baktım.
Birkaç derin nefes aldım.
Ağlamayacaktım, zayıf olmayacaktım ve kesinlikle hala bir savaşçı olacaktım.
Telefonumu kapıp aşağı inmeden önce güçlü görüntüme bakarak gülümsedim.
Yemek kokusu burnuma gelmeye başladığı an açlıktan ölüyor olduğumu fark ettim.
Yemek odasına girdiğimde annemle babamın çoktan oturmuş olduğunu gördüm.
İkisine de gülümsedim.
Ben yerime oturduktan hemen sonra Lucy yanında Eric ile gülerek içeri girdi.
Mutlu görünüyorlardı, onlar adına mutluydum.
Beni gördüğünde yüzündeki mutluluk hemen yerini endişeye bıraktı.
Yanıma oturup elimi tuttu.
“Eric İspanya'dan. Yani o kadar da uzakta olmayacağız. Onun özel bir jeti var, eminim alfa prensinin de vardır. “
Alfa prensi kelimesini bu kadar tiksintiyle söyleyen birini daha önce hiç duymamıştım.
“Her gün araşacağız! Yanına bir şarj aleti aldığından emin ol çünkü bizimle aynı şarj aletlerine sahip olup olmadıklarını bilmiyorum. Seni görüntülü arayacağım ve Bay İstediğim Şeyi Yaparım'ın eşeklik edip etmediğini bana söylemekten çekinme çünkü seni onun yanından kaçırmaktan mutluluk duyarım.”
Sözleri karşısında kıkırdayarak ona sarıldım.
Daha geldiğini göremeden onun kokusunu aldım.
İtiraf etmeliyim ki yakışıklı görünüyordu.
Üzerinde koyu mavi bir takım elbise ve siyah bir kravat vardı.
Suyu içmek için uzandığında kaslarını onun altından görebiliyordum.
Gözlerimiz buluştuğunda bana utanıyormuş gibi baktığını düşünmeden edemedim.
Onu yeterince tanımıyordum ama yine de böyle düşünmüştüm. Muhtemelen aramızdaki bağ yüzündendi bu.
Boğazını temizlerken odadaki herkes tüm dikkatini ona verdi.
“Öncelikle leydimden içtenlikle özür dilemeliyim,” derken gözlerimin içine baktı. Yine de tepki vermedim, tüm enerjimi ifadesiz suratımı korumakla harcadım.
“Burada herkes tarafından...” bakışları Lucy'ye döndü, “neredeyse herkes tarafından kabul edildim. Babamın bu sürünün misafirperverliğinin ne kadar muazzam olduğunu bilmesini sağlayacağım.”
Son sözleri söylerken anneme tatlı tatlı gülümsedi.
Annem de ona gülümsedi ama ona hâlâ kızgın olduğunu görebiliyordum.
Yine de iyi bir Luna olarak babamın bunu bilmesine asla izin vermeyecekti.
Şu an onunla kavga etmiyor oluşumun sebeplerinden biri de buydu.
Bunu yaparsam konseye gitmek zorunda kalacaktık ki bu da sürüyü kötü etkileyebilirdi.
Bu sürü her zaman benim ailem olarak kalacaktı ve onlara zarar verecek bir şey asla yapmazdım.
“Şimdi yemek zamanı!” dedi annem gülümseyerek.
Yemek sırasında Eric hakkında bazı şeyler öğrendim.
Eric bir betaydı ve ona hiç benzemeyen iki erkek kardeşi vardı.
O da tıpkı Lucy gibi okumayı seviyordu ve çok geçmeden istatistikler hakkında tartışmaya başladılar.
Aralarındaki etkileşimi fark ederek gülümsedim. Lucy'nin ruh eşi, onun olmasını istediği her özelliğe sahipti.
Gelecekteki eşiyle olmasını istediği hayatı anlattığı kim bilir kaç tane pijama partisi yapmıştık.
Bir gece ona gelecekteki eşinin bir savaşçı olmasını ve ben yokken onu korumasını umduğumu söylediğimi hatırlıyorum.
Beta olması iyiydi. Beta eğitimi bir sürü dövüş becerisi de içeriyordu.
Eric'in onu koruyabileceğinden emindim.
Tabağıma aniden bir şeyin konduğunu görünce dikkatim dağıldı.
Roman tabağıma bifteğinden bir parça koymuştu.
Annem ve babam konuşmayı kesip onu yakından izlemeye başladılar.
Bu kadar yüksek mevkide olan birinin yemeğini paylaşması büyük bir olaydı.
“Ye. Uçak yemekleri bunun kadar lezzetli değil,” derken beni dikkatle izliyordu.
Ona kibarca gülümseyip önüme koyduklarını yedim.
Onu incelerken yüzünde kocaman bir gülümseme olduğunu fark ettim.
Bu onu neredeyse sevilebilir kılıyordu. Neredeyse.
Elimi yara izine götürdüm.
Yarasını hissedemiyordum ama orada olduğunu biliyordum.
Bu hareketim karşısında Roman’ın gülümsemesi aniden söndü.
“Artık vedalaşmalısınız. Pilotumuz bekliyor,” dedi ve yerinden kalkmadan önce aileme kibarca başını salladı.
Odadaki herkes artık sessizdi.
Gözlerimden yaşların aktığını hissettim ama onları hemen sildim.
Ağlamayacaktım, ağlamayacaktım, ağlamayacaktım.
İlk ayağa kalkan annem oldu ve kollarını bana öyle sıkı sardı ki nefes almakta zorlandım.
Ben de ona sıkıca sarıldım.
“Seninle gurur duyuyorum. İstemediğin sürece hayallerinin peşini bırakma kızım. O senin eşin ama sen de onun eşisin. Bir daha senden bir şey almasına izin verme,” diye fısıldadı kulağıma.
Annem geri çekilip yüzümü ellerinin arasına aldı ve beni öpücük yağmuruna tuttu.
“Seni seviyorum, bebeğim. Kendine yabancılaşma,” dedikten sonra babamla vedalaşabilmem için geri çekildi. Bu hareketine şaşırdığımı söylemek hafif kalır.
Kısa bir süre sarıldık ama ona baktığımda gözlerinde yaşlar gördüm.
“Bir gün harika bir Luna kraliçesi olacaksın. Sert ve güçlü ama şefkatli ve sevgi dolu. Beni gururlandırdın kızım,” dediğinde bu sözleri beni neredeyse ağlatacaktı ama ona sadece başımı sallıyorum.
“Teşekkür ederim baba. Senin sayende olduğum kişiyim,” derken gözünden bir damla yaş süzüldüğünü gördüm ve hemen arkamı dönüp Lucy'ye baktım.
Ben daha ona sarılmak için hareket edemeden kollarını boynuma doladı.
Kalplerimiz senkronize bir şekilde hızla atıyordu.
Tüm ailemi çok seviyordum ama Lucy'nin kalbimde özel bir yeri vardı.
Kız kardeş gibi büyümüştük.
Annesi öldüğünde ona destek olmuştum, o da bir savaşçı olmak için verdiğim mücadelede hep yanımda durmuştu.
Tek söylediği “Beni gururlandır, asi,” oldu, ikimizin de ağlamaması için başka bir şey söylemememiz gerektiğini biliyordum.
“Mutlu ol, prenses,” derken ben de ona gülümsedim. Yanına bir adım atıp Eric'i kendime doğru çektim.
“Artık onu sen koruyacaksın. Onun kalbini, hayatını ve güvenimi sana veriyorum. Onu güvende tut, mutlu et. Aksi takdirde Tanrıça bilir seni bulur ve doğduğuna pişman ederim.”
Lucy'den koluma bir yumruk yedikten sonra onu hızla bıraktım.
“Onu tehdit ettin, değil mi?” dediğinde omuz silktim ve herkese öpücük gönderdim.
Arkamı dönüp kapıya doğru yürüdüm, bir kez bile geriye bakmadım.
Eğer bakarsam oradan ayrılamayacağımı biliyordum.
Büyük jipe ulaştığımızda jipin arkasından Marcel çıkıp eşyalarımı bagaja yerleştirdi.
Beni gördüğünde tatlı bir şekilde gülümsedi.
“Merhaba küçük cadı. Her zaman asi ol,” diyerek göz kırptı ve yanımdan uzaklaştı. Yolcu koltuğunun kapısı açıldığında içeri girdim.
Arabayı kullanan kişinin Roman olduğunu görünce şaşırdım. Koruma falan yoktu.
“Hazır mısın?” diye sordu. Asla, diye düşündüm. Ama yine de onu başımla onayladım. İşte şimdi başlıyorduk.