Kuzey Ormanı Alfaları - Kitap kapağı

Kuzey Ormanı Alfaları

Laila Callaway

Altıncı Bölüm

EMMANUEL

Kim olduğunu ve nerede olduğunu bilmek ama ona yaklaşamamak tam bir işkenceydi. Eşimizle tanıştığımız gün, Ez ve ben eve onsuz gitmek zorunda kalmıştık.

Üniversite sisteminden Oya’nın numarasını bulup onunla iletişime geçmek istiyordum. Hatta Rosemary’nin numarasını bulup direkt onunla iletişime geçmek istiyordum ama Ez buna izin vermiyordu.

Eşimize ihtiyacı olan zamanı vermemizi, ona alan tanımamızı istiyordu. Belli ki iki eşe sahip olmak onun için şok edici bir durumdu. Bunu sindirmek için zamana ihtiyacı vardı.

Ne yazık ki, son sekiz yıldır bana beklemem ~söylenmişti ve artık beklemekten bıkmıştım. Sadece onun yanında olmak istiyordum.

“Ne kadar gergin olduğunu hissedebiliyorum,” diye yakındı Ezekiel masasından. “Rahatla.”

“Nasıl rahatlayabilirim ki? Eşimizle tanıştık ve o kaçtı.”

“Varlığına şükredelim, lütfen.”

Haklı olmasına rağmen ikizimin cevabına karşılık homurdandım. İlk karşılaşmamız ne kadar kısa sürmüş olursa olsun, hayatımızda olduğu için minnettar olmalıydım.

Rosemary ya da Oya’yı sonrasında hiç görmemiştim ama saatin henüz on olduğunu ve ikimizin de henüz derse girmediğini düşünürsek bu hiç de şaşırtıcı değildi.

Ezekiel ikisini de daha sonra, saat ikideki derste görecekti. Bunu inanılmaz derecede kıskanıyordum ama bana aralarındaki etkileşimin her ayrıntısını anlatacağını biliyordum.

***

Amfinin dışında Ezekiel’i bekliyordum. Birkaç dakika sonra ders bitecekti.

Kapının karşısındaki duvara yaslandım. Ellerim ceplerimde, bir ayağımı diğerinin üzerine atmıştım.

Zil çalar çalmaz koridor öğrencilerle dolup taştı. Birkaçı bana kibarca selam veriyordu. Bense gözlerimi kapıdan ayırmıyordum.

Büyük bir kalabalık dışarı çıkarken grubun içinde onun kestane rengi dalgalı saçlarını gördüm. Amfiye baktım. Ezekiel ona soru soran bir öğrenci tarafından köşeye sıkıştırılmıştı.

Rosemary’nin peşinden gitmeliydim. Ez’in bunu onaylayıp onaylamayacağını umursamadan kalabalığın arasından geçtim.

Kalabalığın arasından özür dileyerek sıyrılmayı başardıktan sonra bahçeye çıkan Rosemary ve Oya’ya yetişmeyi başarmıştım.

“Rosemary!” diye seslendiğimde olduğu yerde donup kaldı.

İki kadın yürümeyi bırakıp yüzlerini bana döndüler. Oya’nın bana anlayışlı bir şekilde gülümsemesi beni endişelendirmişti. Rosemary bana bakarken gözleri kocaman, yüz ifadesi endişeliydi.

“Merhaba Profesör Blake,” dedi.

Sesi nötr ve resmiydi. Bundan hoşlanmamıştım.

“Bana öyle hitap etmek zorunda değilsin,” dedim usulca. “Bana Emmanuel diyebilirsin.”

Oya birkaç ince adım geri çekilerek bize biraz alan açmıştı. Rosemary ona paniklemiş bir bakış fırlattı. Benimle yalnız kalmak istemiyordu ve bu canını acıtıyordu. Rosemary bana dönerek yutkundu.

“Sanırım Profesör Blake desem daha iyi olacak.”

Çenem gerildi. “Nedenmiş o?”

Küçük kaşlarını çatarken ders kitabını göğsüne daha yakın tuttu.

“Çünkü benim profesörümsünüz. Böylesi daha profesyonelce.”

“Ama ben senin profesöründen daha fazlasıyım kedicik,” diye cevap verdim.

“Ben senin eşinim.”

Dudaklarının aralanması ve gözbebeklerinin kedicik kelimesi karşısında büyümesi gözümden kaçmamıştı. Ağzını açıp kapattıktan sonra dudaklarını yaladı.

“İki eşim olamaz,” dedi sonunda. “Bu doğru değil, bu... Çok uygunsuz.”

Öfke beni sararken sakin kalmak için mücadele ediyordum. Onu korkutmak istemiyordum. Ellerim iki yanımda yumruk olurken derin, sakinleştirici bir nefes alıp onun hanımeli kokusunu içime çektim.

“Bizi reddetmeyi mi düşünüyorsun?”

Yine kaşlarını çattı. “Reddetmek mi?”

Bir sonraki dersin başlayacağını gösteren zil çalarken Rosemary omuzlarını dikleştirdi.

“Neden bahsettiğinizi bilmiyorum Profesör Blake. Üzgünüm ama gitmem gerekiyor.”

“Bekle, ben…”

Arkasından seslendim ama Oya’nın kolundan tutup koşarak uzaklaşmıştı. Öğrenciler beni itip yolu kapatıyorlardı. Yenilgiyle iç geçirerek arkamı döndüm. Ez’i amfide yalnız bulmuştum.

“Ona yetişebildin mi?” diye sordu ben kapıyı kapatır kapatmaz.

“Yetiştim,” dedim elimi yüzümde gezdirirken. “Onun nesi var bilmiyorum. İki eşe sahip olmanın uygun olmadığını söyledi. Ayrıca bir eşi reddetmenin ne olduğu hakkında hiçbir fikri yok.”

“Bir şekil değiştiren olmasına rağmen kültürümüzden bihaber. Bunu anlamıyorum.”

Ezekiel kaşlarını çatarken derin derin düşündü. “Belki de Oya ile konuşmalıyız. Belli ki eşimizi iyi tanıyor. Belki birkaç şeyi açıklayabilir.”

“İyi fikir. Ne dediğin umurumda değil, numarasını alıp ona mesaj atacağım.”

Ez iç geçirdi ama başını salladı. “Tamam. Kampüsün yakınındaki kafede buluşmayı teklif et. İnsanların içinde buluşmak onu daha rahat hissettirecektir.”

Oya’nın numarasını sistemden bulduktan sonra ona bir mesaj gönderip kim olduğumu ve Rosemary hakkında konuşmak istediğimi söyledim.

Muhtemelen arkadaşına söyleyecekti ve Rosemary de gitmemesini isteyecekti. Pek umutlu değildim.

Ama yarım saat sonra cevap geldi. Bizimle on beş dakika içinde kafede buluşmayı kabul etmişti.

Ezekiel ile zaman geçirmek için iki kahve alıp arka taraflarda tenha bir masa bulduk. Eşimizin arkadaşının bize katılmasını sabırsızlıkla bekliyorduk.

Oya içeriye girerken suçlu görünüyordu. Arkadaşına bizimle buluşacağını söylemediği çok açıktı. Masaya oturduğunda endişeyle ikimize baktı.

“Rosemary burada olduğumu bilmiyor,” dedi hızlıca. “Size bir şey söyleyeceğime dair söz vermiyorum ama arkadaşımın mutlu olmasını istiyorum. Eğer gerçekten onun eşiyseniz onu mutlu etmeniz gerekiyor.”

“Elbette onu mutlu edeceğiz,” dedi Ez onu rahatlatarak. “Biz sadece onu daha iyi tanımak istiyoruz.”

“Neden bir eşi reddedebileceğini bilmiyor?” diye sorduğumda Oya yüzünü buruşturdu.

“Rosemary’nin ebeveynleri o on yaşındayken öldü. O zamandan beri onu insan olan büyükannesi büyütüyor.”

“Büyükannesi şekil değiştirenleri biliyor ama onlardan hoşlanmıyor. Rosemary’ye eşler hakkında hiçbir şey öğretmedi.”

Ez nefesini tutmuştu. İtiraf etmeliyim ki ben de şoke olmuştum. Eşler hakkında bir şey öğretmemek bizim için suç sayılırdı. Eşler bizim dünyamızdaki en önemli şeydi.

“Ama bizim onun eşi olduğumuzu biliyordu, değil mi?”

Oya başını salladı. “Evet, ailesinden ne olduklarını az çok biliyor. Ama reddetmeyi, işaretlemeyi, çiftleşmeyi, bağı, bunun gibi şeyleri bilmiyor.”

“Bir eşi olduğunu biliyordu ama iki eşi olduğunu hiç duymamıştı.”

Oya derin bir iç geçirerek ellerini saçlarında gezdirdi.

“Sorun şu ki Rosemary’nin büyükannesi çok katı ve dindar biri. Rosemary’ye birden fazla kişiyle yatmanın günah olduğunu öğretmiş.”

“Yani, kocan ya da eşin dışında biriyle yatmanın günah olduğunu.”

“Rosemary ikinizin de eşi olduğunu öğrenince şoke oldu. Bunun günah olduğunu düşünüyor. Kafası karışık ve her şeyi sorguluyor.”

“Elimden geldiğince açıklamaya çalıştım ama bu konuda konuşmak istemiyor ve konuyu açmaya çalıştığımda konuyu kapatmak için bahaneler buluyor.”

“Şimdi her şey daha mantıklı geliyor,” dedim. “Bize anlattığın için teşekkürler Oya.”

Bize hafifçe gülümsedi. “Sorun değil. Onun mutlu olmasını istiyorum. Büyükannesi onu perişan ediyor, çok katı biri.”

“İsa’nın bizim için çektiği acıyı hissedebilmemiz için hayatın acı çekmekten ibaret olması gerektiğine inanan insanlardan biri.”

“Çok iyi birine benziyor,” diye mırıldandım ağzımın içinden. Yanımdaki Ez homurdanıyordu.

“Ah, evet. Dünya tatlısıdır,” diye cevap verdi Oya alaycı bir şekilde.

“Rosemary ile üniversite konusunda kavga ettiler. Rosemary’nin yüksek lisans yapmasını istemedi.”

“Rose son anda girmeyi başardı, bu yüzden daha dün kaydoldu.”

“Peki şimdi nerede?”

“Kampüs dışında bir dairede yaşıyor.”

Oya’ya teşekkür edip gitmesine izin verdikten sonra biz bir süre daha kafede kalıp öğrendiğimiz her şey üzerine kafa yorduk. Birlikte bir plan yapmıştık.

***

Perşembe günü çabuk gelmişti.

“Ez!” diye seslendim kardeşime.

İkizim, ona seslendiğimi duyunca arkasını döndü ve gülümseyerek bana doğru yaklaştı.

Koridorun ortasında buluştuğumuzda etraftaki kadınların çoğunun ve bazı erkeklerin dikkatini çekmiştik. Bu çok sinir bozucu bir durumdu.

Bu, üniversitedeki en çekici öğretim görevlisi olmanın bedeliydi.

Zor bir iş ama birinin bunu yapması gerekiyor.

“Sınıfta. Gitmeye hazır mısın?” diye sordum.

Gülümsemesi sırıtmaya dönüştü. “Her şey ayarlandı kardeşim. Ders bitene kadar dışarıda olacağım.”

Ben de ona sırıttım. “Harika. İki saat sonra görüşürüz.”

İkizim kendi sınıfına devam ederken ben de arkamı dönüp kendi dersliğime doğru yürüdüm. İçeriye girdiğimde öğrencilerin çoğu sınıftaydı.

Çantamı masanın üzerine bırakıp notlarımı çıkardım. Bilgisayarı kurduğumda ve PowerPoint’imin ilk slaytı ekrana yansıttığımda sınıfın üzerine bir sessizlik çökmüştü.

Başımı kaldırdım ve dikkatimi çeken tek öğrencinin gözleriyle karşılaştım.

Rosemary Moore.

Onu ne kadar istediğimi bir bilse!

Ders tam bir işkenceydi. Elli küsur yüksek lisans öğrencisine Yunan mitolojisi hakkında ders verirken bir yandan da aklımı eşimden uzak tutmam gerekiyordu.

Bu çok zordu. Özellikle de eşim tam arkada masum bir şekilde otururken.

Şeftali rengi, kabarık bir kazak giyiyordu. Kafamın içinde onu durmaksızın beceriyordum.

Kıpkırmızı kesildiğinde ona baktığımı fark ettim. Gözleri kucağında duran deftere kaydı.

Kendine gel dostum.

Dikkatimi tekrar toplayıp boğazımı temizledim. Onun için üzülüyordum, gerçekten.

Onu her gördüğümüzde ya da düşündüğümüzde aklımızdan geçen edepsiz düşünceler hakkında hiçbir fikri yoktu. Kendini neye bulaştırdığı hakkında hiçbir fikri yoktu.

İkimiz de aynı anda ona çaktığımızda o kadar kızarmayacak ve masum olmayacaktı. Umarım yakında bunu yapabilirdik. Sadece ona öğretmemiz ve yaşam tarzımızı göstermemiz gerekiyordu.

Rosemary için dua edin... Buna ihtiyacı olacak.

Sonraki bölüm
App Store'da 5 üzerinden 4.4 puan aldı.
82.5K Ratings
Galatea logo

Sınırsız kitap, sürükleyici deneyimler.

Galatea FacebookGalatea InstagramGalatea TikTok