S. S. Sahoo
ZACHARY
Adamlarıma, “Gidip onu bulun!” diye emrettim. Daha fazla zaman kaybetmeden karşımda olmasını istediğim kişiyi aramak için odadan dışarı fırladılar.
İki gündür uyumadığım için yorgundum. Üstelik kendimi huzursuz hissediyordum.
Eşim olan o kadınla konuştuktan sonra biraz dinlenmek için odama döndüm. Oysa kader beni yeni bir sorunla karşı karşıya bıraktı.
Büyük bir sorun.
Duvara yaslanıp bir elimi saçlarımda gezdirirken iç çektim.
Hayatımda değişen bir şey varsa o da sabrımdı.
Son zamanlarda sabırsızlanmaya başlamıştım. Zamanla sabırsızlığım yerini öfkeye bırakıyordu. Bırakın bana karşı gelmeyi, benim kurallarıma uyum sağlamayan kimseye tahammülüm yoktu.
Açıklama yapmasına ya da canını kurtarmasına zaman tanımadan kafasından vururdum.
Gün geçtikçe şiddet yanlısı bir adama dönüşüyor olsam da bu gerçekten umurumda değildi. Tek önemsediğim kurallarım ve işlerin her zaman benim istediğim gibi gitmesiydi.
Eğer işlerim istediği gitmezse bu beni son derece rahatsız ederdi. Öyle ki, buna neden olan kişiyi öldürmekte tereddüt etmezdim.
Telefonumun çalması beni kendime getirdi.
“Yine mi!” diye mırıldandım. Çaresizce aramayı reddetmek istememe rağmen telefonu açtım.
“Ne oldu?”
“Babanla böyle mi konuşuyorsun?” dedi babam telefonun öbür ucundan, her zamanki gibi soğuk bir ses tonuyla.
“Bunlara ayıracak zamanım yok. Ağzındaki baklayı çıkar, ne istiyorsun?”
Beklediğim soruyu sormadan önce birkaç dakika sessizlik oldu.
“Evlendiğini duydum. Doğru mu?” diye sordu sakin bir tavırla. Yine de sesinden biraz öfkeli olduğunu anlayabilmiştim.
Alnımı ovuşturup bir elimi saçlarımın arasında gezdirdim.
“Doğru mu?” diye tekrar sordu. Cevabı öğrenmek için sabırsızlanıyordu.
“Evet, doğru duymuşsun,” dedim, gözlerimi devirerek. Kendimi geçireceği sinir krizlerine hazırladım.
“Neden bu kadar aceleyle evlendiğini sorabilir miyim? Bırak davet etmeyi, ailene haber vermeyi bile düşünmedin.” dedi, gayet öfkeli bir ses tonuyla.
Öfkesinden hiçbir şey anlamayacağını bildiğim için sessiz kalmayı tercih ettim.
Devam etmeden önce derin bir nefes aldığını duydum.
“Kim bu kız?” diye sordu, sakin bir şekilde.
“Bilmene gerek yok,” dedim, çekmeceyi açıp iPad’imi çıkarırken.
“Yaptığınız her şeyi bilmeliyim. Tüm detayları mümkün olan en kısa zamanda öğrenmek istiyorum. Bu, şu anda işimi yürüten oğlumla ilgili bir durum. Eğer patronun sen olduğunu düşünüyorsan yanılıyorsun.”
“Her zaman gerçek patron ben olacağım. Sen de benim tek varisimsin. Bu yüzden, yıllarımızı almış emekleri çöpe atabilecek her şeye karşı mücadele edeceğim. Bunu mahvetmene izin verecek değilim. Üstelik senin böyle bir kadınla evlenmen beni de ilgilendirir.”
Sözleri sinirime dokunduğu için iPad’i masaya geri koydum.
“Benim ne yapıp ne yapmadığım seni ilgilendirmez. İş hakkında endişelenmene gerek yok. Şu anda her şeyin başında olan benim.”
“Emekli oldun. Git annemle bir ada tatiline çık. Bütün bunları tek başıma halledebilirim. İşlerime burnunu sokmayı bırak artık.”
Sözlerimi bitirdikten sonra telefonu yüzüne kapatıp masaya fırlattım.
Onunla ne zaman konuşsam başıma ağrı giriyordu.
“Efendim?” Kafamı kaldırdığımda adamlarımdan birinin elinde bir silahla kapıda durduğunu gördüm.
Tek kaşımı kaldırdım. “Ne?”
“Bir şüpheli bulduk. Kendisi bodrumda. Sizin ilgilenmek isteyebileceğinizi düşündük,” dedi. Bunun üzerine odadan çıktım.
“Kim o?” diye sordum, gizli bir odaya girip duvardaki şifreyi tuşlarken. Kapı kayarak açıldıktan sonra karanlık bir koridora girdik. Evimde böyle gizli çok yer vardı. Kendimi bildim bileli böyleydi.
Mafya patronu olmanın avantajları diyebilirim.
Gerçi kimse bunu bilmiyordu. Gerçek Zachary Udolf Sullivan’ı bilmeyenlere göre başarılı bir girişimi olan basit bir milyarderden ibarettim.
Göbek adım Udolf, kurt anlamına geliyordu, ki bu da kişiliğime mükemmel bir şekilde uyuyordu.
Bu isim bana, şu anda özel bir adada yaşayan ve mafya dünyasıyla hiçbir ilişkisi olmayan büyükannem ve kuzenlerimle eski günlerini yad eden büyükbabam tarafından takılmıştı.
Büyükannem kuzenlerimin tüm bu şiddetten uzakta, normal insanlar gibi yaşamalarını istiyordu.
Hatta beni tüm bunlardan vazgeçirmeye çalıştı ancak büyük bir mafya lideri olan babamın tek varisi olarak bu sorumluluğu almam gerekiyordu.
Dolayısıyla bir yandan şöhret kazanmış başarılı bir iş adamı, bir yandan da mafya babası olduğum, yasadışı faaliyetlerde bulunduğum ve yeraltını yönettiğim ikili bir hayat yaşamak zorunda kalmıştım.
Bir şekilde her iki hayatı da görmeyi başarsam da bunu ne kadar sürdürebileceğimi bilmiyordum. Bir gün ya da bir şekilde gerçek kimliğimin ortaya çıkacağını tahmin ediyordum. Tek sorun bunun üstesinden nasıl geleceğimi bilmememdi.
Hayatımı günlük yaşamaya başlamıştım.
Aslında parlak bir geleceğim yoktu.
Büyükbabamı kıskanırdım. O da mafya patronlarından biriydi. Hatta çok korkulan biriydi diyebilirim. Görevini varisi olan babama devrederek pis işlerden çekilse de bu süreç kolay olmadı.
Herkes, en çok aranan ve korkulan Mafya lideri Avim Ben Gon, Barış görüşmesi sırasında polis tarafından vurularak öldürüldüğünü düşünüyordu.
Aptal insanlar her şeyin en başından beri planlandığını bile bilmiyorlardı. Büyükbabam normal bir çalışan gibi emekli olacak değildi. Büyük bir çıkış yapmak zorundaydı, ki öyle de yaptı.
Tabii ki İbranice bir isim olan Avim Ben Gon onun takma adıydı. Gerçek adı...
Şimdilik bunu es geçelim.
Avim hakkında pek çok şey duymuştum. Özellikle de ne kadar acımasız olduğu ve insanları nasıl öldürdüğü hakkında. Bazen kadınlara tecavüz ettiği bile söylenirdi.
Oysa büyükannem bana kocasının tanıdığı en tatlı adam olduğunu söylemişti. Bunların hepsi insanların zihnine korku tohumları ekmek için ortaya atılan dedikodulardan ibaretti.
Kadınlara her zaman saygı duymuştu. Büyükannem bu yüzden ona aşık olmuş, hayatının geri kalanını onunla yaşamaya karar vermişti.
Büyükannem olmasaydı, tüm o söylentilere inanırdım. Mafya babası olmak kolay değildi. Tek bir şeye ihtiyacımız vardı ki o da güçtü.
Güç, insanların bizden korkmasını sağlar, onları yönetmemize izin verirdi.
“Bu onun adamlarından biri, efendim. Onu bugün bölgemize girerken bulduk. Muhtemelen bizim hakkımızda istihbarat toplamak için buradaydı,” dedi. Bunun üzerine başımla onayladım.
Kendimi baş ağrısından kurtarmanın bir yolunu bulduğuma inanıyordum. Yeterince acı çekmiştim.
Şiddete gelince, her zaman heyecanı seven birisi olmuştum.
Beni gözetleyebileceğini düşünen o adamın gözlerindeki korkuyu görmenin zamanı gelmişti.
“Ah, ne kadar aptalca!” Önümdeki manzaraya tanıklık ederken sırıttım.
Elleri ve gözleri bağlanmış bir adam tavandan baş aşağı sarkıtılmıştı.
Kafasından ve kollarından kan sızdığı için ben gelmeden dövüldüğünü anlamak zor olmadı.
“Merhaba!” Adam sesini duyunca daha da sesli inlemeye başladı. Ben ise koşar adımlarla yanına gitmekle meşguldüm.
Ona yaklaştığımda sadece, “Umarım burada güzel bir gün geçirmişsinizdir!” dedim.