
Bunca zamandan sonra ailemi tekrar görme konusunda gergin olsam da, Alex'e davranış şeklim konusunda hâlâ utanç duyuyordum.
Tam bir aptal olduğumu düşünüyor olmalı. Ama neden beni düzeltmedi?
Alex'le ilgili kesin olan bir şey vardı; o da sıradan bir kral olmaktan çok uzak olduğuydu.
Alex'in bana bıraktığı ayçiçeğinin yapraklarıyla dalgın bir şekilde oynarken gülümsemekten kendimi alamıyordum. “Bana gözlerini hatırlatıyorlar,” dedi.
“O nerede? Küçük kızım nerede?” diye soran panik hâlindeki ses aniden düşüncelerimi bölmüştü.
Babam hastane odamın kapısında belirdiğinde öylece olduğu yerde kalmıştı, hiçbir şey söylemiyordu.
Elleri titriyordu ve görünüşe göre yıllarca bastırılmış duyguları su yüzüne çıkıyordu.
“Ariel... Gerçekten sensin. Yaşıyorsun.”
Saniyeler içinde babam yanıma gelmişti. Kollarını olabildiğince sıkı bir şekilde etrafıma doladı. İkimizin de yüzü yaşlarla ıslanıyordu.
“Tanrıçaya her gün sağ salim dönmen için dua ettim,” dedi hıçkırıklara boğulurken. “Umut etmekten hiç vazgeçmedim.”
“Baba...” Şu anda hissettiğim sevinci tarif edebileceğim hiçbir kelime yoktu. Babamın kollarının bana hissettirdiği güveni bir daha asla hissedemeyeceğimi düşünüyordum.
“Ariel, ne diyeceğimi bilemiyorum. Nereden başlayacağımı bile bilmiyorum,” dedi, gözyaşlarımı silerek. Kendi yanaklarından hâlâ gözyaşları akıyordu.
“Baba, hiçbir şey söylemek zorunda değilsin. Burada olmana sevindim,” dedim güven verici bir şekilde ona sarılarak.
“Söz veriyorum, ikimiz de hazır olduğumuzda her şeyi konuşacağız.”
Başını sallayıp elimi sıktı. “Geri dönmen çok güzel, küçük savaşçı.”
“Geri dönmek çok güzel,” diye cevap verdim. “Annem nerede? O da geldi mi?”
Babam bakışlarımdan kaçarak yere baktı.
“O... Annen burada olmak istedi,” dedi babam dikkatlice. “Ama kız kardeşin Natalia, o hamile. Çok fazla yardıma ihtiyacı var ve…”
“Aslında o…”
Amy odaya girmez yatağıma zıplayarak üzerime yığılmıştı.
“Oh, Tanrıça, Amy! Hastane yatağında olduğumun farkındasın değil mi!” dedim acıdan gülerken.
“Siz kızlar arayı kapatın,,” dedi babam.
Annem ve kız kardeşim hakkında konuşmak zorunda olmadığı için rahatlamış görünüyordu. “Ben Steve'in yanına gidip beni aradığı için ona teşekkür etmeliyim.”
Üzerimdeki Amy yığınının altından ona başparmağımı kaldırdım. “Sonra konuşacağız.”
Amy bana nefes almam için alan verdiğinde onun hiç değişmediğini gördüm ve bu bir şekilde çok rahatlatıcıydı.
Amy gerçek kız kardeşimden de daha fazla kız kardeşim gibiydi.
Ve kız kardeşimden bahsetmişken...
“Yani, Natalia eşini buldu?” diye sordum. “Başka ne kaçırdım?”
Amy bana gergin bir bakış atmıştı. Kesinlikle bir şeyler oluyordu.
“Son iki yılda çok şey oldu,” dedi temkinli bir şekilde. “Bir süre önce bir haydut saldırısı oldu ve Alfa Xavier…”
“Evet, Alfa Blake haydut saldırısında ağır yaralandı ve Xavier sorumluluk almak zorunda kaldı.”
“Luna olmadan bir sürüye hükmetmek zordur bilirsin. Kaderindeki eşini bulmaya çalışmaktan da yorulmuştu, bu yüzden...”
“Bekle, demeye çalıştığın şey...” Mideme bir korku hissi yayılıyordu.
“Evet, Xavier Natalia'yı eşi olarak aldı,” dedi gergin bir şekilde. “Elçiye zeval olmaz.”
“İkisinin de kaderlerindeki eşlerini beklemediklerine inanamıyorum,” dedim afallamış bir şekilde.
“Annem bile ne kadar sürerse sürsün kaderindeki eşi beklemen gerektiğini söylerdi.”
“Evet ama söz konusu bir Alfa olunca hemen fikri değişti,” dedi Amy, gözlerini devirerek.
Bu tam annemlik bir harekete benziyordu. Olanlar göz önüne alındığında bu sefer belki gerçekten yeniden iletişim kurabiliriz diye ummuştum ama annemin önceliklerinin ne olduğu çok açıktı.
“Xavier daha iyisini hak ediyor,” dedim, sesime sızan bir kıskançlıkla.
“Natalia sadece statü takıntılı, annem de öyle. Xavier, doğru nedenlerle onunla birlikte olmak isteyen birini hak ediyor.”
“Şahsen, tüm dişi kurtların neden Xavier için uluduğunu anlamıyorum,” dedi Amy. “Sanırım şişkin pazılar ve baklava karın kasları yüzünden.”
“Başka iyi özellikleri de var,” dedim savunmaya geçerek.
İtiraf etmeliyim ki, söyleyecek söz bulamıyordum. Çünkü şu anda o karın kaslarını hayal etmekle meşguldüm.
Babam ve Steve kafalarını odaya uzattıklarında babam şaşkın görünüyordu. “Kral akşam yemeğinde ona katılmamızı istedi,” dedi heyecanla.
Amy bana o kadar hızlı dönmüştü ki yemin ederim boynu kırılabilirdi. “KRAL MI!?”
Saraya vardığımda, büyüklüğü ve güzelliği beni şaşkına çevirmişti. Ancak en çılgın rüyalarımda böyle bir yerde yaşamayı hayal edebilirdim.
Ama yine de küçük bir kızken saraylar, krallar ve kraliçeler hakkında çok fazla hayal kurduğumu söyleyemem...
Ben hep bir savaşçı olmayı hayal etmiştim. Son iki yıldır benden alınmış olsa bile hâlâ da bunu hayal ediyordum.
Amy cephaneliği geçip yemek salonuna yönelirken beni neredeyse peşinden sürüklüyordu.
“Kralın bizi yemeğe davet ettiğine inanamıyorum,” dedi, koluma girerek. “Birazcık bile heyecanlı değil misin?”
Alex ile ilgili komik olan şey, onu kral olarak düşünemememdi. Resmi, gösterişli ya da öyle beklediğiniz gibi biri değildi. O sadece kendisiydi.
“Dürüst olmak gerekirse, sadece sıcak bir yemek yemek için daha heyecanlıyım. Yemek yemeyeli ne kadar oldu bilemezsin...”
Amy'nin gözlerinin acımayla dolduğunu görebiliyordum ve bunun şimdiden çok sık olacağını hissedebiliyordum.
“Bak, etrafımdayken diken üstünde olmak zorunda değilsin,” dedim, gülümsemeye çalışarak.
“Evet, bir sürü iç karartıcı şey söyleyeceğim ama yapabileceğin en iyi şey bana normalmişim gibi davranmak.”
Avcıların üzerimde yaptığı tüm o deneylerden...
Ve Tanrıçayla olanlardan sonra...
Artık normalin ne olduğunu bile bilmiyordum. Ama umarım bir yolunu bulurum.
Amy ile sonunda ormandan başka bir adamın bizi beklediği ziyafet salonuna ulaşmıştık.
“Ben Dominic, Alex'in Betası,” dedi çekici bir gülümsemeyle. Ona karşılık vermemiştim. Ormanda bana olan tepkisini unutmadım.
Dominic bunu hissetmiş olacak ki bana elini uzattı. “Ormanda tatsız bir başlangıç yaptığımızı biliyorum ama bu gece, onur konuğumuzsunuz. Baştan başlayabilir miyiz? Savaşçıdan savaşçıya bir rica?”
Savaşçıların yaptığı gibi kolunu tuttum ve başımı salladım. “Sen sadece sürünü ve Alfanı koruyordun. Anlıyorum.”
Dominic, sırıtarak ziyafet salonunun kapılarını açtı. “Öyleyse ziyafetin tadını çıkarın!”
Amy, büyük ziyafet salonu önümüze serildiğinde ciyaklamıştı.
Bir orkestra yüksek tempolu klasik müzik çalıyor ve garsonlar etrafta dolaşarak konuklara içecek ve meze ikram ediyorlardı.
Bu beklediğim gibi samimi bir akşam yemeği değildi.
Görünüşe göre sürünün önde gelen üyelerinin çoğu buradaydı ve herkes Amy'nin koridorda bana baktığı gibi gözünü dikmiş bana bakıyordu.
Alex yüzünde samimi bir gülümsemeyle bana yaklaşmıştı. “Nasıl buldun? Bir partinin seni daha iyi hissettirebileceğini düşündüm.”
İyi olduğumu söylemiştim ama iyi değildim.
“Ben... Üzgünüm. Bunu yapamam,” dedim ve hızla arkamı dönüp koridorda koşmaya başladım. Yanaklarımdan gözyaşlarım süzülüyordu.
Biraz hava almam lazım. Nefes alamıyorum.
Bahçeye açılan kapılardan fırlayarak geçtikten sonra basamaklardan koşarak inmeye başladım ve en alttaki basamağa oturup başımı bacaklarımın arasına soktum.
Derin nefesler alırken kalbim küt küt atıyordu.
Bu kadar bunalmayı hiç beklemiyordum ama normal hayata geçişim hakkında konuşmanın bunu yapmaktan daha kolay olduğunu tam şu anda fark etmiştim.
Yanıma biri otururken sırtımda aniden bir el hissettim.
“Bunun çok fazla olacağını bilmeliydim. Özür dilerim,” dedi Alex, sırtımı okşayarak.
“Hayır, senin hatan değil. Bunu bilemezdin,” dedim, onu rahatlatmaya çalışarak.
“Aslında bilebilirdim,” dedi sakince. “Benimle yürüyüşe çıkar mısın?”
Başımı salladığımda kalkmama yardım etti ve bahçeye doğru bana yol gösterdi.
Alex, göz alıcı ağaçların ve çiçeklerin arasında yürürken, “Yakın zamanda benim için önemli birini kaybettim,” dedi birden.
“Ve bu kayıp hiç yaşanmamış gibi davranamayacağını bilmeliydim.”
“Hiçbir dikkat dağıtıcı şey sana olanları unutturmayacak. Hâlâ alışmaya çalışıyorum. Ve muhtemelen de hep çalışacağım.”
Sessizce başını salladım. Ben de aynen böyle hissediyordum. Alışmak kolay olmayacaktı ama alışsam bile hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Bana olanları asla unutmayacağım.
“Sormamın sakıncası yoksa kimi kaybettiniz?” diye sordum taştan bir çeşmenin önünde dururken.
“O... O benim eşimdi” dedi Alex üzgün bir şekilde. “Adı Olivia'ydı. Altı ay önce öldü.”
Alex'le aramda bir bağ hissederek elini tuttum ve kuvvetlice sıktım. Neler yaşadığımı anlayabilecek biri varsa o da Alex’ti.
Alex bir süre sonra geri çekildi ama gözleri bana bu hareketimden etkilendiğini söylüyordu. Gözleri gözlerimde geziniyordu. Sanki ikimiz de birbirimizin üzüntüsünü paylaşıyorduk.
“Şimdi ne yapacaksın?”
“Sanırım eve gideceğim,” diye cevap verdim ama oranın hâlâ evim olup olmadığını merak ediyordum.
Alex başını salladı ve ardından konuşmamızın sebep olduğu acıyla mücadele ederek saraya geri dönmek üzere yürümeye başladı. “Yolun açık olsun Ariel.”
O uzaklaşırken merak ediyordum...