Param vardı, gücüm vardı, bütün bu kasabanın kontrolü bendeydi ama yine de daha fazlasını istiyordum. Ne olduğunu bilmiyordum ama sevişmek gibi eskiden zevk aldığım şeyler bile tat vermiyordu ve bu, hiç ama hiç hoşuma gitmiyordu.
Tayla kendini gizemli Raffiel Kardeşler ve bir partiden sonra onu unutamayan Walker ile tehlikeli bir dünyanın içinde bulur. Walker ve onun sağkolu Hayden arasında kalan Tayla, tehlikeli bir aşk üçgenine bulaşır. Aşkı mı yoksa belayı mı bulacaktır?
Yaş Sınırı: +18
TAYLA
Kuzenim Logan’ın evinin önüne yanaşırken yeni bir şehir, yeni bir başlangıç diye düşündüm.
Mini marka aracımdan indiğimde çıplak bacaklarıma soğuk deniz havası çarptı.
Aylardan hazirandı. Logan burada yazların çok sıcak geçtiğini söylemişti ama bugün hava kasvetli ve bulutluydu.
Kasaba kötü bir gününde galiba diye düşündüm.
Deniz kenarındaki beyaz evin ön kapısı açıldı ve 1.80 cm boylarında, sarı saçlı bir adam bana doğru koştu.
Eyvah!
Çocukken yaptığı gibi beni yere mi devirecekti?
Beni kaslı kollarıyla yakalayıp kendi etrafında döndürdü.
“Geldin, ha! Annen sağ salim varıp varmadığını öğrenmek için iki kez aradı,” dedi, sımsıkı sarılarak.
Belime doladığı ellerine vurarak, “Logan! Boğuluyorum!” dedim.
Beni yere bıraktığında yüzüne baktım.
“Kısalmışsın!” diye dalga geçti.
“Hayır! Sen uzamışsın,” diye karşılık verdim.
Başını arkaya atarak güldü.
“Sanırım artık bodur değilim?”
Küçükken ailelerimiz yazları bir araya geldiğinde daha kısa olduğu için ona hep takılırdım çünkü şimdiye kadar ondan uzun olmuştum.
Onu son gördüğümde o, on dört yaşındaydı, ben de on üç.
Bagajdan tek spor çantamı aldı.
Kaşlarını çatarak, “Bu kadar mı eşyan var?” diye sordu.
Yere bakarak, “Fazla bir şey almaya zamanım olmadı,” diye mırıldandım.
“Ahh, özür dilerim!” deyip çantamı kolayca omzuna attı.
“Sen vücut mu çalışıyorsun?” diye sordum.
Mahcup bir kahkahayla kolunu omzuma dolayıp beni eve götürdü.
“Çocukluğumuzdan bu yana çok şey değişti,” dedi.
Ön kapıyı açıp beni koridora yönlendirdi.
Krem rengi duvarlarda birkaç resim asılıydı ve bir merdivenle üst kata çıkılıyordu.
Kapıyı arkamdan kapatıp çantamı merdivenin dibine koydu.
“Birazdan sana odanı göstereceğim. Jess senin için buzlu çay yaptı,” dedi.
Koridoru geçip büyük bir mutfağa girdik.
İçeri girdiğimizde büyük, kahverengi gözlü, güzel bir kız ada mutfak masasında bardaklara buzlu çay dolduruyordu. Beni görünce yüzünü sıcak bir gülümseme kapladı.
“Sen Tayla olmalısın? Logan’ın kuzeni?”
Onu şöyle bir süzerek, “Sen de Jess’sin herhâlde?” dedim.
Logan bir bardak buzlu çay alarak, “Jess benim ev arkadaşım,” diye açıkladı.
Jess’in arkadan kazıtılmış, kısa, siyah saçları ve her iki kulağında da birden fazla piercingi vardı.
Çok güzel uzun, siyah kirpikleri; pembe, dolgun dudakları vardı.
Uzattığı buzlu çayı teşekkür ederek aldım.
Logan, “Jess temizlik hastasıdır bu yüzden eşyalarının kaybolmasını istemiyorsan odanda tutmanı tavsiye ederim,” dedi.
“Tamam,” diyerek çayımı yudumladım.
Logan, “Jess de iş görüşmesi yapacağın restoranda çalışıyor, yani işi alırsan tanıdık biriyle çalışıyor olacaksın,” diye devam etti.
Başımı salladım.
Logan, önce eve yerleşeyim diye yerel bir restoranda garsonluk işi için iki gün sonraya bir görüşme ayarlamıştı.
Jess, “Bu akşam sahildeki partiye mutlaka gitmeliyiz,” dedi.
Logan, “Raffiellerin sahilindeki mi?” diye sordu.
Jess başını salladı.
“Tayla’ya kasabaya hoş geldin demek için harika bir yol olmaz mı?”
Logan saçlarını sıvazlayarak, “Tayla’yı karşılamanın yolunun Raffiellerin partisine götürmek olduğundan emin değilim, Jess. Burada, kiraya katkıda bulunmasına ihtiyacımız var,” dedi.
Logan’ın üç yatak odalı bir evi vardı ama maaşı ev kredisini ödemeye yetmediği için evin diğer iki odasını kiraya vererek geçinmeye çalışıyordu.
Bu evi eski kız arkadaşıyla satın almıştı ve kız arkadaşı onu terk ettiğinde tüm ödemeler ona kalmıştı.
“Merak etme, sorun olmaz,” dedi Jess.
“Raffieller kim?” diye sordum.
Logan başını salladı.
“Önemli birileri değil.”
Jess ona şaşkın şaşkın baktı.
“Partiye gidecek param yok ki,” dedim.
Jess, “Buralarda buna gerek yok,” diye cevapladı.
Logan, “Bir şişe içki götürsek yeter,” dedi.
Jess, “Mayon var mı?” diye sordu.
“Var, ama hava soğuk ve bulutlu…”
Tam o sırada pencereden güneş girdi ve oda ısınmaya başladı.
Jess, “Bluewood Koyu’nun tek güvenilir şeyi havasıdır,” diye güldü.
Logan buzlu çayını bitirip, “Sana odanı göstereyim,” dedi.
Mutfaktan çıkıp onu takip ettim. Çantamı omzuna alıp üst kata çıktı.
Koridorun solunu işaret etti.
“Jess ile benim odalarımız aşağıda, banyo da orada. Evin sahile bakan tarafı sana ait,” dedi.
Bir kapıyı açıp bir yatak odasına girdi.
Odada bir çift kişilik yatak, bir makyaj masası ve tek sandalyeli, boş bir masa vardı.
Yatağın üstünde krem rengi, sarı bir yorgan, aynı renkte yastıklar ve ucunda katlanmış duran, kocaman, krem rengi bir battaniye vardı.
“Şurada bir gardırop ve küçük bir komodin var,” diyerek o tarafı işaret etti.
Spor çantamı masanın üstüne bıraktıktan sonra bacağını sıvazlayarak iç çekti.
“Bu ayki kira için endişelenme. Bu sefer Jess ile ben ödüyoruz. Daha sonra, sen de her ayın sonunda katkıda bulunursun.”
Logan’a hafifçe sarıldım.
“Teşekkürler, kuzen. Bu iyiliğini unutmayacağım,” dedim, içten bir gülümsemeyle.
Gülüp geçti ve beni nazikçe iterek kapıya yöneldi.
“Sen yerleş. Saat dört gibi sahile gitmek için yola çıkarız.”
O çıktıktan sonra kapıyı arkasından kapattım.
Çantamı açıp giysilerimi çıkardım. Bir kısmını çekmeceye yerleştirip asılması gerekenleri dolaba astım.
Odamda mandalla açılan bir pencere ve pencerenin iki yanında da sarı perdeler vardı.
Gidip pencereyi ardına kadar açıp başımı dışarı uzatarak deniz havasını içime çektim.
Küçük bir kızken yazları bu kasabada geçirmeyi çok severdim ve denize olan sevgimi hiç kaybetmemiştim.
İki metrelik bir çitle çevrili temiz, bakımlı bir arka bahçeye ve onun ötesindeki küçük, yeşil bir tepeye bakan bir manzara vardı.
Tepenin ötesinde altın sarısı kumlar ve yumuşak dalgalı deniz uzanıyordu.
Yakınlarda martılar ötüşüyordu. Sahile baktığımda buradan yaklaşık bir buçuk kilometre ötedeki büyük, şatafatlı bir evi ana hatlarıyla görebiliyordum.
“Muhteşem! Değil mi?”
Korkuyla sıçrayıp geri çekilirken başımı pencerenin kenarına çarptım.
Jess elinde buzlu çayımla kapının eşiğinde dikiliyordu. Diğer eli yumruk şeklinde kapının üstünde duruyordu.
“Kapıyı çaldım ama duymadın sanırım?” dedi, gülümseyerek.
“Özür dilerim. Manzarayı seyrediyordum,” diye cevap verdim.
Çayımı küçük komodinin üstüne bıraktıktan sonra yanıma gelip camdan başını uzattı.
Gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı.
Ben de yanına geçip pencereden başımı uzattım.
“En güzel manzara senin odanda,” dedi, gözlerini açmadan.
“Neden sen almadın?”
“Sabahları duşa ilk benim girmem gerekiyor çünkü Logan’ın banyoda işi uzun sürüyor,” diye yanıtladı.
Gözlerini açtığında az önce baktığım evi işaret etti.
“Bu geceki parti o evde.”
“Sahiplerini tanıyor musun?” diye sordum.
Yüzünü buruşturdu.
“Pek sayılmaz. Logan daha iyi tanıyor. Oradaki partilere gidiyoruz ama sahipleriyle ya da onlar gibi insanlarla pek kaynaşmıyoruz,” dedi.
“Nasıl insanlar onlar?”
Jess tam dönüp cevap veriyordu ki Logan kapı aralığından bağırdı.
“Öğle yemeği hazırlayacak mısın, kadın? Açlıktan ölüyorum,” diye sırıttı.
Jess göz devirdi ve ikimiz de pencereden çekildik.
Jess, Logan’ın peşinden koridorda yürürken, “Yemin ederim, ben olmasam ölürsün,” diye mırıldandı.
Aşağı inerken, “Yirmi dakika sonra öğle yemeği, bıcırık!” diye seslendi.
Yeni lakabım karşısında yüzümü buruşturarak kafa salladım.