Milenyum Alfası - Kitap kapağı

Milenyum Alfası

Sapir Englard

0
Views
2.3k
Chapter
15
Age Rating
18+

Özet

Eve her zamankinden daha güçlüdür ancak ona mükâfatını reddedemeyeceği bir görev verildiğinde, üstesinden gelebilecek kadar güçlü olup olmadığı konusunda şüpheye düşer. Vampirler, haydut kurt adamlar ve onun peşindeki kötü tanrılar, Eve’in kararlılığını sorgulamasına yol açar ve tüm bunlar eşini bulmadan önce olur…

Milenyum Kurtları Dünyası’ndan

Yaş Sınırlandırılması: 18+

Fazla göster

60 Bölüm

Günaydın

28 Ekim, 2017

New York

Eve

O beni görmeden, ben onu çoktan görmüştüm.

Birkaç metre uzaktaydı ama o olduğunu hemen anlamıştım. Onu olduğunu hissedebiliyordum.

Gözlerim onun altın rengi teninin, belirgin pazılarının, sağlam karın kaslarının üzerinden geçti ve keskin çene hattına geri döndü.

Belki de onu böylesine incelemem cesurca bir hareketti. Bakışlarımı yakalamasını istemedim.

Beni yakalamaması ~gerekiyordu. Bu her şeyi mahvederdi.~

Ben zaten ağaçların, dalların ve yaprakların içinde kendimi kamufle etmiştim.

Bu nedenle endişelenmeme gerek olmadığını biliyordum.

Onu izlemeye devam ettim.

Parmaklarını yaşlı bir ağacın kabuğunda gezdirişini izledim.

Etrafına baktı, sanki bir şey bulmaya çalışıyormuş gibiydi. Ya da başka birini?

Ama hayır, burada olduğumu bilmesine imkân yoktu.

Yeterince güçlüydüm, iyi saklanabilecek kadar büyüye hakimdim.

Farklı bir ağaca doğru yürüdü ve bu sefer iki eliyle de ağaca tutunup uzandı.

Ellerini aşağı doğru kaydırdı ve kaslı kollarının tişörtün ince kumaşını zorladığını fark ettim.

O parmakların benim üzerimde gezinmesini, bana tutmasını nasıl da arzuluyordum...

Onda ne vardı, bilmiyordum.

Beni uyandırabilen tek erkek, yaşayan tek varlıktı. Ve hayır, sadece beni etkilediğinden bahsetmiyorum. Fiziksel olarak beni tahrik ediyordu. Çok fena.

Gözlerim ona yapışmıştı. Kaslarına, çenesine, koyu, dağınık saçlarına.

Vücudumun tepkisini hissedebiliyordum. Hiç karıncalanmayan bölgelerim karıncalanıyordu, aramızdaki mesafeyi kapatmam gerekiyordu.

Onun bana dokunuşunu hissetmeyi öylesine istiyordum ki. Bana uzun zamandır hasretini çektiğim hazzı vereceğini ~hissedebiliyordum~.

Saklandığım yerden bir adım attım. Kötü bir fikir olabilirdi ama umurumda değildi.

İstediğim buydu...Hayır. Aslında, ihtiyacım olan buydu.

Bir adım daha attım.

Ondan korktuğum kadar, beni fark etmesini istiyordum. Çünkü ne olacağını biliyordum. Ama şu anda umurumda değildi.

Bir adım daha attım.

Başını çevirdi.

Bir adım daha attım.

Sonra nefesim kesildi.

Çünkü arkamdan bir yerden fırlatılan bir hançer omzumun üzerinden uçmuştu.

Havada son hızda hareket ediyordu ve bir anda, ona isabet etti. Hançer, ona saplandı. Tam kalbinden.

Tişörtü kana bulanmıştı.

Kanım donmuş, şok olmuştum. Bir şeyler söylemeye çalıştım, ama yapamadım.

Arkama bakmak için döndüm. Hançerin nereden geldiğini, atanın kim olduğunu görmeye çalıştım. Ama kimseyi göremedim.

Sadece ben, o ve orman vardı.

Tekrar ona yöneldim. Yere batıyor, elleriyle yarasını kapatıyor, baskı yapmaya çalışıyordu.

Bu sefer bakışlarımı üzerinde hissetmiş olmalıydı çünkü gözleri parlıyordu.

Doğrudan ana bakıyordu.

Koşamadım. Saklanamadım. Beni görmüştü.

Ve biliyordum. Hançeri benim attığımı düşündüğünü biliyordum.

Masum olmama rağmen vicdan azabını hissetmek beni mahvetti.

Ama içten içe masum olmadığımı biliyordum. Masumiyetin yakınından bile geçmiyordum.

Şimdi ellerinin ve dizlerinin üzerindeydi, gözlerini açık tutmaya çalışıyordu. Gözlerini benden ayırmıyordu. Ve kalbim hala deli gibi atıyordu. Ne de olsa kalbimin uğruna attığı tek adam, karşımdaki adamdı.

Ona git Eve.

Ona yardım et.

Ona dokun.

Ama olduğum yerde, hareketsiz duruyordum.

Gözleri yavaşça kapanıp parmakları titrerken, ruhunun bedeninden ayrılmasını izliyordum. İzlemek zorundaydım. Kafamı başka bir yere çeviremezdim.

Son nefesini verdikten sonra hareketsiz yığıldığında, üzerimde yeni bir sakinlik hissettim. Bir süredir tuttuğum nefesi, rahatlarcasına verdim.

Sonunda bitmişti.

***

Bip. Bip. Bip. Bip.

Gözlerim açıldı. Bu da neydi öyle?

Bip. Bip. Bip. Bip.

Lanet olası bir telefon çalıyordu. Benim lanet telefonum.

Etrafa bakındım. Yataktaydım, beyaz bir yatakta. Her şey beyazdı.

Doğru. New York'ta bir otelde kalıyordum. Telefonumu yastığın altında buldum, az önce gördüğüm rüyayı unutmaya çalışıyordum.

Şu anda bu rüyaya anlam atfedecek vaktim yoktu. Ayrıca, ne hakkında olduğunu anlamak için dahi olmaya gerek de yoktu.

O kaslar... O saçlar... Onu ilk kez rüyamda görmemiştim. Ve bu son da olmayacaktı

Özellikle de günler geçtikçe. Yaklaşmaya devam ettikçe...

Bip.

Bir mesaj.

Telefona baktım. Killian'dan iki cevapsız arama vardı. Ve bir bip daha ve takibinde gelen ~iki~ mesaj.

Birkaç haftadır ondan haber alamamıştım, bu yüzden önemli bir şey olmalıydı. Benim için casusluk, araştırma ve keşif yapıyordu.

Mesajları okudum.

KillianBenden istediğin şeyi buldum
KillianLondra'dayım
EveYarın akşam gelebilirim.
Eve18:00’da. Her zamanki yerimizde.
KillianYakında görüşürüz

29 Ekim, 2017

Londra

Kaldırımda yürüyordum, postallarım yere çarpıyordu.

Yağmur pek yağmıyordu ama havada sis vardı. Bu da lavabonun kenarında duran bir sünger gibi nemli hissettiriyordu.

Londra'yı özlemediğimi kabul etmem gerekiyordu.

Ama tüm mesele bu değildi.

Killian büyürken burada onunla çok güzel yıllar geçirmiştim. Eski kiliseyi dolaştım ve kendimi banliyö mahallesinde gözden uzak boş bir otoparkta buldum.

Killian ve ben kiliseye hiç gitmezdik ama bazen güneşin batışını izlemek için buraya gelirdik. Ama bu epey uzun zaman öncesindeydi.

Arkamdaki motosikletin sesini duydum ve saatimi kontrol edip gülümsedim.

17:59. Tam zamanında gelmişti.

Motosiklet park yerine yöneldi ve tam önümde durdu, o kadar sert fren yaptı ki havaya buhar yayılmıştı.

Killian'ın motosikletini sabitleyip, üzerinden inerken siyah kaskını çıkarmasını izledim.

Uzun, altın sarısı saçları savruldu ve eldivenli bir elini saçlarından geçirdi.

Altın rengi gözlerinin içinde haşarılıktan başka bir şey yoktu ve bana parlıyorlardı, yüzü dudaklarına asılan gülümsemeyi gizleyemiyordu.

"Ne, şimdi de beni etkilemeye mi çalışıyorsun?" Motosiklete başımı sallayarak sordum.

"Bunda baya iyiyim. Kabul et," diye karşılık verdi.

Deri bir postacı çantası açtı ve içinden bir dosya çıkarıp bana uzattı.

Dosyayı aldım. "Her şey buradaysa..."

"Her şey ve daha fazlası. Tüm kan bağı," diye garanti verdi.

Gurur duymadan edemedim. İsle kirlenmiş gamzeli yanaklarına bakınca, artık gerçek bir erkek gibiydi. Yetenekli, son derece güven veren bir adam.

"O halde doğru mu?" diye sordu, elimdeki dosyaya başını salladı. "Morganların başının dertte olduğunu mu düşünüyorsun?"

"Benden magazin haberi alamayacaksın, Kil."

"Hadi," diye ısrar etti.

"Bak, herkes Morganları biliyor. Amerika'nın en saygıdeğer insanları ve yıllar önce Batı Yakası Sürüsü ile yaptıkları anlaşma sebebiyle dokunulmaz bir şekilde Sürü bölgesinde yaşamaya başladılar.

"Elena Morgan kraliçe gibiydi. Batı Yakası Sürüsü'nün bu kadar uzun süre güçlü kalabilmesinin kaynağı onun servetiydi. Sürünün en büyük destekçisi Elena idi. Ama sonrasında tüm servetini kızlarına bıraktı. Eşinin ise bu noktada hukuki olarak bir hakkı yok.”

"Yani?"

"Yani, yasal olarak, kızları servetini miras almak için çok küçük. En büyüğü on yedi yaşında."

Killian bana baktı. "Birileri servetin peşine düşecek diye ailenin tehlikede olduğunu mu düşünüyorsun?" Kafasını reddeder gibi salladı. "Morganları herkes tanır, Eve. Kraliyet ailesi gibiler. Kimse kraliyet ailesine zarar vermeye kalkmaz.”

"Ne? Akademi’de dünya tarihini öğretmiyorlar mı?" diye sırıtarak sordum.

Gözlerini devirdi. "Miras ancak Elena'nın kızları on sekiz yaşına geldiklerinde talep edilebilir."

"Yani ne yapacaksın, kızları mirası talep edecek yaşa gelene kadar koruyacaksın mısın?"

Omuz silktim. "Biri bunu yapmak zorunda. Çünkü eğer biri onları öldürürse, servet ortada kalır. Bu yeterince teşvik edici bir etken."

Gitmek için arkamı döndüm ama Killian omzumu tuttu. "Başka bir şey biliyorsun. Onlara zarar vermeye çalışan insanlar hakkında bir şey."

Elinden kurtuldum. “Bunun için endişelenme, Kil…”

"Her şeyi bilmeden sana yardım edemem,” dedi kollarını göğsünün üzerinde birleştirerek.

"Peki. Ne bilmek istiyorsun? Mafyayı mı? Mafya servetten haberdar ve bir sonraki hamlelerini planlıyorlar. Bir de haydut kurt adamlar var. Her zaman paranın peşinde olurlar. Vampyreleri de unutmayalım."

Killian'ın yüzünün düştüğünü gördüm. Savunmasızlara karşı hep zaafı olmuştu.

Omzuna yavaşça vurdum. "İyi olacaklar Killian. Yaptığım işte oldukça iyiyimdir,” dedim ve sırıttım. Başını salladı.

"İletişimde kalacağım," dedim, arkamı döndüm ve denizaşırı uzun yolculuğuma koyuldum. Batı Yakası Sürüsü’ne.

"Hoşça kal yok,” diye arkamdan seslendi.

Gülümsedim. "Hoşça kal yok," diye bağırdım.

"Beni fazla bekletme," diye bağırdı. "Sıkılırım."

***

30 Ekim, 2017

Lumen

Taksi ormanın kenarındaki çarpık yolda hızla ilerliyordu ve tek görebildiğim şey, iki tarafımdaki sayısız ağaçtı.

Ormanın yeterince derinine ulaştığımızda, görünürde artık kaldırım yokken ona durmasını söyledim.

"Burası iyi,” dedim ve dışarı çıktım.

Ona verdiğim parayı aldı ve geldiğimiz yöne doğru direksiyonu hemen kırdı, belli ki burada bir saniye daha kalmak istememişti.

Onun gibi insanlar, Batı Yakası Sürüsü bölgesinde hoş karşılanmıyorlardı. Ya da Morgan değillerse.

Ve bu orman, Oregon'daki Deschutes Ulusal Ormanı, Batı Yakası Sürüsü bölgesine aitti.

Ama hoş karşılanmayan sadece habersiz gelen insanlar değildi. Kurt adam olmayan herhangi bir tür de hoş karşılanmıyordu. Buna ben de dahildim.

Ama burada olmamın bir sebebi vardı. Ve amacımdan bir kurt adam muhafızı veya Alfa tarafından yakalanarak uzaklaşmak istemiyordum.

Ne de olsa daha önce çok daha kötüleriyle de uğraştım.

Tüm dikkatimi vücuduma verdim. Yoğun konsantrasyon işe yaradı ve hücrelerimin cildimin yoğun dokusunu azaltarak yayıldığını hissettim.

Tam olarak görünmez değildim, ama tam olarak da görünmüyordum.

Birinin gerçekten beni görmesi için gözlerini kısmasını gereken transparan bir haldeydim.

Bu yeterliydi, ağaçlara döndüm. Gücümü yönlendirdim ve kendimi havaya yükseltmek için kullandım.

Sonra ağaçların üzerinde gezinmeye başladım, birinden diğerine atlıyordum.

Otuz mil kadar sonra yavaşlamaya başladım. Sonra bir ağaca indim, her ihtimale karşı yapraklarını kendimi korumak için kullandım. Çünkü önümde, yaklaşık bir buçuk kilometre ötede Lumen vardı.

Kurt Şehri olarak da bilinen Lumen, dünyanın olmasa da Amerika'nın en güçlü sürülerinden biri olan Batı Yakası Sürüsü’ne ev sahipliği yapıyordu.

Son kilometrenin en zor kısım olacağını bilerek derin bir nefes aldım.

Her Sürü şehrinin etrafında güvenlik parametreleri vardı, iyi eğitimli muhafızlar nöbet tutuyordu.

Kurt adam korumalarının en tehlikeli özellikleri, burunlarının en iyi silahları olmasıydı.

İnsan formunda bile kilometrelerce öteden davetsiz bir misafirin kokusunu alabiliyorlardı. Bu da demek oluyordu ki, eğer kokumu şu ana kadar almadılarsa bile, iyi bir koku almak üzereydiler.

Ama önemli değildi.

Yapmam gereken bir iş vardı.

Bir kez daha sıçradım, başka bir ağaca indim ve sonra bir sonrakine atladım. Dallardan sallanıyordum, ağaç tepelerinden aşağı iniyordum, böylece yapraklara daha kolay uyum sağlayıp kamufle olabiliyordum.

İşte onu o zaman gördüm. Yaklaşık altmış metre uzakta.

Kurt adam muhafızı.

Ama herhangi bir kurt adam muhafızı değildi. Görüşümü odakladım ve güvenlik yeleğinin rozetini çıkarabildim, rozeti de Alfa'nın kişisel güvenlik ekibinde olduğunu gösteriyordu.

Harika.

Ama ben başka bir hamle yapamadan, muhafızın gözleri olduğum yere doğruldu.

Kesinlikle kokumu almıştı, bakışlarımı da üzerinde hissedebiliyordu. Destek çağırmasını beklemek istemedim.

İyice yutkundum ve yarı transparan vücudumun beni görmesini engelleyeceğini umarak dümdüz ilerledim. Ama zar zor görünür olmam önemli değildi, çünkü muhafız beni takip etmek için burnunu kullanabilirdi.

Ağaçların arasından geçip şehrin girişine yaklaşırken, muhafızın dönüştüğünü duydum ve başımın belada olduğunu anladım. İnsan formundayken, bir kurt adamdan kaçmak başka bir şeydi. Ama bir kurttan kaçmak?

Hareket etmeye, koşmaya devam ettim ve bir cesaret omzumun üzerinden arkama baktım.

Muhafız kurdu oradaydı. Hırlıyor, dişlerini gösteriyordu. Neredeyse nefesi ensemdeydi.

Sonraki bölüm
App Store'da 5 üzerinden 4.4 puan aldı.
82.5K Ratings
Galatea logo

Sınırsız kitap, sürükleyici deneyimler.

Galatea FacebookGalatea InstagramGalatea TikTok