Zıt Kutuplar: Carrero Etkisi - Kitap kapağı

Zıt Kutuplar: Carrero Etkisi

L.T. Marshall

İkinci Bölüm

“Emma? Bay Carrero seni görmek istiyor.” Arkamdan gelen küçük, cılız sesle irkilip elimdeki toz bezini düşürdüm. Kalbim duracak gibi oldu, gözlerim fal taşı gibi açıldı. Derin bir nefes alıp hevesle yaptığım temizlik yüzünden yüzüme yapışan saçlarımı arkaya attım.

Ne? Jake mi? O, burada mı?

Beynim bir an için olasılıkların sarsıntısıyla çalkalansa da acı gerçek göğsüme sert bir yumruk gibi inerken kalp atışlarım hızlandı.

Hayır, Giovanni Carrero, tabii ki!

Kendimi aptal gibi hissediyordum. Deli gibi atan kalbimi sakinleştirmeye çalışarak ve aşırı tepkimi belli etmemeye çalışarak zoraki bir gülümsemeyle yavaşça arkamı döndüm. Konuşan kişi resepsiyonist kızlardan biriydi ve Bay Carrero’nun kadın personelinin çoğu gibi büyük göğüslü, sarışın, minyon bir kızdı. Bay Carrero, kadın personeli konusunda mide bulandırıcı bir şekilde istikrarlı davranıyordu. Görünüşleri, karısından çok Hugh Hefner dünyasının Playboy “tavşanlarına” benzeyen kadınları buluyordu.

“Tamam, nerede?” diye sordum. Kızmama, içten içe yıkılmama rağmen sesim çok düzgün çıktı. Üstüme beklenmedik şekilde, tanıdık bir kontrol duygusu çökmüş gibiydi.

“Ofisinde. Hemen gitsen iyi olur, biraz tadı kaçık gibi.” Sesindeki tını, Büyük Carrero’dan korktuğunu ele veriyordu ama görmezden geldim. O adam beni zerre kadar korkutmuyordu. Çalışanlarına karşı tutumu en iyi zamanlarda bile sinirlerimi bozsa da Carrero ailesinin o tanıdık dik bakışlarına, kendine has kurnazlığına alışkındım. Morali bozukken ya da zor bir durumdayken ya da işler karıştığında Jake de böyle bakardı. Her nasılsa, buraya geldiğimden beri Giovanni Carrero’nun yanında yaşadığım tedirginliği yaşamadığımı fark ettim. Onunla aynı soyadını paylaşan bir adam tarafından paramparça edilen kalbim, beni herhangi bir Carrero’nun üzerimde yaratmaya çalıştığı etkilere karşı bağışık hâle getirmişti.

Jake’e dair anılarımı sertçe bir kenara itip beynim ne zaman ona odaklansa boğazımda oluşan düğümü yuttum. Şu an onu düşünemezdim.

Asla!

Bunu yaparsam onu ne kadar özlediğimi ve seviştiğimiz geceyi ne kadar sık düşündüğümü düşünecektim. Üzüntüden kendimi yiyecektim ve bunu göze alamazdım. Zihinsel olarak, eski benin izlerini daha yeni yeni görmeye başlıyordum ve onu şimdiden korkutmak, boyun eğme moduna geçirmek istemiyordum.

Resepsiyonist kızın peşinden sessizce odadan çıktıktan sonra, öyle hissetmediğim hâlde başımı dik tutup gururla, meydan okurcasına, Kral Carrero’nun ofisine giden uzun koridorda ilerledim. İşimi ne kadar kötü yaptığımı düşünürse düşünsün, bu adamın gözümü korkutmasına izin vermeyecektim.

Bay Carrero, ofisine girdiğimde gözle görülür bir şekilde huzursuzlandı. İlk kez yalnızdı ve büyük boy, cilalı ceviz masasının arkasındaki deri tahtında oturuyordu. Bronz teni, kahverengi saçları, ufak tefek bedeni, kurnaz zihnini perdeleyen koyu, sinsi bakışlarıyla kendi krallığını kurmuş, heybetli bir milyarder gibi görünüyordu. Arkasındaki cam duvardan vuran güneş ve nefes kesici New York manzarası dikkatimi bir anlığına şehre çekti.

Masasına yaklaşırken Bay Carrero her hareketimi pürdikkat izliyordu. Oturmamı istemeyeceğini bildiğim için denemedim bile.

Donuk bir sesle, “Sizi görmemi istemişsiniz?” diye söze girdim. Bakışları altında kaskatı kesilmiş gibiydim ve soğukkanlı duruşuma rağmen gerginlikten ölüyordum. Aramızda hiçbir samimiyet yoktu, ben sadece hayatındaki bir başka huzursuzluk kaynağıydım, önemsiz bir çalışanımdım.

“Evet, Bayan Anderson, sizi görmek istedim. Oğlum sizi bana asistan olarak gönderdi ancak daha fazla yardıma ihtiyacım yok. Performansınız ağzımda ekşi bir tat bıraktı ve sanırım biraz konuşmamız gerekiyor.” Bunu söylerken bana bakmaya devam etme nezaketini bile göstermiyordu. Artık onu ilgilendirmiyormuşum gibi gözlerini bilgisayara dikmiş, tıkır tıkır bir şeyler yazıyordu.

Sözünü sakınan biri değildi ve ben de hiç şaşırmamış gibi boş boş yüzüne bakıyordum. Bu anı bir süredir bekliyordum ve bu konuşmayı yapmamızın üç hafta sürmesine şaşırıyordum.

“Oğlum belli ki sende bir şeyler görmüş bu yüzden seni henüz kovmaya hazır değilim. Hatta süresiz olarak bu şirkette kalman için ısrar etti.” Beklenmedik itirafı göğsüme bıçak gibi saplandı, yüzümde şaşkın bir ifade yarattı. Bay Carrero kafasını kaldırıp ne düşündüğünü ele vermeyen, ilgisiz bakışlarını yüzümde gezdirdi.

Jake babasından beni şirkette tutmasını mı istemişti? Ne olursa olsun mu?

Beni başka yere göndermelerine rağmen mi? Ama neden?

Boğazıma nefesimi kesen dev bir yumru gibi oturan duygularımı bastırırcasına yutkundum. Jake’in nedenlerini irdelemeye henüz hazır değildim. Bu, çok zordu.

Babası Bay Carrero hiçbir şeyi hafife almazdı, her zaman açık ve net konuşurdu, boş laflarla nefes tüketmezdi. Lafı dolandırmaya çalışmadığını biliyordum. Şirketin mali kaynaklarını tükettiğimi, ihtiyaç fazlası olduğumu düşünseydi çoktan işten çıkarılmış olurdum.

Konuşmanın gidişatından emin olamayarak ruhsuz bir sesle cevap verdim: “Peki, benimle ne yapacaksınız?” Titremeye başlayan ellerimi belime koyarak duruşumu düzelttim, göğsümden çıkacak gibi atan kalbime rağmen profesyonel görünmeye çalıştım.

Şu an, kovulmayacağım anlamına geliyorsa beni Timbuktu’ya göndermesi bile sorun olmazdı.

“Yönetim Binası’na geri dönüyorsun. Kat 32, Halkla İlişkiler, etkinlik düzenleme ve benzeri işler...” deyip ilgisiz bir biçimde elini salladı. “Jacob bana planlama ve yoğun iş yükünü idare etme konusunda çok başarılı olduğunu söyledi. Umarım sonunda bunu bana kanıtlarsın.” Sert, delici bakışları soğuk bir şekilde yüzümde geziniyordu, beni ölçüp biçiyordu ama ben soğukkanlılığımı koruyordum.

O binaya geri dönme düşüncesi korkumu çılgınca ateşledi, içimde bir alev gibi dalgalandı ama kanım damarlarımda donarken, ciğerlerim küle dönerken bile Bay Carrero’nun bakışlarından etkilenmemiş görünmeye devam ettim.

“Oğlumla aranızda ne geçti bilmiyorum, Bayan Anderson, ama ağzı sıkılığınızdan memnunum, önemli bir dedikodu çıkmadı ancak şunu belirtmek isterim ki hâlâ baskı altında çalışıyorsunuz, oğlum bu konuda çok netti. Bildiğiniz gibi Jacob ile aramız biraz limoni o yüzden bu...” Elini önce bana, sonra kendisine doğru salladı. “Bu, onu mutlu etmek için verdiğim bir tavizdi. Jacob’a böyle bir söz vermemiş olsaydım sizi bir hafta içinde kovmuş olurdum.” Beni yoğun bakışlarının esaretinden kurtarıp konuşmayı sonlandırarak bilgisayarına geri döndü.

Bakışlarımı indirip istemsizce yutkundum. Utançtan yanaklarım yanıyordu, soğuk soğuk terliyordum. İçimde büzülüp ölmeye çalışan organlarıma rağmen, sanırım hâlâ bir işim olduğu için sevinmeliydim.

Bana ne olmuştu böyle?

İşim bütün dünyamdı, kendimi zorladığım ve mükemmelleştiğim tek şeydi. Hayatım, beni bulunduğum yere getiren işimle geçmişti. Ama şu an burada işsizlikten kıl payı kurtuluyordum çünkü Jake beni işsiz bırakamayacak kadar suçlu hissediyordu.

Bu düşünce içimi burktu ve Giovanni’nin oğlu ile ilgili itirafına şaşırdım. Jake ile ilişkileri her zaman o kadar resmî, mesafeli ve soğuktu ki oğlunu memnun etme isteğinin nedenini merak ettim.

Aralarındaki ilişkide Jake’in de benim de düşündüğümüzden daha fazlası olabilirdi. Belki de babası oğlunu gösterdiğinden daha çok seviyordu.

“Jake’in artık bana ihtiyacı yoktu. Söylenecek tek şey bu,” dedim, ben konuşurken bir kez daha yüzüme diktiği bakışlarından kaçarak. Bir bakıma gerçek buydu. Jake’in bana ihtiyacı yoktu. Yani, benim ona ihtiyaç duyduğum şekilde değildi bu yüzden beni daha fazla burada tutması için bir nedeni yoktu.

“Doğru.” Sesi alaycı geliyordu. Başımı kaldırıp baktığımda bir an için gözlerinde hafif bir meydan okuma ifadesi yakaladım, hatta belki de her zaman çok sert duran dudaklarında bir gevşeme. Neredeyse oğlu kadar anlaşılması zor bir adamdı. “Buraya ne getirdiysen topla, bugün oraya gidiyorsun. Wilma Munro seni bekliyor,” deyip artık çıkmamı ifade edercesine ekranına odaklandı. Emirlerini vermişti ve şimdi de huzurundan ayrılmamı bekliyordu.

“Evet, efendim.” Hafifçe başımı sallayıp daha fazla yönlendirilmeye ihtiyaç duymadan arkamı dönüp hızlı adımlarla dışarı çıkarken mutluydum. İçim çalkalanıyor olsa da adımlarım kendinden emin görünüyordu. Üstüme öyle bir ağırlık çöktü ki nefes alıp verişim zorlaştı.

Şu an, nasıl hissedeceğimi bilmiyordum.

Geri dönüyordum! Onunkinden daha aşağıda bir katta olacak olsam da Jake’in binasına geri dönüyordum. Durumu nasıl idare edeceğimi, binada nasıl gezineceğimi bilmiyordum.

Şans eseri rastlaşmalar... Toplantılarda karşılaşmalar... Bununla başa çıkabilir miydim bilmiyordum. Kalbimin bunu kaldırabileceğini sanmıyordum.

Mide bulantım acı bir şekilde geri döndü. Jake’i tekrar görme ihtimalim karşısında ellerim titredi, midem bulanmaya başladı. Bu, insanlık tarihinde verilmiş en kötü karar olmalıydı ve bir şekilde bunun benim sonum olacağını hissediyordum.

Sonraki bölüm
App Store'da 5 üzerinden 4.4 puan aldı.
82.5K Ratings
Galatea logo

Sınırsız kitap, sürükleyici deneyimler.

Galatea FacebookGalatea InstagramGalatea TikTok