Vivienne Wren
AVA
Koltuğumda huzursuz bir şekilde kıpırdandım. Soğuk, ıslak giysilerim vücuduma yapışıyordu ve artık ayaklarımı hissetmiyordum.
Hafifçe öne eğilip arkamdaki deri koltuğa baktım. Sırtımı yasladığım yer biraz ıslanmıştı.
"Koltuğunuzu mahvettim!"
Yanımdaki adam başını bile kaldırmadan, "Sorun değil," dedi.
Arkama yaslanırken hâlâ rahat değildim. Pencereden dışarı bakarken Miles'ın elinde son süslerle arabaya yürüdüğünü gördüm.
Bagajı kapattıktan birkaç dakika sonra sürücü koltuğuna geçip kontağı çevirip arabayı yavaşça çalıştırdı.
Hâlâ yüzüme bakmayan adam, "Nereye gidiyordunuz?" diye sordu.
Islak saçlarımın birkaç telini kulağımın arkasına iliştirip, "Porthouse Yayıncılık," dedim. "Şeyde…"
Adam, "Yerini biliyoruz. Porthouse'a, Miles," deyip sonunda yüzüme baktı. "Orada mı çalışıyorsunuz?"
"Özür dilerim ama adımı söylediğimde kendinizi tanıttığınızı sanmıyorum."
"Cyrus. Porthouse'da ne yapıyorsunuz?"
"Grafik tasarımcı olarak çalışıyorum."
Hissetmeye başladığım için artık acımaya başlayan ayaklarıma baktım. Ayak parmaklarım zonkluyordu ve ayakkabılarım birdenbire, saçma bir şekilde dar gelmeye başlamıştı.
"İşinizde iyi misinizdir?"
Tek kaşımı kaldırdım. "İyiyim herhâlde?" Bu, ne saçma bir soruydu böyle. "Peki, siz ne iş yapıyorsunuz?"
"İş," deyip tekrar cama döndü.
"Tasarım yerine illüstrasyon yapmaya çalışıyorum," derken bu bilgiyi neden bir yabancıyla paylaştığımı düşündüm.
Yine de dikkatini çekmiş olmalı ki dönüp yüzüme baktı. "Tecrübeniz var mı?"
"Sadece bir proje yaptım ama aslında oldukça büyük bir projeydi."
"Görmüş olabileceğim bir şey mi?"
Yanaklarımın kızardığını hissettim. "Çocuğunuz varsa belki. Meşhur bir çocuk kitabı içindi. Yayın şirketim bir illüstratör bulmak için bir yarışma düzenledi ve görevi ben kaptım."
"Jesse Harrison'ın kitabı mı?"
Başımı salladım.
"Tanıdık geldi. İyi iş çıkarmışsınız."
Bu yorumu beni biraz şaşırttı çünkü şimdiye kadar tek bir nazik söz söylememişti. Hatta neredeyse hiç konuşmamıştı.
Biraz abartılı bir coşkuyla, "Teşekkürler," dedikten sonra utanıp koltuğa gömüldüm.
"Brentstone and Sons'a (Brentstone ve Oğulları) başvurdunuz mu hiç?"
"Başvurdum ama ne yazık ki daha uygun birini buldular."
"Belki de tekrar denemelisiniz."
Hırkamın düğmeleriyle oynamaya başladım. "Hayır, sanmıyorum. İki kez reddedilmeye pek hevesli değilim. Kaybettiğimi kabullenip yoluma devam edeceğim."
Araba Porthouse otoparkına girdi. Yolculuğa başladığımızdan beri kar daha da şiddetlenip şehri kalın beyaz bir tabaka gibi kaplamıştı.
Her yer çok huzurlu görünüyordu, özellikle de yoğun bulutların arasından süzülen ay ışığının karla kaplı yerleri daha da parlak gösterdiği şu anda.
Kapıyı açıp arabadan inerken, "Süsler için bir kutu daha alacağım. Hemen dönerim!" dedim.
Karla kaplı kaldırımda kaymadan içeri girmeye çalıştım. Depoda bulduğum büyük bir kutuyla dışarı çıktım.
Arabaya döndüğümde bagajı açmış beni bekleyen Miles, süsleri kutuya yerleştirmeme yardım etti. Islak paltomu omzuma atıp kutuyu aldıktan sonra ona döndüm.
"Çok teşekkür ederim. Gerçekten zahmet oldu. Size borcumu nasıl ödeyebilirim bilmiyorum."
Miles takdirimi elinin tersiyle iterek gülümsedi. "Bizim için zevkti."
Cyrus'ın oturduğu tarafa baktım. Onun da aynı şeyi söyleyeceğinden şüpheliydim.
Yanına gidip camı indirmesini bekledim. İndirmedi. Ona teşekkür etmeden çekip gitmeyi düşündüm ama ayıp olurdu.
Göz devirip camına vurdum. Sonunda yarıya kadar indirip tek kaşını kaldırarak bana baktı.
Zor da olsa, "Beni bıraktığınız için teşekkür ederim," dedim.
Başını salladı.
Bir an durup bekledikten sonra cevap alamayacağımı anlayıp gitmek için hamle yaptım. Daha iki adım atmıştım ki kısık sesi tekrar duyuldu.
"Brentstone'u bir daha deneyin."
Arkamı döndüm. "Dediğim gibi…"
"Teklif ay sonuna kadar geçerli."
"Ne teklifi?" Bu belirsiz konuşmalardan biraz rahatsız olmaya başlamıştım.
"Brentstone'a tekrar başvurup öğrenin."
Camı tekrar kaldırdı. Bir süre şaşkın şaşkın etrafıma baktıktan sonra arkamı dönüp ofise yöneldiğimde Miles'ı benim için kapıyı tutarken buldum.
"Tekrar teşekkür ederim. Hayatımı kurtardınız," deyip kapıdan geçerek sıcak ofise adım attım.
***
Cyrus ve Miles ile karşılaşmamı takip eden günlerde, Cyrus'ın söylediklerini düşünmeden edemedim. Brentstone and Sons'da ne iş yaptığını merak ediyordum çünkü belli ki iş teklifi yapma yetkisi vardı.
O gün olanları unutmaya çalışmak her geçen gün daha da zor oluyordu.
Porthouse'da devam etmeye karar verdim. O öğleden sonrası için Bay Porthouse'dan bizzat bir randevu almayı başardım.
Her zamanki botlarım yerine topuklu ayakkabı tercih ettim. Pozisyona uygun görünmeme yardımcı olacak şekilde profesyonelce giyindim.
Hatta daha sanatçı ruhlu görünmek adına kulağımın arkasına bir kalem koymayı bile düşünsem de sonra saçma bulup vazgeçtim.
Tam kapıyı çalmak için elimi kaldırmıştım ki Bay Porthouse bana seslendi:
"Bayan Mayweather, size nasıl yardımcı olabilirim?"
Yüzümde zoraki bir gülümsemeyle, kendimden emin görünmeye çalışarak gergin bir biçimde içeri girdim. "Birkaç şey konuşmak için bir dakikanız var mı acaba?"
Bay Porthouse beni baştan aşağı süzdü. "Evet, bu randevuyu ayarladığınızdan beri en az yirmi dakikam var." Sesinde alttan alta bir bezginlik vardı. İlgisini şimdiden kaybediyordum.
"Tamam." Portföyümü masasının üstüne koydum. "İllüstrasyon bölümüne dâhilî transfer konusunu tekrar görüşebilir miyiz diye merak ediyordum."
Ellerini başının arkasında birleştirip sandalyesinde geriye yaslanmış duran Bay Porthouse, tekrar doğrulup duruşunu dikleştirerek bilgisayarında bir şeyler yazmaya başladı.
"Bunu zaten konuştuğumuzu sanıyordum."
"Ben düşündüm ki…"
"Ne düşündüğünüzü biliyorum. Ancak küçük bir yarışmayı kazanmış olmanız sizi illüstratör olarak işe alacağımız anlamına gelmiyor. Ayrıca, tüm pozisyonlar zaten dolu. Benden ne yapmamı beklediğinizi anlamıyorum."
Portföyüme baktım. "Ama ben oldukça esnek çalışıyorum. Hatta kalıcı bir pozisyon açılana kadar ara sıra proje yapsam da olur."
Bay Porthouse yazmayı bırakıp bana baktı. "Öyle mi?"
Umutlarım giderek sönüyordu.
Tekrar yazı yazmaya başladı. "Bunu aklımda tutarım. Sizin için yapabileceğim başka bir şey var mı, Bayan Mayweather?"
"Hepsi bu kadardı," deyip portföyümü alıp ayağa kalktım.
"Ah, geriye on sekiz dakika kalıyor ki bu süreyi sahiden ~önemli şeyler için kullanabilirim. Ne kadar güzel!"
Kendimce sert bir cevap vermemek için dudağımı ısırırken kafamın içinde hırıltılı bir ses yankılandı: "Teklif ay sonuna kadar geçerli..."