
Karanlık revirin bir köşesinde kollarımı kavuşturmuş bekliyordum. Eşime bağlı makinelerden sürekli çıkan bip sesi sinirlerimi hepten geriyordu.
Her nefes alışında göğsünün inip kalkmasını izliyordum. Henüz bilinci yerine gelmemiş olduğu gerçeği beni yiyip bitiriyordu. Kusursuz fildişi teni, başının etrafına yayılan ateş kırmızısı bukleleriyle bir meleğe benziyordu.
Vücudu ince ve kıvrımlıydı. Ellerimi üzerinde gezdirmek için can atıyordum. Ne yazık ki, uyurken onun en çarpıcı özelliğini göremiyordum.
Gözleri, içinde altın benekler olan muhteşem bir menekşe rengiydi. Hiç böyle gözleri olan birine rastlamamıştım. Gözlerine bir kez daha bakabilmeyi arzuluyordum.
Göz göze geldiğimiz birkaç saniyeyi zihnimde durmadan evirip çeviriyordum, bu kadarı benim için yeterli değildi, tekrar gözlerine bakmak istiyordum. Öte yandan, akşam olanlarla bir ilgisinin olabileceği ihtimali de aklımdan çıkmıyordu.
Yarım düzine adamım yerel barlardan birinde soğukkanlılıkla öldürülmüştü. Kokuyu Bela'ya kadar takip etmiştik. Aynı koku eşimin de üzerindeydi. Olay esnasında orada olmalıydı. Belki de sorumluların kimler olduklarını biliyordu.
Onunla fazla yakınlaşmadan önce bu suçla tam olarak nasıl bir bağlantısı olduğunu öğrenmeye kararlıydım. Eş bağımızın sürüm için adaleti sağlama görevimin önüne geçmesine izin veremezdim. Teğmenlerimizden biri de dahil olmak üzere çok sayıda iyi adamımızı kaybetmiştik. İçlerinden bazıları geride acılı eşlerini, ailelerini bıraktı.
İntikam peşindeydim. Onunla konuşup aradığım cevapları bir şekilde bulabilmeyi umuyordum. Masum olması için dua ediyordum. Bunca zamandır eşimi beklerken bulur bulmaz onu öldürmek zorunda kalmaktan ölesiye korkuyordum.
Kapı hafifçe vurulduğunda kim olduğunu görmek üzere döndüm. Önde hemşire, arkasında kardeşlerim Alex ile Xander içeri girdiler. Alex açık sarı saçları, beyaz teni ve mavi gözleriyle annemize benziyordu.
Xander ile ben, sert yüz hatlarımız, koyu renk saçlarımızla daha ziyade babamıza benziyorduk. Annemden aldığım tek özelliğim safir rengi gözlerimdi. Xander'ın gözleri de babamızın gözleri gibi çikolata rengiydi.
Bakışlarımı çevirdiğimde hemşirenin belli belirsiz bir sırıtma ifadesiyle beni süzmekte olduğunu gördüm. Ardından eşime bağlı monitörleri kontrol etmek üzere eğildi.
Görmezden gelip yanıma gelen Alex ile Xander'a döndüm. Alex usulca, “O nasıl? Bir değişiklik var mı?” diye sordu.
Bakışlarım tekrar uyumakta olan eşime kaydı. “Hayır, değişiklik yok,“ diye cevap verdim.
Alex ona bakıp, “Gerçekten çok güzel,” diye mırıldandı.
“Evet.”
Xander bana dönüp, “Peki, uyandığında onu sürüyle tanıştırmayı düşünüyor musun?” diye sordu.
Kaşlarımı çattım. “Tabii ki hayır. Onu kabul edip etmeyeceğimi bile henüz bilmiyorum.”
“Ciddi misin? Ama o senin kaderindeki eşin. Ay Tanrıçası tarafından senin için özel olarak seçildi. Bunu görmezden gelemezsin.” Alex uyuyan güzeli rahatsız etmemeye çalışırken fısıldasa da hiddetlendiğini görebiliyordum.
Xander Alex'in yorumuyla alay edecek oldu ama sonra vazgeçip bir şey söylemedi. İkimiz de onun eş konusu açıldığında nasıl ateşli konuşmalar yapabildiğini biliyorduk. Sinirli bir yüz ifadesiyle Alex'e döndüm. “Ama ona güvenemem. Adamlarımı öldürmüş olabilir. Nedenini öğrenmem gerek.”
“Masum da olabilir. Ona bir baksana! Soğukkanlı bir katile benziyor mu?”
“Yine de bir şeyler biliyor olmalı. Elinde kanlı bir bıçakla üzerime atlamaya hazırdı. Sanırım hayatta kalmamın tek nedeni kokumu almış olması.”
Xander kaşlarını kaldırıp, “Peki sen onun kokusunu almadın mı?” diye sordu.
“Aldım ama izini sürdüğümüz kokuyla karışmıştı. Onun eşim olduğunu anladığımda hançeri çoktan karnına saplamıştım.”
Kendi eşi tarafından bıçakladığını fark ettiğinde bana attığı o mahzun bakışı hatırladıkça midemdeki safra boğazıma yükseliyordu. Tıpkı daha önce olduğu gibi, pişmanlık, kafa karışıklığı tüm düşüncelerimi ele geçiriyordu.
Eş bağı çok güçlüydü. Anında onu işaretleyip, benim olmasını sağlamak istedim. Ama sonra işler karıştı.
Sürüme herhangi bir düşmanlık ettiyse onu lunam olarak kabul etmemin imkânı yoktu.
Alex, “Kabul etmeye hazır değilsen, onunla ne yapacaksın?” diye sordu.
Ona bakarken yumruklarımı sıktım. Sanki aklımla kalbim savaş hâlindeydi. Bildiğim tek bir gerçek vardı: Eşim olmasaydı çoktan ölmüş olurdu.
Ben öldürmek konusunda fazla şüpheye düşen bir adam değildim. Gerekli soruları öldürdükten sonra sormayı daima tercih ederdim. Kan kaybından ölmeden onu kurtarmak üzere revire koşmamın tek nedeni karşı koyulmaz eş bağıydı.
Sonunda aklım galip gelmişti. Şu anda sürümün menfaatlerini ilk sıraya koymalıydım.
“Kendine gelir gelmez sorgulanmak üzere zindana götürülecek,” dedim.
Alex, “Bundan emin misin?” diye sordu.
Kurdum homurdanıyordu. “Alfanı sorgulamaya cüret mi ediyorsun?”
Alex ellerini teslimiyet göstergesi olarak havaya kaldırdı. “Sadece bunu iyice düşündüğünden emin olmanı istiyorum. Onun hissettiklerini sen de hissedeceksin. Eş bağının böyle çılgın bir tarafı vardır.”
Çenemi kararlılıkla sıkıp başımı salladım. “Eminim. Ne yaptığımı biliyorum.”
Alex konuşmak ister gibi ağzını açmıştı ki sonra vazgeçti. Düşünüp doğru olanı yapmıştı. İç geçirmekle yetinip başını salladı. Söylediklerime güveniyordu.
İkisi arasında kararlarıma en çok karşı çıkan Alex olurdu. O Xander’ın büyüğüydü. Çoğu zaman beni sorgulamasına ihtiyacım vardı. Bazen bu özelliğini takdir etsem de şu anda olduğu gibi canımı sıktığı da oluyordu.
Güzel eşime bir kez daha baktıktan sonra Alex'e döndüm.
“Kapısının önüne ve revirin her iki girişine, çiftleşmiş muhafızların yerleştirilmesini istiyorum. Uyandığında bana haber verin. Buraya onaylı tıbbi personelle bizim dışımızda kimse girmemeli.”
Alex ile Xander anlaşmış gibi birden duruşlarını dikleştirip başlarını salladılar. Ben odadan ayrılırken gerekli emirleri vermek üzere zihin bağlama yeteneklerini kullanmaya başladıklarını hissettim. Orada biraz daha kalsaydım tüm kararlılığımı kaybedeceğimi biliyordum. Sorgulama bitene kadar ondan uzak durmam en iyisiydi.
Koridorda hızlı adımlarla asansöre ilerleyip aşağı yön düğmesine bastım. Ana kata ulaştığımda, yerlerini almak üzere hazırlanan muhafız grubuna rastladım.
Asansöre yaklaşan iki adam, “Alfa,” deyip başlarını eğdiler.
Asansöre bindiklerinde kapılar kapanana dek onlara sert bir ifadeyle baktım. Ardından başımı sallayıp uzaklaşırken kader arkadaşımın sürüm için bir tehdit olup olmadığı düşüncesi tüm ağırlığıyla bir kez daha üzerime çöktü.