Lion’ların mesken tuttuğu restoranda kendine bir iş bulan Mave'in hayatı dramatik bir hâl alır. Mave yeni hayatına yön vermeye çalışırken Lion çetesinde güçlü ve gizemli bir kişilik olan Jason ile karşılaşır. Gittikçe çetenin karanlık dünyasına çekilen ve etrafı tehlikeyle çevrilen Mave, Jason'a olan ilgisini kontrol altına almak zorundadır. Mave her şeyi değiştirebilecek sırları ortaya çıkarırken cesaretini ve dayanıklılığını sınayan bir dizi zorlukla karşı karşıya kalır.
MAVE
Alice, “Mave, hadi ama! Senin yüzünden ikimiz de geç kalacağız!” diye seslenirken odama daldı. Bu sırada ben de saçımı düzeltiyordum.
Kapatıcıyla gözlerimin altını kapatırken yatağıma oturup makyaj yapmamı izlemeye başladı.
“İyi misin?” diye sordu.
Aynadan ona bakıp gülümseyerek, “Evet, iyiyim,” dedim. “Sadece ilk günüm için heyecanlıyım, bilirsin?” Aslında heyecandan daha fazlası vardı. Bütün gece gözüme uyku girmemişti.
Başını sallarken pek ikna olmuşa benzemiyordu. “Senden para istemediğimi biliyorsun, değil mi? Bana olan borcunu ödeyeceksin diye öylesine bir işi kabul etmek zorunda değilsin.”
“Biliyorum,” dedim biraz küskün bir ifadeyle. “Mesele sadece sana kira ödemek değil. Artık kendi ayaklarımın üzerinde de durmak istiyorum.”
“Anlıyorum. Sadece emin olmak istedim. O lokantanın ne tür müşterileri olduğunu biliyorsun.”
Yutkunarak ellerime baktım. “Evet, biliyorum. Merak etme Ali. Ben hallederim.”
“Halledeceğini biliyorum ama en yakın arkadaşım için endişelenmem normal değil mi?” derken gülümsedi. “Her şey harika olacak Mave. Sen yaparsın.”
“Sağ ol Ali.”
“Hadi artık, gitme vakti!” derken saatini göstererek odadan çıktı.
Gülerek çantamı aldım ve son kez aynaya baktıktan sonra Alice’i arabaya kadar takip ettim.
Açıkçası Alice endişelenmekte haklıydı. Kasabamız Lion’lar tarafından yönetiliyordu. Lion’lar ünlü bir uyuşturucu çetesiydi.
Burada herkes işlerin nasıl yürüdüğünü bilirdi. Lion’lardan biri senden bir şey isterse… Ona istediğini vermekten başka seçeneğin yoktu.
Alice maalesef okuldan beri Lion’ların gözüne kestirdiği biriydi. Ailesi zengindi, genellikle pahalı mücevherler takardı. Bu da onu hırsızlık yapmak isteyenler için çekici bir hedef hâline getiriyordu. Birçok kez soyulmuştu.
Sanırım ben şanslıydım.
Pahalı mücevherler takmıyordum. Ama Alice hâlâ inatla pahalı mücevherlerinden vazgeçmiyordu. Vazgeçerse düşmanlarının kazandıklarını düşüneceklerini söylüyordu. Bunu anlamıyordum ama Alice böyleydi işte.
Alice lokantanın önünde durdu ve ben arabadan inmeden önce lafa girdi.
“Bu arada, bu gece geçe kalacağım. Bir sunumum var. Mümkünse beni içeride bekle, tamam mı?”
“Tamam. Bıraktığın için teşekkür ederim,” derken arabadan inip ona el salladım. Ben lokantanın kapısına varıncaya kadar bekledikten sonra da uzaklaştı.
“Sen Mave olmalısın?” İçeriye girdiğimde tezgâhın arkasında neşeli gotik bir kız vardı. Gülümseyerek beni işaret etti.
Siyah ruj sürmüştü, yanaklarında, burnunda ve kaşında piercingleri vardı. Sanırım gözlerinde lens vardı çünkü mavi gözlerinin rengi oldukça açıktı. Kat kat rimel sürdüğü kirpikleri gözlerini öne çıkarıyordu.
Ama gülümsemesi içten ve sıcaktı. “Ben Trixi. Sonunda i var,” dedi. “Sana buradaki işleri ben öğreteceğim.”
“Harika! Tanıştığıma memnun oldum!”
“Ben de memnun oldum bebeğim! Önlükler arkada. Jack’in ofisinde eşyalarını koyabileceğin bir dolap var.”
Trixi bir müşteriyle ilgilenirken başımı sallayarak arkaya gittim. Jack’in ofis kapısı açıktı ama içeride kimse yoktu, bu yüzden çantamı boş bir dolaba koydum ve kaybolmasın diye anahtarı sütyenime sakladım.
Jack’in ofisinin olduğu koridorda kısa önlükler asılıydı. Önlüklerden birini alıp üstüme geçirdim. Hemen yandaki küçük sehpanın üzerinde birkaç kalemle sipariş defteri vardı. Kendime birer tane kalem defter alıp cebime attım ve ardından tezgâhın olduğu alana geri döndüm.
Sonraki birkaç saat boyunca Trixi bana, farklı türlerdeki kahveleri ve kahvelerin üzerindeki süslemeleri yapmak için kahve makinesini nasıl kullanacağım da dâhil olmak üzere tezgâh arkasında bilmem gereken her şeyi göstermişti.
Çabuk öğreniyordum, kısa sürede iyi bir ekip olmuştuk. Birimiz siparişleri alıyor, diğeri servis yapıyordu.
Zamanın nasıl geçtiğini anlamıyordum. Mekânın sahibi Jack yüzünde kocaman bir gülümsemeyle içeriye girdiğinde vardiyamın yarısı bitmişti bile. Jack uzun boylu, zayıf bir adamdı. Koyu kahverengi dalgalı saçlarını kocaman bir topuz yapmıştı. Bana hızlıca merhaba deyip ofisine doğru ilerledi.
Kapısı kapanır kapanmaz ön kapı açıldı. Kasadan başımı kaldırdığımda dört tane iri yarı adamın içeriye girdiğini gördüm.
Mekândaki herkes sessizce önlerindeki masalara bakıyordu.
“Saygılı ol. Göz teması kurma,” diye fısıldadı Trixi. Pürdikkat bir şekilde yanımda kahve yapmaya devam ediyordu.
Gergin bir şekilde elimdeki sipariş defterimle oynarken bana bir şey dememeleri için dua ediyordum ama o kadar şanslı değildim.
Adamlardan biri tam karşımda durdu ve tok bir sesle, “Jack burada mı?” diye sordu.
Güçlükle yutkunurken, “O-ofisinde,” diye kekeledim. Gözlerim yerdeydi, hiçbiriyle göz teması kurmuyordum. Hepsi ağır adımlarla Jack’in ofisine doğru ilerledikten sonra kapı arkalarından kapandı.
Trixi kahve yapmaya devam ederken rahat bir nefes almıştı ama hiçbir şey söylemiyordu.
“Bunları götür,” derken kahveleri koyduğu tepsiyi elime tutuşturdu. “Dört numaralı masa.”
Sessizce başımı sallarken tepsiyi aldım ama ellerim titriyordu. Kahveleri dört numaralı masaya götürüp müşterilerin önüne koyarken lokanta o kadar sessizdi ki çıt çıksa duyulacaktı.
Müşterilere nazikçe, “Başka bir şey ister misiniz?” diye sorduğumda başlarını salladılar. Ben daha tezgâhın arkasındaki güvenli yerime geri dönemeden Jack’in ofis kapısı tekrar açılmış, kapı sesi âdeta ölüm sessizliğine bürünen mekânda yankılanmıştı.
Yüksek sesli ağır adımların sesiyle tüm lokanta nefesini tutmuştu. Sanki her şey o anda donmuştu. Ben de başımı yere eğerek olduğum yerde kaldım ve elimdeki tepsiyi indirip bacaklarıma bastırdım.
Ayak sesleri kesilirken görebildiğim tek şey yanlarında metal çiviler olan büyük deri botlardı. Nefesimi tutup bekledim.
“Hmm... Güzel birini getirmişler. Teşekkürler, tatlım.”
Kocaman, nasırlı bir el popo şaplak atıp baldırımı sıktığında şoke içinde ciyakladım. Yapabileceğim başka hiçbir şey yoktu. Tepki vermeye cesaret edemiyordum. Adam boğazdan gelen hırıltılı bir kahkaha atarken botları görüş alanımdan çıkarak benden uzaklaştı.
Ön kapının kapandığını duyduğumda titremeye başladım. Elimdeki tepsi sallanıyordu. Ben suratım asık bir şekilde tezgâha geri dönerken lokantadaki insanlar normal konuşmalarına kaldığı yerden devam etmeye başlamıştı bile.
Jack’in tezgâhın oradan endişeyle bana baktığını gördüm. Ona cılız bir şekilde gülümserken Jack’in gözleri kapanan kapıya kaydı. Ardından beni dirseğimden tutarak kenara çekti.
Sessizce, “İyi misin?” diye sorarken beni ofisine yönlendirmişti.
“İyiyim,” dedim ben de sessizce.
Dudağını ısırıyordu. “Buz ister misin?” diye sorarken küçük bir buzdolabından buz torbası çıkardı.
“Hazırlıklı görünüyorsun,” derken kıkırdadım ve bacağımı sandalyenin üzerine kaldırıp Jack’in verdiği soğuk buz torbasını ağrıyan baldırıma bastırdım. Jack bana usulca gülümsedi.
“Buna şaşırırsın,” derken düşüncelere dalmıştı. “Bay King’le konuşacağım. Personelime böyle dokunmaları kabul edilemez. Bay King bu durumdan hoşnut olmayacaktır.”
Gözlerim genişlerken hızla bileğini tuttum. “Hayır! Lütfen, yapma! Gerçekten sorun değil... Tekrar buraya gelip bana sataşmalarını istemiyorum.”
Elime bakarken diğer elini elimin üzerine koydu ve elimi nazikçe okşarken iç geçirdi. “Tamam. Ama başka bir şey olursa doğruca ona gideceğim.”
“Pekâlâ. Teşekkür ederim. Bu seferlik sadece olanları unutmak istiyorum. Anlayışın için teşekkürler. Şunu geri vereyim,” derken buzu ona uzattım ve bacağımı sandalyeden indirip duruşumu dikleştirdim.
“Gerçekten iyi olduğuna emin misin?”
“Elbette. Gidip Trixi’ye yardım etmem gerek. Tekrar teşekkürler Jack,” derken kocaman gülümsemeye çalıştım ve arkamı dönüp kapıya yöneldim.
***
Vardiyamın geri kalanı hızlı geçmişti. Gece sonunda mekânı kapattıktan sonra Jack’le Trixi’ye veda ettim. Alice dışarıda beni bekliyordu.
Arabanın kapısını açar açmaz Alice baldırımdaki morluğu görmüştü. “Aman Tanrım! Orana ne oldu öyle?”
Koltuğa otururken iç çekerek, “Lion’lar,” dedim.
Arabayı eve sürerken o da iç çekerek başını iki yana salladı.
Lokantadan birkaç dükkan ötede Lion’ların işlettiği bir bar vardı. Arabayla yolda ilerlerken bara baktım. Lion’ların işlerini oradan yürüttükleri söyleniyordu. Barın önünde sıralanmış motosikletler beni oldum olası tedirgin ederdi.
Tam kırmızı ışıkta durduğumuz sırada alçak sesli bir gürültüyle araba titredi.
İti an çomağı hazırla.
Alice, “Lanet olsun,” diye fısıldarken koltuğunda daha dik oturup direksiyonu sıkıca kavramıştı.
Gürleyen motosikletler bize doğru gelirken ben de koltuğumda dikleşip gözlerimi kucağımdaki parmaklarıma diktim.
Tedirgin bir şekilde sağa sola bakınırken bacaklarım titriyordu. Bir an önce yeşil ışığın yanması için dua ediyordum. Gerçi Lion’lar peşimize düşmek istese hiçbir şey onlara engel olamazdı.
Motosikletler vızır vızır etrafımızda hareket ederken istemeden öndeki motosiklete baktım. Benzin deposundaki kırmızı nişan dürbününden, bunun Jason’ın motoru olduğunu anında anlamıştım.
Jason King, Lion’ların lideri Luke King’in oğluydu. Aynı okulda okumuştuk. Gerçi Jason’ın okumak gibi bir niyeti yoktu. Sürekli okuldan kaçardı. Onu sadece o hafta için kendine kız seçmeye geldiğinde görürdünüz.
Onu bakarken sertçe yutkundum. Onu görmeyeli uzun zaman olmuştu. Nasıl hâlâ bu kadar çekici olabiliyordu?
Her ne kadar itiraf etmek istemesem de son derece seksiydi… Tehlikeli ama aynı zamanda karşı konulamaz türden bir cazibesi vardı.
Kazası belasız Lion’ları atlattıktan sonra Alice rahatlayarak derin bir nefes verdik. Lion’lar her zamanki gibi kırmızı ışığı umursamamıştı.
Işık yeşile dönerken Alice ortamdaki sessizliği bozdu. “Bu işe devam etme konusunda gerçekten emin misin Mave?”
“Evet! Gerçekten, o kadar kötü değil. Bugünün istisna olduğundan eminim.”
Bundan emin olmayarak başını sallasa da üstelemedi.
Evet, yediğim şaplak beni şoke etmişti ama dürüst olalım, bu eli kolu oynak bir erkekle ilk kez karşılaşmam değildi. Bununla başa çıkabilirdim. Başa çıkacaktım.
Lokantadan ve Lion’ların barından uzaklaşırken birden bugün yaşananlar kafama dank etti. Ağlayacakmışım gibi hissediyordum.
Bir yanım neden ağlamak istediğimi anlamıyordu ama diğer küçük, gizli bir yanım tam olarak bunun nedenini anlıyordu.
Kendimi boğazımdaki yumruyu yutmaya zorladım. Geçmişte yaşanan olaylar yüzünden daha fazla ağlamak istemiyordum.
İç çekerek önüme baktım ve bunun sadece bir kerelik bir şey olduğuna kendimi inandırdım. İhtiyacım olan tek şey büyük bir kadeh şarap ve uzun bir köpük banyosuydu, sonra iyi olacaktım.
Sonuçta çok daha kötüsü de olabilirdi.