Aşk Skandalı - Kitap kapağı

Aşk Skandalı

T. Stanlight

Köşeye Sıkışmış

TAYLOR

Ofisimi dağıtmak kafamı boşaltmama yardımcı oldu. Everly çıkarken, patlamaya hazır bir bomba gibiydim.

Kapıyı kapattım ve masamdaki, raflardaki her şeyi etrafa savurmaya devam ettim, sinirden duvarda bir çatlak bile açmışım.

Bir saattir bu haldeydim ve karşılaşmamızı aklımdan çıkaramıyordum.

Devralma süreci ve karşılaştığım tüm zorluklarla uğraşmak yetmiyormuş gibi bir de bu vardı ilgilenmem gereken.

Sanki Everly'nin ortağımla evlenerek hayatımın yeniden bir parçası olmasıyla başa çıkmaya çalışmam az bir işmiş gibi.

Bir de üzerinden onca zaman geçmesine rağmen Dante Luciano’nun gölgesinden kurtulamamış olmam kolay bir mevzuymuş gibi başıma bir de bu çıkmıştı.

Dante babamın eski iş ortağıydı ve onu gördüğüme hiç sevinmemiştim.

Buraya gelerek beni şaşırtmıştı ve her zaman yaptığı o konuşmaya başlamadan önce hiç zaman kaybetmedi: benden talep ettiği o "küçük" istek.

Onu ancak belli bir süre daha oyalayabilirim. Benden istediği şeyi ona vermem imkansızdı.

Eğer onun isteğine boyun eğersem, bu benim için bir son olurdu.

Kalbime, ona "evet" demeyi düşünmeyi bile yasakladım. Ama Luciano ailesi ikna konusunda ün yapmış bir aileydi.

Tüm bunlar yetmezmiş gibi, bir de şu gazeteciyle uğraşmak zorundaydım.

Kate Dawson.

Sürekli karşıma çıkıp duran baş belası.

Sırlarla dolu bir hayatım vardı.

Kendi inşa ettiğim bir mayın tarlasında yaşıyordum ve etrafımdakilerin de mayınlara basmadan hayatlarına devam etmeye çalışmalarını izliyordum.

Elimden geldiğince onları korumaya çalışıyor, olamıyorsam da hayatımdan çıkarıyordum.

Kate Dawson tehlikeli sularda yüzüyordu ve cezasını kesme zamanım gelmek üzereydi.

Teslim mi olmalıyım ya da devam mı etmeliyim?

Ben, onu Dante ile olan konuşmamı gözetlerken gördü, bilmesi gerekenden çok daha fazla şey biliyor olması muhtemeldi.

"İşte oldu!" dedim kendi kendime, duvarda yarattığım çatlağın önüne bir saksı yerleştirerek.

Her şey yolundaydı. Ve yakında kendimi daha iyi hissedecektim.

Dawson'ın ne bildiğini öğrenecektim.

O zaman ne yapmam gerektiğini bileceğim.

KATE

"Kimse var mı? Ne oluyor? Beni burada tutamazsınız! Hey!" diye bağırdım.

Arabanın arkası loştu; içerideki tek aydınlık, kabini sürücü koltuğundan ayıran bölmeden sızan ışıktı.

Şoför ya beni duymuyor ya da duymamazlıktan geliyordu.

Muhtemelen ikincisiydi.

Acımasız, güçlü ve ketum bir milyarder seni köşeye sıkıştırdığında ve arabasından inemeyeceğini söylediğinde, ne yapabilirsin ki?

Üzerimde sadece 100 dolar vardı. İstesem bile, kendimi kurtarmak için yeterli olmayacaktı.

Bütün pencereler filmle kaplıydı, kapılar kilitliydi.

Kimse bana yardım edemez ve ben de dışarı çıkamazdım.

Bir süre sonra kaçınılmaz o şey olmaya başladı.

Kaslarım kaskatı kesildi.

Nefes alamıyordum.

Buradan çıkmam lazım. Açıklığa çıkmam lazım.

Kapı koluna tüm gücümle saldırdım ama kapı hala kilitliydi.

Nefes al.

Panik yapma.

Paniklemen bir işe yaramaz.

Kaçırılmış olmak tamamen normal bir şe...

Ben içeride debelenirken yan kapı açıldı ve Taylor Price içeri girdi. Kalp krizi geçiriyorum sandım.

"Kapıyı aç, buradan çıkmam lazım."

"Bunu yapamam. En azından şimdilik."

"Beni kaçırıyor musun? Ben sadece - Sorun çıkarmaya çalışmıyorum ama ben nefes alamıyorum,” derken nefes nefese kaldım.

Mavi gözleri loş ışıkta parladı, soğuk bir gecenin ortasında avını takip eden bir kurt gibiydi.

"İyi misin?" diye sordu, halime şaşırmıştı.

Görüşüm bulanıklaşmaya başladı ve bir an için panik atağımın bilincimi kaybetmeme neden olup olamayacağını merak ettim.

Beni kendime getiren Price'dı. Güçlü eliyle kolumu kavramıştı.

"Bir şeyin yok. Anksiyete krizi geçiriyorsun ama geçmeye başladı bile, değil mi?" diye sordu. Bakışları bana sabitlenmiş, gözlerini benden ayırmıyordu.

Varlığında sakinleştirici bir hal vardı. Gerginliğim yavaş yavaş azaldı ve tekrar nefes almaya başladım.

Kolumu tutmaya devam etti. Tehdit etmektense telkin eder gibiydi.

Bakışları sakindi, ama ifadesinde panik atak deneyimi olduğunu ve birini nasıl sakinleştireceğini bildiğini söyleyen bir nezaket vardı.

Tabii ki bu durumda olmamım suçlusu oydu, korumasına beni kaçırmasını emretmişti.

Ama yine de bana yardım ettiği için ona istemsiz bir minnet duydum.

"Teşekkür ederim. Şimdi daha iyiyim."

Kolumu yavaşça çektim, artık onun yardımına ihtiyacım yoktu... Ama çeker çekmez tenimde bıraktığı sıcaklığı özlediğimi fark ettim.

"Arabadan inmek istiyorum."

"Ben de gitmeni istiyorum ama henüz buna izin veremem. Şu an değil."

Yardım etme nezaketinde bulunmuş olsa da yine de güçlü bir kararlılıkla bana neden burada olduğumu nazik ama acı bir keskinlikle hatırlattı:

Resmen onun tutsağıydım.

TAYLOR

Evet, doğru. Çok güzeldi. Uzanıp kolunu tuttuğumda, içimde bir kıvılcım alevlendi.

Ama o düşmandı.

Belki düşman çok güçlü bir kelimeydi, ama yine de düşmanımdı. Ve beni alt etmesine izin vermeyecek kadar güçlü olan bendim, o değildi.

Bunun olmasına izin vermeyeceğim.

"Ne istiyorsun?" diye sordu.

Ona baktım. Belki ona bir şans tanırsam, o zaman kendisi her şeyi anlatabilirdi.

Ben arabayı izbe bir yere park etmişti, motor sesini bastırmak için klimayı açtım.

Panik atağı sona erince, kendine gelip yeniden gardını kuşandı, ve kolay kolay pes etmeyeceğini o an anladım.

Anlatması için yardımıma ihtiyacı var.

"Bildiğini kimler biliyor?" diye sordum.

"Ne bildiğimi sanıyorsun bilmiyorum,” diye cevap verdi öfkeyle.

"Bence insanlarla oyun oynamayı seviyorsun,” dedim. "Ben de insanlarla oynamayı severim.

"Ama şu an oyun oynamıyorum. Zeki olabilirsin ama nasıl bir belaya bulaştığını bilmiyorsun."

"Bir şeyler gördüğünü biliyorum.”

”İnsanları gördüm. Bir şeyler yapan insanları.”

"Çalıştığın şirketin sahibi olarak, senin bakış açını merak ediyorum. Gördüklerini ve beni neden takip ettiğini öğrenmek istiyorum."

Kollarını önünde kavuşturdu. "Neden bahsettiğini bilmiyorum. Bir büfeden gazetede alıyordum ki bir de baktım buradayım. Polisi mi aramalıyım?"

İnsanlar üzerinde hakimiyet kurmayı severim - tabii doğru şartlar altında.

Ama bu bir oyun değil.

Ve şu an oynamıyoruz.

Kafasını önüne çevirmiş, umursamaz bir tavır içinde dışarıyı izliyor.

"Bu son şansınız, Bayan Dawson. Beni adlandırmaya layık gördüğünüz ‘aşağılık’ bir herif gibi davranmamam için elinizdeki son şansınız. Hepimize bir iyilik yapın ve soruma cevap verin."

İleriye bakmaya devam etti.

"Tamam, yeni bir yol deneyelim. Sana ne istediğimi söyledim. Neden sen de bana ne istediğini söylemiyorsun?”

"Bana üç kez söz verdiğin ama tutmadığın şeyi istiyorum. Özel bir röportaj: dünyaya muhteşem takım elbisesi ve parlak ayakkabıları arkasında var olan o adamı gösterme şansı. Pişman olmayacaksın."

"Neden benimle bu kadar ilgileniyorsun?"

"İçgüdülerime güveniyorum."

"Peki sana ne anlatıyorlar?"

"Araştırmaya devam edersem, daha fazla şey bulacağımı."

Ona şöyle bir baktım.

Başka bir durumda olsaydık, Bayan Dawson'la flörtleşmeyi isteyebilirdim.

Onun kararlı inatçılığı, kendisine karşı kullanıldığında bana çok zevk verebilirdi.

Güçlü bir kadının bana kendi isteğiyle boyun eğmeden önce ne kadar dayanabileceğini görmek her zaman eğlenceliydi.

Ama bu keyifli oyunlar için daha çok erken.

İç çektim. Yapmak üzere olduğum şeyin fikri hoşuma gitmiyordu ama yine de yapacaktım.

"Tamam o zaman, Bayan Dawson. Büyük talihsizlik, ama bu sizin kararınız."

"'Tamam o zaman ne? Şimdi ne olacak?" diye sordu, korktuğu sesinden belliydi.

Bölmeyi tıklattım ve bir saniye sonra Ben, Bayan Dawson'ın kapısını yavaşça açtı.

"Harika bir gün geçirmekte özgürsünüz Bayan Dawson."

İlk başta bana inanmadı ama bir süre sonra arabadan indi.

Aceleyle kendi arabasına ilerledi, sürücü koltuğuna oturdu, anahtarı kontağa taktı ve ben fikrimi değiştirmeden oradan uzaklaştı.

İşlerin bu şekilde sonuçlanması talihsizlikti.

Keşke başka bir şekilde karşılaşsaydık. Keşke o sıradan bir gazeteci ve ben de normal bir hayatı olan normal bir insan olabilseydim.

Onunla şansımı denemek isterdim.

Eğer ve eğer ve eğer...

Ama ben olduğum kişiydim.

O olduğu kişiydi.

Kararımı verdim.

KATE

Price'ın arabasının arkasında, kendime gerçekten tehlikede olduğumu düşünüp düşünmediğimi sordum.

Taylor Price gerçekten bana zarar verir miydi ya da sadece beni korkutmaya mı çalışıyordu?

Onu, boğmaya çalıştığı sarışın bir kadınla ve de gizemli yaşlı bir adamla görmüştüm.

Kim oldukları hakkında hiçbir fikrim yoktu.

Ama Price'ın onları görmüş olmamdan ciddi rahatsızlık duyduğu belliydi.

Peki bir milyarder kendini gerçekten tehdit altında hissettiğinde neler yapabilirdi?

Arthur'a evden çalışacağımı mesaj attım. Kimse kaçırıldıktan sonra ofise dönüp hiçbir şey olmamış gibi çalışmaya devam etmek istemez sonuçta.

Rick'e olanları anlatmak istedim ama kendimde o gücü bulamadım...

Belki o zamana kadar bulmacanın başka bir parçasını da çözmüş olurdum.

***

Önceki gün, yeni "ortaklarımız" ofisimize geldiğinde, havada belirsizlik hakimdi. Ama bugün, atmosfer çok daha farklıydı, adeta yas havası vardı.

"Hey, Dawson, seni ofisime bekliyorum!" diye seslendi Arthur.

Zaman kaybetmeden gittim.

Sinirli görünmüyordu, aksine tükenmiş bir hali vardı. Savaştan çıkmış gibiydi.

"Sana bunu söylemenin kolay bir yolu yok Kate, o yüzden tek seferde söyleyeceğim."

Daha kelimeler ağzından dökülmeden ne söyleyeceğini biliyordum.

"Şirket yeniden yapılanmaya gidiyor, ve seni işten çıkarmaktan başka seçeneğim yok. Özür dilerim, gerçekten çok özür dilerim."

Duyduklarıma inanamıyordum.

Kovuldum mu? Beni kovdular mı? Her şey bitti mi?!

Ofisin olağan uğultusu kulaklarımda yankılanmaya başladı. O tanıdık gerginlik hissi önce bağırsaklarıma, sonra kollarım ve bacaklarıma doğru sürünerek tüm vücudumu sardı.

Tek kelime etmeden odadan çıkıp koridordan geçerek açık havaya çıktım.

Sırtımı tuğla duvara yasladım ve derin nefesler almaya başladım.

Gerginlik ve stres içimi kapladı. İşimi kaybetmek... her şeyin sonu demekti.

Bacaklarım titriyordu. Büyükannem aklıma geldi.

Bir yandan nefes almaya çalışmakla meşgulken bir yandan da şu soru aklımda belirdi:

Beni Taylor Price mı kovdurdu?

Sonraki bölüm
App Store'da 5 üzerinden 4.4 puan aldı.
82.5K Ratings
Galatea logo

Sınırsız kitap, sürükleyici deneyimler.

Galatea FacebookGalatea InstagramGalatea TikTok