
Latin Tutkusu 2: Ateş Çiçeği
Kelly McPherson’ın yaşamı, erkek arkadaşının ona ihanet ettiğini öğrenmesi ve şaibeli bir geçmişe sahip, gizemli milyarder Tito Martinez ile tanışmasıyla dramatik bir hâl alır. Moda dünyasındaki kariyerini sürdürmeye çalışırken aynı zamanda çalkantılı aşk hayatıyla başa çıkan Kelly, hem kendi güvensizlikleriyle hem de Tito’nun karanlık dünyasıyla yüzleşmek zorundadır. Tutku, ihanet ve hırsla örülü bu yolculuk, Kelly için bir kendini keşfetme ve dayanıklılık sınavına dönüşür.
Giriş
Kitap 2: Ateş Çiçeği
KELLY
Yüzüme bir annenin yeni doğmuş bebeğine dokunuşu kadar yumuşak bir meltem eserken gözlerimi kapatıp dalgaların sakinleştirici sesini dinlemeye koyuldum.
Güneş batarken okyanus öyle göz alıcı bir güzelliğe bürünmüştü ki insan seyretmeye doyamıyordu. Dalgaların huzur veren sesini bölen tek şey ara sıra duyulan bir gemi düdüğüydü. Biraz rahatsız edici olsa da çok da mühim değildi.
İstemediğim sesleri duymazdan gelme konusunda iyiydim. Etraftaki ailelerden gelen muhabbet sesleri, çığlık atarak koşturan çocuklar ve onların peşinden koşan annelerin bağırışları gibi... Tüm bu sesleri aklımın bir köşesine itip başka şeyler düşünmeye başladım.
Hayat karşıma türlü zorluklar, sürprizler çıkarmıştı. En yakın arkadaşım Tina patronumla evlenecekti, düğün tarihi bile belliydi. Dudaklarımın kenarında bir gülümseme belirdi.
Onun adına gerçekten mutluydum. O da benim gibi zor günler geçirmişti. Fakat aklımı kurcalayan başka bir mesele vardı.
Tina da şirkette çalışıyordu ve insanların açıktan olmasa bile, dedikodu yapacaklarını biliyordum. Yine de Tina’ya da patronuma da güveniyordum. Bir yolunu bulup işleri yoluna koyarlardı.
Birden, güneş ışığım kesildi. Hafif bir sıkıntıyla iç çekerek güneşimi kapatan şeyin ne olduğunu görmek için gözlüğümü çıkardım.
Biri dağınık kahverengi saçlı, biri sarışın iki genç adam karşımda dikiliyordu. Gideceklerini sandım ama tepemde sırıtmaya devam ederek canımı sıktılar.
“Bir şey mi lazım?” diye sordum, hafifçe doğrularak.
“Yok, senin gibi güzel bir hanımın neden burada tek başına olduğunu merak ettik,” diye cevapladı kahverengi saçlı olan.
“Hanım mı?” Tek kaşımı kaldırdım. “Bu replikleri nereden öğreniyorsunuz siz?”
Sarışın olan, plajın öbür ucundaki bir grubu işaret etti. “Orada takılıyoruz. Bize katılmak ister misin diye soracaktık. Senin gibi güzel bir hanım yalnız kalmamalı.”
Gruba baktığımda huzursuz oldum. Kalabalık ortamları, hele de insanların pek giyinik olmadığı ortamları hiç sevmezdim. Çocuklara dönüp onları şöyle bir süzdüm.
Kaslı gövdeleri, yanık tenleriyle tipik plaj gençleriydi işte. Tek meziyetleri buydu. Keşke biraz da akıllı olsalardı.
Kafamı sallayarak, “Sağ olun ama ben böyle iyiyim,” diye cevap verdim.
“Emin misin?” diye sordu sarışın olan. “Burası bayağı sessiz.”
“Canın sıkılmıyor mu?” diye ekledi arkadaşı.
Benimle konuşurken ikisi de siyah bikini üstümden görünen göğüslerime bakıyordu. Dişlerimi sıktım. Bunların dertleri yalnızlığıma çare olmak falan değildi.
“Evet, böyle gayet iyiyim,” diye tekrarladım.
“Hadi ama,” dedi sarışın olan. “Orası daha eğlenceli. Vallahi pişman olmazsın.”
Gülümsüyor olabilirdim ama bakışlarım onları uyarır gibiydi. “Çocuklar, çok tatlısınız ama bence biraz daha iyisini yapabilirsiniz. Biraz akıllı olmayı öğrenin. Bir kadını tavlamak istiyorsanız göğüslerine değil, yüzüne bakmayı deneyin.”
Yaramazlık yaparken yakalanmış çocuklar gibi utandılar, yüzleri bembeyaz oldu.
“Hadi bakalım, ben nezaketimi bozmadan arkadaşlarınızın yanına dönün.”
Ben yapmacık bir gülümsemeyle onlara bakarken duraksayıp sonra boyunlarını bükerek uzaklaştılar.
Omuz silkerek şezlonga geri uzandım, akşam melteminin tadını çıkarmaya hazırdım. Gün batımının pek tadını çıkaramamıştım ama olsun.
Burnuma tanıdık bir parfüm kokusu gelince yüzüme bir gülümseme yayıldı, kalp atışlarım hızlandı.
Yanıma oturduğunu hissettim, boynumu gıdıklayan nefesi içimi titretti.
Latin aksanlı, kalın sesiyle, “Böyle laf soktuğunda aklımı başından alıyorsun, mi flor (çiçeğim),” diye fısıldadı kulağıma.
Dönüp önümde uzanan deniz kadar mavi gözlerine baktım. O gözlerde muzip bir parıltı vardı.
“Hep söylüyorum, senin sadist bir yanın var zaten,” diye karşılık verdim.
Gözlerini mahsustan fal taşı gibi açtı. “Ben mi? Aa, aşk olsun! Hiç öyle biri değilim. O çocuklara gelince bir daha asla bir hanımı etkilemeye çalışacaklarını sanmıyorum.”
Göz devirdim. “Bazen kafalarına vura vura söylemek gerekiyor.”
Pes ediyorum der gibi ellerini kaldırdı. “Buna lafım yok, mi flor. Ama biraz gergin görünüyorsun.”
Boynumun yanlarını ovuşturarak iç çektim. “Olabilir fakat buna iyi gelebilecek bir şey biliyorum.”
“Neymiş o?”
Çantamdan masaj yağı şişesini çıkardım.
“Masaj tabii ki!” Şişeyi ona doğru kaldırdım.
Kaşlarını çatarak, “Kelly!” dedi.
“Ne olur…” Sadece ona özel ikinci gizli silahımı kullanarak gözlerimi kırpıştırdım. İlki göğüslerimdi tabii ki.
“Kelly...” Kaşları daha da çatıldı.
“Lütfen, bebeğim…” Tekrar gözlerimi kırpıştırdım. “Tatlım? Balım? Üzümlü...”
“Tamam,” diyerek yağı aldı. “Daha başka takma ismim var mı?”
Bikinimin üstünün iplerini çözerken, “Sen hepsine layıksın,” diye kıkırdadım.
Bir an öylece durduğunu görünce ona baktım.
“Sırtımda bir şey mi var?” diye sordum.
Başını iki yana salladı. “Yok, sadece ilk kez masaj yapıyorum.”
“Kimin aklına gelirdi?” Yüzüme muzip bir gülümseme yayıldı.
“Böyle laf sokmaya devam edersen masajdan fazlasını alacaksın.”
“Söz mü?” diye sordum, işveyle.
Ellerine döktüğü yağı ovuşturarak, “Cidden bambaşkasın,” dedi.
O bana masaj yapmaya başlarken keyifle mırıldanarak havluya uzandım. Elleri vücudumda yılan gibi geziniyordu. Bazen, tam da onun gibi; sinsice ve kaygan bir dokunuşla... Kollarımdaki tüyler diken diken oldu.
Elleri sırtımın üst kısmından kürek kemiklerime doğru ilerlerken parmakları göğüslerimin yanlarını sıyırıp geçti. Kafamı çevirip baktım.
“Biraz yaramaz mıyız?”
“Neden bahsettiğini bilmiyorum, mi flor.”
Muzipçe göz kırptığını görünce başımı iki yana sallayarak tekrar önüme döndüm. Birkaç saniye sonra elleri kalçalarımdaydı, ikisini de nazikçe avuçluyordu. İrkilerek arkamı dönüp soran gözlerle baktım.
“Vücudumun o kısmını masaja ihtiyacı olmadığının farkındasın, değil mi?”
Şarkı söyler gibi, “Hiç belli olmaz,” dedi.
Bu şapşal hâline kafa sallayarak önceki pozisyonuma döndüm. Dalgaların sesi tam kıvamındaydı. Tam derin düşüncelere dalınacak zamandı.
“Ne düşünüyorsun öyle?”
Şaşkınlıkla arkama döndüm. “Ne?”
Bakışları derindi. “Bir süredir çok sessizsin, mi flor. Normalde böyle değilsin.”
Denize bakarak düşündüm. Bu noktaya nasıl geldiğimizi düşünüyordum. Şu an hayatım oldukça güzeldi.
Fakat tüm hikâyelerde olduğu gibi, başlangıcı o kadar da güzel değildi. Zaten düşündüğüm de buydu.
Başlangıç...





































